Başbakan Viktor Orban yönetimindeki Macaristan hükümeti, Aralık ayında çalışma saatlerini düzenleyen bir yasayı Meclisten geçirmişti. Yasa 1 Ocak 2019 itibariyle yürürlüğe girdi. “Köle yasası” olarak adlandırılan bu yasaya göre, yıllık fazla çalışma süresi 250 saatten 400 saate yükseltildi. Fazla çalışma ücretinin işçilere ödenme süresi ise 3 yıla kadar uzatılıyor. Orban hükümetinin iş kanununda yaptığı bu köklü değişikliğe karşı, Aralık ayında Macaristan’ın pek çok kentinde kitlesel protesto gösterileri düzenlendi. Muhalefet partileri, sendikalar, sivil toplum örgütleri ve genciyle yaşlısıyla Macar işçiler, “köle yasası”nın geri çekilmesi ve anti-demokratik uygulamaların kaldırılması için alanları doldurdular. İşçiler, “Köle Değiliz”, “Demokrasi” yazan döviz ve pankartlarıyla, Başbakan Orban’ı ve Cumhurbaşkanı Ader’i protesto ettiler. Viktor Orban gösterilere katılan kitleyi, “dış mihrakların kışkırtmalarına kapılmakla” suçladı! Oysa Orban hükümeti, bu yasayı tam da “dış mihraklar”ı memnun etmek için çıkardı. Ülkeye yatırım yapacaklarını, markalarının üretim bantlarını, fabrikalarını Macaristan’a taşıyacaklarını açıklayan otomotiv tekelleri, buna karşılık Macaristan’da işgücü maliyetlerinin daha da düşürülmesini, işçilerin sendikal örgütlülüğünün zayıflatılmasını istiyorlar. Orban ise BMW, Mercedes, Audi gibi dev tekelleri memnun etmek için işgücünü sudan ucuz hale getiriyor ve kitleleri milliyetçilik tuzağına iterek uyutmaya çalışıyor.
Orban “köle yasası”nı savunurken şöyle diyor: “Bu yasa işçilerimiz daha fazla çalışsınlar ve daha fazla para kazansınlar diye değiştirildi. Biz ülkemizi ve işçilerimizi düşünüyoruz, başka kimseyi düşünmüyoruz.” Orban’ın yaptığı bu açıklamaya karşı tepki gösteren, meydanlara çıkan sendikalar ve işçilerse, “madem Orban işçilerin fazla para kazanmasını istiyor, o zaman işçi ücretlerini yükseltsin” diyorlar. Fazla mesai düzenlemesinin gündeme gelmesinin nedeninin uluslararası otomotiv tekellerinin ihtiyaçlarını karşılamak olduğunu ifade ediyorlar. Patronlar bu yasayla gerektiğinde çalışma sürelerini esnetebildikleri kadar esnetecek ve yüklü siparişler alarak işçileri uzun saatler boyunca çalıştırabilecekler. Bu, Macaristan’da güçsüz olan sendikaların çok daha güçsüz duruma düşürüleceği anlamına geliyor. Sendika konfederasyonları Ocak ayı içerisinde genel grev ve kitlesel mitingler düzenleyeceklerini, Orban’ın işçi düşmanı tutumuna karşı duracaklarını ifade ediyorlar.
Orban’ın partisi Fidesz (Genç Demokratlar Birliği) ile koalisyon ortağı KDNP (Hıristiyan Demokratik Halk Partisi), 133 milletvekili ile 199 milletvekilinden oluşan parlamentonun 3’te 2’sine sahip bulunuyor. Parlamentoya getirdikleri fazla çalışma yasasının kendi oylarıyla bir çırpıda geçmesini sağladılar. Muhalefet partileri yasanın geçmemesi için onlarca önerge verdi, ancak parlamento başkanı tüm önerileri toptan oylamaya sundu ve değişiklik önerileri reddedildi. Muhalefet partilerinin milletvekilleri parlamento kürsüsünü işgal ederek yasanın çıkmasını engellemeye çalışırken, buna paralel olarak kitlesel protesto gösterileri de başlatıldı.
