Hükümet tarafından, çalıştıkları işyerlerinin özelleştirilmesi sırasında ve sonrasında “korkmayın hakkınızı vereceğiz, sizi mağdur etmeyeceğiz” sözleriyle uyutulan, ancak verilecek “hak”kın kıdem tazminatları ve 4/C statüsünden öte bir şey olmadığını anlayan Tekel işçileri, 15 Aralıkta yüzlerce otobüsle Ankara’ya gelmişlerdi. O gün AKP genel merkezi önünde başlayan, ardından işçilerin Abdi İpekçi Parkına sürülmesi ve orada da alabildiğine sert bir polis müdahalesine maruz kalmasıyla devam eden süreç, kısa sürede ülkenin en önemli gündem maddelerinden biri haline geldi.
Hükümet, işçilerin talepleri karşısında verdiği tavizsiz görüntü ve Tekel işçilerine reva gördüğü muamele üzerinden mesajını net biçimde ortaya koyuyordu. Açıkça, kamuda çalışan işçilerin de yeri işçi sınıfının büyük çoğunluğunun, güvencesiz, düşük ücretli, örgütsüz çalışanların yanıdır diyordu. Bu net tavır ve açık saldırı karşısında önce dağılan, ardından mücadeleci işçilerin iradesiyle Türk-İş genel merkezi önünde toplanan Tekel İşçileri de buna karşı direnme yolunu seçiyordu.
Tekel işçilerinin Türk-İş genel merkezi önünde 78 gün sürecek bu direnişinin işçi sınıfı üzerinde olduğu gibi özel olarak sol üzerinde de önemli etkileri oldu. İşçi sınıfının devrimci potansiyelini neredeyse yok sayan, onun gücüne inanmayan ve sınıf temeline dayanmayan alternatif politikalar geliştirmeye meyleden küçük-burjuva sol, işçi sınıfının dönüştürücü kapasitesini bu direniş vesilesiyle bir kez daha hatırladı. İşçi sınıfının içinde yaşadığı nesnel koşulların ürünü olan mücadeleye atılma, sınıf kardeşleriyle dayanışma gibi potansiyel olumlu özelliklerin açığa çıkması, küçük-burjuva solu da Tekel işçilerine desteğe ve yapabildiği ölçüde birlikte mücadele etmeye yöneltti.
İşçilerin kendiliğinden hareketleri bile tüm sınırlarına rağmen muazzam etkiler yaratma potansiyelini içinde barındırır. Bu yüzden işçi sınıfının burjuvazinin saldırıları karşısında göstereceği mücadeleci tutumlar, toplumun ruh halini kısa sürede dönüştürme gücüne sahiptir. İşçi sınıfından başka hiçbir toplumsal kesimin sahip olmadığı bu kudret, Tekel direnişi sırasında da kendini hissettirmiş, işçilerin mücadelesinin yarattığı sarsıntılar solu bir bütün olarak kendi eksenine çekmiştir. Tekel direnişi sayesinde işçi sınıfının devrimci, dönüştürücü potansiyelinin ve sınıfın eyleminin toplumsal atmosferi değiştirme gücünün bir kez daha açığa çıkmasıyla, reformistinden küçük-burjuva radikaline pek çok değişik çizgiden sol örgütün militanı, aktivisti, direniş boyunca Tekel işçileri ile birlikte olmuş, deyim yerindeyse onlarla yatıp, onlarla kalkmıştır.
Solun işçi sınıfının toplumsal etkisini hatırlaması, onun mücadelesine katılması elbette önemli ve olumludur. Sol örgütlerin genç militanlarının çoğunluğu mücadele eden işçi sınıfıyla ilk defa bu ölçüde yan yana gelmiştir. Ne var ki bu hatırlama, ya da genç devrimciler için sınıfı keşfetme, solun önemli ağırlığının küçük-burjuva doğası yüzünden işçi sınıfı devrimciliğine yönelimle beraber ilerlememiştir. Bu yüzden bu olumlu temasın kalıcı etkileri olacağından söz etmek zordur.
