Gazetede okuduğum bir haber çok ilginçti. Dünyanın en büyük otomobil tekellerinden biri olan Japon sermayeli Toyota şirketinin Adapazarı’nda kurulu bulunan fabrikası ile ilgiliydi haber. Daha çok Avrupa ülkelerine ihracata yönelik olarak üretim yapan bu fabrikanın üretim kapasitesi normal şartlar ve normal koşullar altında maksimum 150 bin adet imiş. Geçen sene 157 bin adet otomobil üretmeyi başarmışlar. Peki bunu nasıl başarmışlar. Yeni yatırım yaparak mı? Yeni işçi alarak mı? Hayır, hiçbirisiyle değil. Zaten bunu haberde de açıkça söylüyorlar. Kendi ifadelerine göre bunu üretim bandının hızını artırarak başarmışlar. Diğer bir deyişle birim zamanda daha fazla artı-değer emerek, oradaki işçileri daha fazla makinenin bir parçası haline getirerek, işçilerin sinir ve kaslarına daha fazla yüklenerek bunu başarmışlar. Bu arada bu seneki hedefleri, yine herhangi bir yatırım ve işçi alımı yapmadan üretimi 170 bine çıkartmakmış. İnsanın dayanabileceklerinin bir sınırı olduğunu unutuyorlar.
Toyota sahip olduğu teknik yüzünden bant sistemini diğer üreticilere göre çok daha ileri bir şekilde kullanabiliyor. Birim zamanda ürettiği araba sayısıyla dünyada birinci sırada. Bu da otomobilleri rakiplerine göre daha ucuza üretebildiği anlamına geliyor. Şu anda en büyük otomobil pazarı durumunda olan ABD’de, Amerikan tekelleri GM ve Ford’u zorluyor. ABD pazarının %20’sine yakın bir kısmına sahip olan Toyota’nın rekabetine dayanamayan GM ve Ford şu an çok zor durumdalar. İkilinin birçok üretim üssü kapatılmakta ve binlerce işçi atılmakta. İkilinin toplam borsaya göre oluşmuş değerleri son beş yıl içinde 136 milyar dolardan 27 milyar dolara kadar düşmüş. Hatta GM’nin iflas ilan edip etmeyeceği tartışılıyor. Bu durum yansımasını elbette politikada bulacaktır. ABD hükümeti kendi tekellerini kollamak için korumacılık, Toyota’nın daha çok hakim olduğu otomobil segmentinde vergileri artırmak, Toyota’nın üretim için ithal ettiği yarı mamul ürünlere gümrük vergisi koymak gibi, eski çok tanıdık yöntemlere başvurabilir.
Otomotiv tekelleri bulundukları toprakların ekonomilerinin en önemli aktörlerinden birisi haline gelmişlerdir ve birçok sektöre yayılmış koca tröstler olmuşlardır. Her emperyalist ülkenin en az bir tane böyle tröstü vardır. ABD’nin GM ve Ford’u, Almanya’nın Daimler-Benz,Volkswagen ve BMW’si, Fransa’nın Renault ve Peugot’su , İtalya’nın Fiat’ı , Japonya’nın Toyota’sı ve Mitshubishi’si bahsi geçen tröstlerdendir.
Milliyetçiler tarafından Japonya elle gösterilir. Denir ki, bakın onlar geleneklerine dolayısıyla milli hislerine bağlı kalarak bu gelişmiş seviyeye ulaşmışlar. Onlar, kapitalizmin bir dünya sistemiyle birlikte bir dünya kültürü yarattığı gerçeğini gizlemek istiyorlar. Japonya bu noktaya İkinci Dünya Savaşında ve öncesindeki talandan elde ettiği ve sonra Japon işçi sınıfını en basit örgütlenme haklarını vermeden, baskıyla iliklerine kadar emdiği artı değer birikimiyle geldi. Milliyetçilerin ve ulusal solcuların imrendikleri de işte budur.
Adapazarı’nda kurdukları fabrikayla son üç yılın ihracat şampiyonu olan Toyota, halen köylülük havasından kurtulamamış ve gericiliğin pençesinde kıvranan Adapazarı’nda kendi mezar kazıcısını yaratmış ve Adapazarı’nı başta Japonya olmak üzere tüm dünyaya daha fazla bağlamıştır. Adapazarı gelecekte linçleriyle değil sınıf mücadelesiyle anılacaktır. Yeter ki bu dev tekellerin fabrikalarında çalışan işçiler bir sınıf olduklarının bilincine vararak örgütlenmeye başlasınlar.
link: MT okuru bir işçi, Toyota: Bir Japon Harikası, 4 Nisan 2006, https://marksist.net/node/1057
Tekstil Patronlarının 'Yürek Sızlatan' Feryatları
Kapitalizm Her Şeyi Öldürüyor