Otoriter rejimlerin yaygınlık kazandığı, açık baskı ve faşizm uygulamalarının arttığı günümüzde, kimi liderler kendini ulusunun kurtarıcısı rolüne büründürerek işbaşına geliyor. Viktor Orban da bunlardan biri. 2010 yılında iktidara gelen Fidesz ve lideri Orban, elindeki iktidar gücünü sınırsızca kullanıyor ve otoriter bir rejimin temellerini atıyor. Orban iktidara geldiği günden bu yana, anayasayı kendi iktidarının çıkarları doğrultusunda değişikliğe uğrattı. 2010 yılında iktidara geldiğinde ilk işi kendi iktidarını sağlamlaştıracak ve tüm ipleri kendi eline geçirecek adımları hayata geçirmek oldu. Parlamentoda tek başına istediği yasayı çıkartabilir bir çoğunluğa sahip hale gelen Orban, parlamenter demokrasi görünümü altında faşizan bir rejimi adım adım hayata geçiriyor. Orban gibiler, parlamentonun varlığını, seçimlerin yapılıyor olmasını, “milli irade ve demokrasi”nin kanıtı olarak yansıtıyorlar. Bu kılıf altında hayata geçirilen anti-demokratik uygulamalara tepki koyanlar “vatan haini”, “dış güçlerin piyonu” olmakla damgalanabiliyor.
Orban, başta kuvvetler ayrılığı ilkesi olmak üzere anayasa, seçim yasası, medya gibi rejimin temel direklerinde esaslı değişiklikler yaptı. İlk icraatlarından biri medyayı kendi denetimi altına sokmak oldu. Medya yasasının parlamentodan geçmesiyle birlikte, yazılı-görsel basın ve internet yayıncılığı büyük oranda iktidarın kontrolünde işlemeye başladı. Ulusal medya ve iletişim kurulu ülkedeki tüm basını sıkı bir denetimden geçiriyor. Yayın organları, “milli kimliği” güçlendirmeye yönelik haber yapmadıkları gerekçesiyle faşizan bir baskıyla yüz yüze kalıyorlar. Neyin milli, neyin kışkırtıcı olduğu ise Orban’ın ağzından çıkacak cümlelerle belirleniyor. Pek çok muhalif yayın organı, televizyon, gazete ve radyoda çalışanlar, işten atmalar, para cezaları ve yayın durdurmalarla karşılaşıyor. Siyasi iktidar ülkedeki medyanın neredeyse yüzde 90’ını kontrol ediyor. İktidarın siyasi baskısı yüzünden pek çok gazete ve TV, ya işleyemez hale geliyor ya da kapılarına kilit vuruluyor. Medyanın büyük bir çoğunluğu ise Orban’ın direktifleriyle hareket ediyor.
2018 genel seçimleri sürecinde, medyada yaşanan duruma ilişkin, medya çalışanlarının itirafları ibret vericidir. The Guardian gazetesi, Macar devlet televizyonu ağı MTVA çalışanlarıyla bir röportaj yaptı. Röportaj veren gazeteciler, göçmen karşıtı mesajların doğrudan hükümetten geldiğini, Orban ile doğrudan ilgili haberleri kaleme alan gazetecilere kullanmaları istenen sözcüklerin bir listesinin verildiğini anlatıyorlar. Bir gazeteci, “bazen bir editör elinde telefonla odaya gelir ve bütün bir haberin tamamını bize kelime kelime yazdırırdı. Telefonun öbür ucunda kimin olduğunu bilmezdik” diyor. Doğrudan başbakanlık ofisinden talimatların geldiğini ve bu talimatlarda hükümete muhalif olan kesimlere yönelik kışkırtıcı başlıklar atılmasının istendiği belirtiyorlar. Yaşanan olumsuzlukların görmezden gelinmesinin istendiğini ve genellikle yalan haberlerin yapıldığını ifade ediyorlar. Gazeteciler yapılmak istenenin bir korku ortamı yaratmak olduğunu, terörizm tehlikesi algısı ve göçmen karşıtlığı yaratılmak istendiğini, muhalefete yönelik özel bir dil kullanıldığını anlatıyorlar.