Nitekim Danıştay’ın kararını bahane ederek işçileri evlerine güle oynaya göndermeyi beceren sendika bürokrasisinin marifetiyle tavsayan direnişin dağılma eğilimlerinin kuvvetlenmesiyle birlikte, hatırlananlar aynı süratle unutulmaya başlanmıştır. Sınıfla sadece Sakarya Caddesinde buluşanların büyük çoğunluğu kendi yaşamlarına, işçilerse kendi koşullarına dönmüştür. İşçi sınıfı temelinden yoksun biçimde mücadelelerini sürdürenler için geride yıllarca anlatılacak hoş anılardan başka bir şey kalmamıştır. Türkiye’deki solun büyük bölümünün işçi sınıfının devrimci potansiyelini ve tarihsel rolünü unutmuşluğu ve Tekel direnişi sırasında bunları eğreti ve geçici biçimde hatırlaması, bu kesimlerin yol aldığı mecranın ne denli sorunlu olduğunu net bir biçimde gözler önüne sermektedir.
Küçük-burjuva solun sınıfa yabancılığı
İşçi sınıfının öncü unsurlarını örgütlemek, bunların politik ve örgütsel gelişimlerini sağlamak için işçi bölgelerinde, fabrikalarda çalışmalar yürütmek yönünde mesai harcamayanların, sınıf mücadelesindeki hareketlenmelere de ciddi bir katkı sunmaları elbette beklenmemeli.
Nitekim işçi sınıfı temelinden ve sınıfın bağımsız siyasetinden uzak anlayışlar, Tekel direnişi somutunda da işçi sınıfına yabancılıklarını yol yordam bilmezlikleriyle defalarca göstermişlerdir. Evlerini açtıkları işçilere, başka konu kalmamış gibi, ısrarla evrim teorisini anlatma, yersiz ateizm propagandası yapma gibi pek çok sorunlu tutum ne yazık ki istisna olmamıştır. Bu aslında sınıf terbiyesinden geçmemiş tipik bir öğrenci tavrıdır. İşçilere dışarıdan bilinç taşımayı karikatürleştiren bu tavırlar, elbette işçiler nezdinde itibar görmemiş, çoğunlukla suskunlukla karşılansa da genelde işçilerin bu tavırları gösterenlerden uzaklaşmalarıyla sonuçlanmıştır.
Sınıf temelinden uzak küçük-burjuva solun militanlarının işçilere dönük konuşmalarında bol bol altından kalkamayacakları, arkasında duramayacakları, çoğunlukla da sınıfın mücadele geleneğinden uzak içeriklere sahip planlar üretmeleri, akıllar vermeleri, öğütlerde bulunmaları da Tekel direnişinde ne yazık ki yaygın rastlanan bir durum olmuştur. Gerçek anlamda sınıf mücadelesinin somut deneyimlerine tanık olmamış ve bu mücadelelerde yapılacak yanlış yönlendirmelerin acı sonuçlarının farkında olmayanların akıllarına gelenleri çocuksu bir özgüvenle pervasızca ortaya dökebilmeleri, olgunlaşmamanın açık göstergesidir. Amatörlükten ya da küçük-burjuvaca bir sorumsuzluk duygusundan kaynaklanan bu tutumlar pek çok başka işçi direnişinde olduğu gibi Tekel direnişinde de, işçilerin sosyalistlerin propagandalarına ilgisini ve bu propagandalara verdiği değeri azaltmıştır. Bu tutumun tam tersi tavırlar da, yani işçilerin mücadelesine güzellemeler düzmenin ötesine geçmeyen, işçi boş, zaten direnişte olan işçilere dönük “mücadele etmek lazım” gibi anlamsız apolitik söylemler de işçileri zamanla bu tutumlara karşı kayıtsız kalmaya yöneltmiştir.
İşçileri öğrenmeye alabildiğine açık hale getiren direnişin sıcak atmosferinde sınıf mücadelesinin temel unsurlarını kavramalarını sağlamaları için çalışmalar yürütmek, kendi durumlarını tüm yönleriyle tartışmalarını sağlayarak bu doğrultuda adımlar attırmak da ne yazık ki küçük-burjuva solun ilgi alanının dışında kalmıştır. Çünkü söylemi ne olursa olsun bu kesimler böylesi bir perspektifte sahip olmaktan çok uzaktır. Bunun yerine işçilerin sorunlarından hareket ediyormuş gibi görünse de daha çok solun kendi sekter gündemine yaslanan, işçilerin dilinden konuşmayan ve dertlerini kavrayamayan içeriklerle dolu pek çok etkinlik düzenlenmiştir. Sınıfa yabancı böylesi çevrelerin üstelik reklâmcı bir rekabet anlayışıyla yürüttükleri bu faaliyetlerden sıdkı sıyrılan işçiler, böylesi çalışmalara genellikle uzak durmuş, zamanla da büyük oranda kayıtsız kalmışlardır.
