Hükümet hizmet sözleşmelerini 31 Ocak 2010’da feshettiği Tekel işçilerine 4-C kadrosuna geçmeleri için 2 Marta kadar zaman tanımıştı. Verilen sürenin bitmesine bir gün kala Danıştay hükümetin aldığı bu karar hakkında yürütmeyi durdurdu. Böylece Tekel işçileri mücadelelerinde yeni bir safhaya girmiş oldular. Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı işçiler tarafından zafer kazanılmış gibi büyük bir sevinçle karşılandı. Türk-İş Genel Merkezinin önünde kurulu bulunan ve 78 gündür süren eylemlerin ana üssü haline gelen “Çadırkent” Danıştay’ın bu kararı üzerine adeta bir bayram yerine döndü. Son günlerde umutlarını yitirip karamsarlığa düşen işçiler artık bu yeni nefesle mücadelelerine kararlılıkla devam edeceklerini söylüyorlardı. Ancak 2 Martta yapılan şube başkanları kurulunun ardından Tek Gıda-İş sendikası başkanı Mustafa Türkel, eylemlerine 10-15 gün ara vereceklerini söyleyerek Türk-İş önünde kurulan çadırları, işçilerin bir bölümünün, özellikle İstanbul ve İzmir’den gelen işçilerin karşı çıkmasına rağmen kaldırttı ve işçileri geldikleri illere geri gönderdi.
Türkel bu yöndeki kararın alındığı şube başkanları kurulunun ardından yaptığı konuşmada Danıştay’ın kararından sonra çadır eyleminin yeni bir mücadeleye sıçratılması gerektiğini söyledi. Türkel, verilen ara boyunca yerellerdeki sendika şubelerinde üye işçilerle toplantılar yapılarak eylemlerin hangi biçimde devam edeceğinin tartışılacağını belirtti. Ve 1 Nisanda tüm şubelerden 1000 işçi, yapılan tartışmaları ortaklaştırmak ve eylem takvimini tüm hatlarıyla belirlemek için Ankara’ya Türk-İş Genel Merkezine gelecek dedi.
Böylece sürecin başından bu yana işçilerin eylemlerini pasifleştirmek, onları oyalamak ve umutlarını söndürerek geri göndermek için her yola başvuran sendika bürokratları bir kez daha inisiyatifi ele alıp, işçilerin dağılmasını kolaylaştıracak bir adımı işçilere “sevinç içerisinde” attırmış oldular.
Sendika bürokratlarına güvenme, sermaye partilerine bel bağlama!
Bu noktadan sonra Tekel direnişindeki öncü işçilere düşen sorumluluk, mücadelenin bugüne kadar gelişen sürecinin sağlıklı bir muhasebesini yaparak sendika bürokratlarının hesabının tersine dönmesini sağlamak için inisiyatifi ele almak olmalıdır. Tekel’in özelleştirildiği zaman diliminde işçilerin haklarının korunması için işçileri üretimden gelen güçlerini kullanma doğrultusunda harekete geçirmeyen ve işçiler son noktada iradelerini ortaya koyup Ankara’da direnişi büyüttüklerinde etkili dayanışma grevlerini örgütlemekten uzak duran sendika bürokrasisinin işçiler için yapacağı hiçbir şey yoktur. En azından 78 gündür süren Ankara eylemleri süreci bunu tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. İşçilerin umudu bu zaman diliminde, sendika bürokrasisi tarafından, yapılacak göstermelik mitinglere, içi boş dayanışma grevlerine, işçi sınıfının mücadele yöntemlerine uzak olan açlık grevi gibi eylemlere bağlanmış, işçiler mücadelelerine sahip çıkmalarını sağlayacak eylemlilikten ve inisiyatiften uzak tutulmuş, çadırlarda pasifçe bekler hale getirilmiştir. İşçilerin komiteler kurarak mücadelelerine sahip çıkma girişimleri sendika bürokratları tarafından anında ezilmiştir.