Muhalefet kesimlerinin “Orban sistemi” olarak adlandırdıkları yeni anayasada, yargı sisteminden seçim yasasına, anayasa mahkemesinin yetkilerinin tırpanlanmasından özel savcıların yetkilerinin arttırılmasına, kürtajın yasaklanmasından sokakta yatan evsizlerin hapse atılmasına ve daha pek çok temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına kadar çok sayıda yeni düzenleme getirildi. Orban’ın elinde topladığı yetkilerle, yasama, yürütme ve yargıda istediği değişikliği yapmasının önünde bir engel yok. Seçim yasasında yaptığı değişiklikle birlikte, milletvekili sayısı 199’a düşürüldü. Seçimde en çok oyu alan parti, parlamentoda 106 milletvekili ile temsil edilecek, kalan 93 milletvekili ise %5’lik barajı aşan partiler arasında bölüşülecek. Orban, mutlak iktidarının devam etmesi için seçim bölgelerinin birleştirilmesinden tutun da, muhalefetin güçlü olduğu bölgelerde bir dizi değişikliği yürürlüğe geçirdi.
Orban, Macaristan’ın Türkiye, Rusya ve Çin’i örnek alması, yöneliminin bu doğrultuda ilerlemesi gerektiğini söylüyor. Avrupa’nın liberal demokrasisinin mevcut dünya konjonktüründe bir ilerleme yaratamayacağından, bu yüzden geleceğin Macaristan’ının farklı bir devlet modeline ihtiyacı olduğundan dem vuruyor. Bu yaklaşımların, Macaristan’da yaşayan işçi ve emekçi kitleler açısından pek çok acı sonucu bulunuyor. Emekçi kitleler bir yandan çalışma ve yaşam koşullarında hak kayıplarına maruz bırakılırken, diğer yandan da baskı ve sindirme politikalarıyla yüz yüze kalıyor. Çalışma yasasında yapılan değişiklik, Orban’ın faşizan rejimiyle nasıl bir Macaristan kurulmak istendiğinin çarpıcı bir göstergesidir. İşçilerin yıl boyunca 400 saat fazla mesai yapmasını sağlayan düzenleme, patronlar için bulunmaz bir nimettir. Macar işçi sınıfının, zaten kötü olan çalışma koşullarının çalışma saatleri ve fazla mesai düzenlemesiyle daha da kötüleşeceği ortadadır. Patronlar istediğinde hem işçileri fazla mesai yapmaya zorlayacak hem de fazla mesai ücretinin ödenmesini 3 yıla kadar uzatacak. Elbette fazla mesai ücretini ödememek için türlü yollara başvurmalarının önü de açılıyor.
Emperyalist savaşın yaygınlaştığı, kapitalist sistemin krizinin derinleştiği koşullarda burjuvazi ve burjuva siyasetçiler, her türlü melanetin sorumlusu olduklarını gizlemek için emekçilerin önüne sahte düşmanlar koyuyorlar. “Dış mihraklar” yalanını ısıtıp ısıtıp kitlelerin önüne getiriyorlar. Bu yalanlar, artan baskıların, anti-demokratik uygulamaların meşrulaştırılmasında da etkili oluyor. Demokrasinin kalesi olarak görülen Avrupa’da son yıllarda ırkçı ve faşist partiler işbaşına geliyor ve yoksul emekçi kitleler böyle söylemlerle kandırılabiliyor. Karanlık bir dönem içinde olduğumuz bir gerçektir, diğer bir gerçekse, tüm baskılara rağmen işçi sınıfının mücadelesinin yükseleceği ve geleceği belirleyecek olmasıdır. Orban iktidarının tüm baskı ve yıldırma çabalarına rağmen haftalardır sokaklarda olan Macar işçi sınıfının mücadelesi de bunun göstergelerinden biridir.
link: Mikail Azad, Orban’ın “Dış Mihraklar”ı, 8 Ocak 2019, https://marksist.net/node/6572
Grev, Hak, İhsan
Rejimin Bilime, Bilimsel Çalışmaya Düşmanlığı