Sınıfa yabancı, gelişmelerin seyrini yorumlamaktan uzak anlayışların Tekel direnişine yönelik tavırlarına sinen bir başka sorunlu yön de sürece ilişkin abartılı yaklaşımları olmuştur. Tekel direnişini 15-16 Haziran genel direnişi ile eş düzeyde bir sınıf hareketi olarak görecek kadar gerçeklikten kopabilenlerin Tekel işçilerinin mücadelesine yönelik gösterdikleri abartılı kavrayışlar, en hafif tabirle çocuksuluktan başka bir şey değildir. “Kahraman Tekel işçileri” edebiyatıyla işçilerin bu kendiliğinden eylemine bünyesinde barındırdığı önemli eksiklikleri göz ardı ederek boyundan büyük anlamlar yükleyen ve ondan çok şey bekleyenlerin hayal kırıklıkları da haliyle beklentileri gibi büyük olacaktır.
İşçilerin kapitalist düzenin doğurduğu herhangi bir soruna karşı kendiliğinden gösterdikleri tepkiler ve bu doğrultuda yürüttükleri mücadelelerin önemi açıktır. İşçilerin düzene karşı birlikte mücadelenin önemini hissetmeye başladıklarını bu gayretler ortaya koyar. Devrimci bilinç ve örgütlülük de ancak bu nesnellikte yaygın ölçüde kök salmaya başlayabilir. Sınıfın mücadeledeki böylesi adımlarına bu yüzden işçi sınıfı devrimcileri kayıtsız kalamazlar. Ancak devrimcilerin görevinin başladığı yer de tam burasıdır. Sınıfın kendiliğinden eylemlerini yeterli gören ve sınıf devrimcilerinin dönüştürücü çabası olmadan sonuç alınabileceğini düşünenler, devrimci görevlerini daha henüz kavrayamamış olanlardır. Devrimcilerin örgütlü müdahalesi olmadan kendiliğinden eylemlerin kalıcı kazanımlar elde etmesi mümkün olmamıştır. Tekel direnişinde de sınıf mücadelesinin bu temel kuralı değişmemiştir. Üstelik sağduyu ile bakıldığında da görülecektir ki, Tekel direnişi 15-16 Haziran gibi yükselen bir sınıf hareketinin zirvesi olarak gerçekleşen ve bir bütün olarak burjuvaziye korku salan bir kendiliğinden hareketin çok uzağındadır.
Tekel direnişine abartılı bir önem atfedenlerin direnişteki işçilere yönelik söylemleri de bu tavırlarıyla tutarlı olarak alabildiğine pohpohlayıcı ve yüzeysel bir övgüyle dolu olmuştur. İşçilere, sürecin başından beri sergilenen eksiklikler, direniş sırasında gerek sendika bürokratlarına gerek burjuva parti temsilcilerine karşı takınılan yanlış tutumlar uygun bir dille anlatılacağına, işçilerin moralini bozmamak bahanesiyle çoğunlukla bu öğretici açıklıktan kaçınılmıştır.
İşçilerin moralini şarkılar, halaylar, sloganlarla yükseltmek yetmez; bunun için asıl olarak bilinç ve örgütlülük düzeyini yükseltmek gerekir. Birlik duygusunun yükselmesi, amaçlarını gerçekleştirmeleri için gerçekten katkılar sağlayan dayanışmanın örgütlenmesi ve mücadelenin temel unsurlarının tartışılması ve öğrenilmesi ile perçinlenecek moralin sağlayacağı ilerlemenin yerini başka hiçbir şey alamaz. İşçi sınıfı temelinde mücadele eden devrimcilere de normal olarak bu görevleri yerine getirmek düşer.