17 Ocak mitinginde güçlü bir genel grev kararı bekleyen işçilere, dalga geçer gibi, “seçimlerde siz de AKP’ye kırmızı kart gösterirsiniz” diye yol gösteren, 1 saatlik uyarı grevlerini bile gerçekleştirmeyen, 4 Şubat grevinde hiç olmazsa dostlar alışverişte gördü dedirtecek kadar bile üretimi durdurmaya girişmeyen, faydasız açlık grevlerine zemin hazırlayarak işçilerin moralini bozan sendika bürokrasisinin içyüzünü işçilere kavratmak için bundan sonra daha büyük bir çabayı ortaya koymak gerekiyor.
İşçiler döndükleri illerinde, mücadelede en öne çıkan, en kararlı işçilerden oluşan komitelerini derhal oluşturup sendika bürokrasisinin oyalamalarına kapılmadan mücadelelerini sürdürmelidirler. İllerdeki bu komiteler, birbirleri ile sıkı bağlar içinde, hem bugüne kadar direnişe yeterince sahip çıkmayan işçileri ve ailelerini hem de diğer işçileri mücadeleye katmayı önlerine koymalıdır. Sendika bürokratlarının laf olsun diye aldıkları 26 Mayıstaki genel grev kararının içini doldurmak için harekete geçilmelidir. Sendika bürokratlarının 4 Şubat grevinde ortaya koydukları tablo, 26 Mayısta da burjuvaziyi gerçekten sıkıntıya sokacak bir grev için kıllarını kıpırdatmayacaklarını göstermektedir. Bu yüzden işyerlerinden başlayan, sendikaların işyeri temsilcilerini mutlaka kapsayan toplantılar yapıp, 26 Mayıs’ı örgütleme çabasına bir an önce girişilmelidir.
Bilindiği gibi, Tekel işçilerinin mücadelesinin temel hedefine dair bir değişiklik yapılmasa da, ücretlerin yükseltilmesi, senelik maksimum çalışma süresinin 11 aya, izin süresinin 22 güne çıkarılması, kıdem tazminatının eklenmesi gibi iyileştirilmelerin yapıldığı 4-C statüsü, işçileri toplu iş sözleşmesi ve grev hakkından yoksun bırakan, ücretlerini ve tazminatlarını düşüren, ertesi yıl çalışma güvencelerini ortadan kaldıran bir statüdür. Hükümet kısa süre içerisinde elektrik, demiryolu, PTT, Şeker fabrikaları ve Çay-Kur gibi işletmeleri özelleştirmeyi planlıyor ve burada işçi statüsünde çalışanların bütünü 4-C tehdidiyle karşı karşıyadır. Yani sorun sadece Tekel işçisinin sorunu değildir. Devlet Personel Başkanlığı’nın 4 Şubattaki açıklamasına göre, 4-C statüsünde hâlihazırda 17 bin 440 kişi çalışıyor. Üstelik 18 bakanlık, iki genel müdürlük ve üniversiteler için 2010 yılında 36 bin 215 kişilik 4-C kadrosu açıldı. Direnişteki Tekel işçileri mücadeleyi ortaklaştırmak için bu durumdaki işçileri de eylemlerine katmak üzere girişimlerde bulunmalıdır.
Mücadeleyi ortaklaştırmak perspektifi sadece fiilen 4-C statüsünde çalışma tehlikesiyle karşı karşıya olanlarla da sınırlandırılmamalıdır. İşçilerin bir kesiminin yaşadığı hak kayıpları diğer işçiler üzerinde de kaçınılmaz olarak bu yöndeki basıncın artmasına yol açmaktadır. Sınıf mücadelesinin son on yılları bunun sayısız örnekleriyle doludur. İşten atılmalara karşı güvence ve sendikalı olmanın önündeki engellerin kaldırılması talepleri bugün bütün işçiler için yakıcıdır. Tekel işçilerinin direnişinin diğer işçiler nezdinde sempati yaratmasının temelinde bu sorunlara maruz bırakılmalarının olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden bir kader birliği içerisinde bulunulduğu gerçeğinin diğer işçilere de kavratılmasına yönelik çalışmalara girişilmeli, bu temelde işçi sınıfının mümkün olan tüm kesimleri mücadelenin bir parçası haline getirilmelidir.