Ne var ki direniş boyunca ve eylemin kritik dönemeçlerinde solun büyük çoğunluğu bu sorumluluğu yerine getirememiş, işin kolayına kaçmıştır. Sendikaların Türkiye genelinden işyeri temsilcilerini Tekel işçileri ile dayanışmak için Ankara’ya getirdiği 20 Şubatta, Tekel işçileri kaderlerinin Danıştay kararına kaldığını düşünüp karamsarlığa kapılırken, sendika bürokratları işyeri temsilcilerini barlarda abluka altına almaktaydı. Küçük-burjuva solsa zafer havası estiriyordu.
Küçük-burjuva solun işçi sınıfı siyasetinden uzaklığı
Tekel direnişinin çizgisini ve kaderini belirleyen temel unsurlar, sendika bürokrasisi ve onunla kol kola işçilerin çevrelerini saran reformist sol örgütlenmeler oldu. Burjuvazinin işçi sınıfı örgütleri içindeki ajanları pozisyonundaki sendika bürokratlarının oynadıkları rol bir yana, reformist sol da direnişin burjuvazinin çizdiği sınırlara hapsolmasına, enerjisinin ve gücünün zayıflamasına, bürokratlarla kol kola hizmet etmiştir. TKP’sinden Halkevleri’ne reformist örgütler sendika bürokratlarının bir kesimine güzellemeler düzmüş, onların işçiler nezdinde itibar kaybetmelerinin önüne geçmiş, devrimcileri ise burjuva bir ağızla “marjinaller” diye nitelendirmekte bir beis görmemişlerdir.
Mustafa Türkel’in statükocu burjuva kesimlerin desteğini alarak yürüttüğü Türk-İş Başkanlığı yarışı neticesinde kendilerine düşeceğini umdukları ikbalin hevesiyle, var güçleriyle Tek Gıda-İş bürokrasisinin değirmenine su taşımışlardır. Halkevleri örgütlenme sekreterinin web sitelerinde yazdığı yazıdaki ifadeler, bürokrasi kuyrukçuluğunu ayan beyan gözler önüne sermektedir: “Bulunduğumuz çadırı Tek Gıda-İş Başkanı Mustafa Türkel’in «işçiler buradan eğitim alıyorlar siz buranın adını üniversite koyun» önerisi üzerine çadırımızı Tekel-Halk Üniversitesi ilan ettik ve üniversite hocalarına ders verdirdik… Başkanların Tek Gıda-İş’i ziyaretinde Türkel, «Konfederasyonlar Halkevleri’nin onda birini yapsaydı bu direniş başarıya ulaşırdı» diye eleştirdi… Bu arada Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel’in, Genel Başkanı AKP’li Türk-İş başta olmak üzere, solu ve diğer dinamikleri direnişin destek kuvveti olarak değerlendirmesindeki başarısı da vurgulanmalı. Bu tutumu solun direnişle ilişki kurmasını, dolayısıyla iç rahatlığıyla desteklemesini olanaklı kılmış ya da kolaylaştırmıştır.”
İşçi sınıfı siyasetinden uzak reformist küçük-burjuva siyaset yürütenler çeşitli telkinlerle işçileri sendika bürokrasisinin peşinden gitmeye teşvik ederken, yine Tek Gıda-İş bürokratları nezdinde itibar gören TKP de tümüyle AKP karşıtlığına yaslanan çizgide siyaset yapıp, işçilerin zihnini statükocu burjuva kesimlerin ideolojisi ile yoğuruyordu. İşçileri sendika bürokrasisinin çizgisinden kopmamaya çağıran bildiriler dağıtan TKP, işçilerin Türk-İş yönetimine olan haklı öfkesinin Tek Gıda-İş yönetimiyle ilgisini silikleştirerek zaten var olan AKP’ye karşı öfkeyle birleştirmekle yetiniyor ve işçilerin bakışını bu çerçeveye hapsetmeye uğraşıyordu. İşçilerin başlarına gelen sorunların bütün kaynağını AKP’de gören, diğer burjuva partileri ise kendilerinin destekleyicisiymiş gibi algılayan yanlış bilinci perçinleyen bu propagandada TKP’nin başarılı olduğunu söylemek de yanlış olmaz.
Nitekim dar AKP karşıtlığı temelinde politika yapan grupların içerisinde en büyüğü olan TKP, direnişi sürükleyen temel dinamik olan Kürt işçiler dışında kalan işçilerin bir bölümü nezdinde itibar görmüş durumda. Devrimci proleter bir çerçeveye oturmayan ABD ve “gericilik” karşıtlığı, devletçilik savunusu üzerinden geliştirilen politik dil ile işçi sınıfının bağımsız sınıf çıkarlarından çok uzak bir siyasi çizgi izleyen TKP, Kemalizmin ve “cumhuriyetin kazanımları” savunusu ile İzmir, Adana gibi illerden gelen kimi işçiler üzerinde etki kurabilirken, Kürt işçilerinse tepkisini çekmiştir. Yani burjuvazinin statükocu kesiminin çıkarlarıyla uyumlu bu tarz-ı siyaset de Tekel işçilerinin bölünmesine, sendika bürokrasisinin hâkimiyetinin artmasına ve direnişin tavsamasına hizmet etmiştir.
Bağımsız militan sınıf çizgisini güçlendirmek için ileri!
Tekel direnişinin yarattığı sarsıntının etkileri bir süre daha devam edecek olsa da, işçi sınıfının mücadele potansiyelini ve bunun toplumun ruh halini değiştirme gücünü tüm açıklığıyla ortaya koyan bu direniş, sendika bürokrasisi ve reformistlerin elbirliğiyle kendi olanaklarını büyük ölçüde tüketmiş, gerilemiştir. İşçi sınıfının devrimci siyasal örgütlülüğü yeterli güce ulaşmadığı sürece de bu durum mukadderdir.
Tekel direnişi vesilesiyle bir kez daha görülmüştür ki, işçi sınıfı mücadele etmeye yatkın ve hazırdır. Ne var ki, işçi sınıfı temelinde devrimci çalışma yürüten devrimcilerin örgütlülüğünün henüz yeterince güçlü olmadığı koşullarda, işçilerin ileri atılımları sendika bürokratlarının, reformist ve küçük-burjuva temelli siyaset yapan grupların elinde heder olmaya mahkûmdur. Tekel örneğinde bu gerçek bir kez daha yaşanmıştır.
İşçilerin yarattığı sarsıntıyla solun geniş kesimlerinin işçi sınıfını hatırlaması ve her türlü yanlışına rağmen işçilerin direnişine katılması olumludur. Ancak bu durumun çoğunluk için geçici bir heves olacağı ve işçi sınıfını gündemlerine aldıkları hızla gündemlerinden düşüreceklerini unutmamak gerekir. Bu kesimlerin dürüst ve henüz örselenmemiş genç militanlarına hatırlatmamız gereken şey, önemli olanın Tekel ve benzeri direnişlere geçici heyecanlarla yaklaşmak değil, devrimci sınıf bilinciyle işçi sınıfı içerisinde sürekli ve uzun soluklu bir çalışmayı gerçekleştirmek olduğudur.
İşçi sınıfı içerisinde yani işyerlerinde, işçi bölgelerinde örgütlenmek, işçileri harekete geçirecek ve mücadele içerisinde gelişmelerini sağlayacak çok boyutlu çalışmaları sürdürmek aslolandır. İşçi sınıfının gerçek anlamda ileri atılımı bu çabaların ürünü olacaktır. Bu yüzden küçük-burjuva sol Tekel direnişinin ardından işçi sınıfına ilgisini kaybedip farklı rüzgârların etkisine kapılacak olsa da, işçi sınıfı devrimcileri inatla bu yöndeki çabalarını yoğunlaştıracak ve bu çabalara taze soluklar ekleyecektir. Kapitalizme karşı mücadeleyi yükseltmenin ve kazanmanın başka bir yolu yoktur.
link: Selim Fuat, Tekel Direnişi ve İşçi Sınıfı Temelinden Yoksun Devrimcilik, 1 Nisan 2010, https://marksist.net/node/2407
Ahmet Türk’e Yapılan Saldırı Gebze’de de Protesto Edildi
Ermeni Kırımı İstanbul’da Protesto Edildi