İşçiler bu mücadeleyi bütünüyle kendi öz güçlerine güvenip kendi inisiyatifleriyle yürütebilirlerse mücadelenin sağlıklı bir yoldan ilerlemesini sağlayabilirler. Bugüne kadar burjuva partilerin temsilcileri karşısında sergilenen faydacı tutumun hiçbir yararı olmamıştır. Burjuva partiler Tekel direnişçilerinin taleplerinin yerine getirilmesi için hiçbir ciddi çabanın içerisine girmemiş, aksine Tekel işçilerinin haklı mücadelesini kendi it dalaşlarında kullanmışlardır. Statükocu kesim AKP’ye karşı yürüttüğü ve işçi sınıfının hiçbir çıkarı bulunmayan bu kavgada, Tekel işçisinin mücadelesinden kendi değirmenine su taşımıştır. Baykal’ın Erdoğan’a “seni askerler değil Tekel işçileri götürecek” diye seslenmesi, askerî ve sivil bürokrasi marifetiyle yürütülen savaşa Tekel işçilerinin mücadelesini de yedekleme arzusundandır. Tek başına Kent A.Ş. işçilerine reva görülen muamele bile bu ve benzeri partilerin işçilerin dertleriyle gerçek bir ilgisinin bulunmadığını gösterir.
Danıştay’ın aldığı kararın altında da bu burjuva cephenin cephanesini güçlendirme kaygısı vardır. İşçilerin bunu asla unutmaması ve bu burjuva kesimden de gerçek bir fayda ummaması gerekir. Çünkü sendika bürokratları da işçilerin mücadelesinin rotasını bu yanlış yola döndürmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar ve yapmaya da devam edeceklerdir. Tek Gıda-İş Başkanı Türkel “İyi ki yargı var dedirtecek adil kararların süresi içinde çıkmasından dolayı yargıya, Danıştay’a teşekkür etmek istiyorum. Anlaşılan hükümet bunun için yargıya baskı uyguluyor. Yargıya her türlü haksızlık bizim için mücadele nedeni olacak” sözleriyle bu yöndeki anlayışını ortaya koymuştur.
Öncü işçiler bu tehlikenin farkında olarak, işçi sınıfının gerçek dostlarının ve yol göstericilerinin sadece ve sadece işçi sınıfı devrimcileri olduğunu tüm işçilere kavratma ve benimsetme uğraşında olmalıdır. Danıştay’ın aldığı kararın Tekel işçilerinin haklı taleplerini yerine getirmediği, bir kazanım sağlamadığı ve işçi sınıfının ancak kendi mücadelesiyle kazanabileceği bıkmadan usanmadan anlatılmalıdır.
Tekel işçilerinin inisiyatifi ele alarak mücadelenin başına geçmesi elbette zor olan yoldur. Ancak kazanmanın da başka yolu yoktur. Kolay ve olanaklı zannedilen yollarla bir kazanım sağlanamadığı ve sağlanamayacağı da ortaya çıkmıştır. Bu yolların denenmesi sendika bürokratlarının elinde oyuncak olmaktan ve umutların kararmasından başka bir şeye yol açmamıştır. Danıştay kararı çıkmadan önce sendika bürokratlarının telkinleriyle gidilen yollar yüzünden içine düşülen umutsuzluğu hiçbir Tekel işçisi unutmamalıdır. Şimdi işçilerin militan mücadelesini örme zamanıdır.
link: Marksist Tutum, Tekel İşçileri İnisiyatifi Ele Almalı, 3 Mart 2010, https://marksist.net/node/2374
Yürümek
Madende Ne Yaşam Adil Ne Ölüm!