“Çalışır abad ederiz
Bütün bu dünyanın patronlarını
Fakir fukaraysak bizde kabahat”[*]
Uluslararası İşçi Dayanışması Derneği’nin web sitesinde (uidder.org) belirtildiği gibi, “Fransa’da, hükümetin iş kanununda yapmak istediği değişiklikler ve hazırladığı yasa tasarısı 9 Marttan bu yana büyük eylemler ve grevlerle protesto ediliyor. Çalışma Bakanının adı ile anılan El Khomri Yasası’na karşı sokaklara dökülen, grevlerle hayatı durduran işçilerin öfkesi dalga dalga büyüyor. … Belçika Başbakanı Charles Michel ve hükümet, sosyal güvencede, bütçede, kamu hizmetleri ve eğitimde kesintilere gitmeyi, emekli maaşlarını düşürmeyi, sözleşmeli, part-time, güvencesiz çalışmayı yasalaştırmayı, 38 saat olan iş haftasını 45 saate çıkarmayı, fazla mesai süresini uzatmayı ve ücretini düşürmeyi planlıyor. Bu nedenle Belçikalı işçiler de tıpkı Fransız sınıf kardeşleri gibi harekete geçti ve ülkeyi grevlerle, gösterilerle sarstı.”
Fransa ve Belçika’da milyonlarca işçinin grevlerle hayatı durdurmasına, sokaklara çıkmasına neden olan şey, işçileri güvencesiz, geleceksiz, uzun saatler ve kölece çalıştırmayı tasarlayan burjuvazinin yeni saldırı planları. Bu saldırı planları aslında Avrupa İstihdam Stratejisi (AİS) adı altında ortaklaştırılmış durumda. Bu proje gerçekleştirildiği takdirde, Avrupa’da işçi ve emekçilerin gün yüzü görmeleri mümkün olmayacak. AİS belgesinde de ifade edildiği gibi “dünyanın en rekabetçi ve dinamik ekonomisini yaratma” adına ortaya çıkan stratejiler, işçileri karnını doyurmak için çalışmaktan başka bir şey düşünemeyen basit canlılara dönüştürmenin stratejisidir.
İktisadi Kalkınma Vakfı’nın (İKV) Avrupa İstihdam Stratejisi belgesini anlatan “Avrupa 2020 Stratejisi” adlı yayınında yazılanlara bakıldığında stratejinin neyi amaçladığını, “büyüme”, “istihdam”, “rekabet” “verimlilik”, “esneklik” gibi kulağa hoş gelen sözlerin altında neyin yattığını anlamak hiç de zor değil.
“Bilindiği üzere ABD, 1990’lı yılların ortasında teknolojik evrim sürecine geçerek ‘yeni ekonomi’nin temellerini atması sonucunda, işgücü verimliliğinde Avrupa Birliği’ne göre daha yüksek oranlar kaydetmeyi başarmıştır. Nitekim 2001 yılının verilerine bakıldığında, işgücü verimliliği yıllık artış oranı Avro Alanı’nda yüzde 1,2 ile sınırlıyken, bu oran ABD’de yüzde 2,3 olmuştur.” (İKV)
Buradaki “yeni ekonomi”den kasıt teknolojik gelişmeleri de kullanarak ABD’deki çalışma koşullarının işçilerin aleyhine alabildiğine esnekleştirilmiş olmasıdır. Avrupa’da işgücü verimliliğinin ABD ile karşılaştırıldığında neredeyse yarı yarıya olması ABD’deki işgücü sömürüsünün ve kuralsızlığın vardığı düzeyin görülmesi açısından da önemlidir. Bugün Avrupa işçisinin getirilmek istendiği yer de işte bu sömürü çukurudur. Teknolojik evrim diye belirtilen şey ise üretim araçları teknolojisinin en az işçiyle en fazla sömürünün elde edilme noktasına gelmesidir. Bir burjuva kurum olan İktisadi Kalkınma Vakfı için teknoloji; genel anlamıyla insan yaşamının kolaylaştırılması, çalışma saatlerinin gelişen teknolojiye bağlı olarak azaltılması, refahın arttırılması, insanın gerçek anlamda özgürleşmesi için değil, üretim araçlarını elinde tutan sınıfın iktidarının pekiştirilmesi ve zenginleşmesi için kullanılmalıdır. Dünyanın ve üzerindeki canlı yaşamının var olma nedenini kapitalist-emperyalist tekellere hizmet olarak algılayan bilim ve düşünce insanı yaftalı şarlatanlar, işçilerin onlarca yıl çalıştıktan sonra yaşlılıkta hayatlarını idame ettirecekleri emekli aylıklarına bile tahammül edemiyorlar. Bunu ifade etmekten de çekinmiyorlar:
“Avrupa Birliği’nde ekonomik ve refah düzeyinin artmasıyla birlikte, vatandaşların ortalama ömür sürelerinin uzaması sağlanmıştır. Ancak bu olumlu gelişmelere paralel olarak doğum oranının azalması ve toplumun yaşlanması, Avrupa ekonomisini olumsuz yönde etkilemeye başlamıştır. Bir yandan emeklilik ve sağlık ile bakım harcamaları için talep artarken, diğer yandan çalışan nüfus sayısının azalması, Avrupa Birliği’nde sosyal yardım sisteminin nasıl finanse edileceği endişesini yaratmaktadır. Lizbon Stratejisi ile yaşlanan nüfusun getirdiği ekonomik ve sosyal yüklerinin üstesinden gelinmesi hedeflenmiştir.” (İKV)
İşçilerin sosyal güvencelerini “çalışma yaşamının katılıkları” ve “dinamik bir ekonominin üzerindeki yük” olarak görenler, işçiler yaşlanıp artık emeklilik vakti geldiğinde onlar için nasıl bir gelecek planlarlar acaba? Bir kere her şeyden önce emekli olmanın koşullarını imkânsız hale getirip emekli olmalarını engelleyerek. Burjuvazinin gözünde işçiler sadece bir üretim aparatıdır. Artık üretemez, çalışamaz duruma geldiklerinde, yani yaşlandıklarında, ortaya çıkardıkları “maliyetlerden” kurtulmanın bir yolunun mutlaka bulunması gerekir. Devletin buralara dökeceği paraların tekellerin kasasına aktarılması “ulus” için daha “hayırlı” olacaktır!
Yakınılan durumlardan biri de işsizlik oranlarıdır: “Benzer bir tablo, 2010 yılına kadar, istihdam oranını yüzde 70’e çıkartma hedefine ilişkin sonuçlarda da gözlemlenmektedir. Üye devletlerin, öngörüldüğü şekilde 2010 yılına kadar istihdam oranını yüzde 70’e çıkartma hedefine ulaşmaları, tabiatıyla mümkün olmamıştır. 2010 yılı verilerine göre istihdam oranı Avrupa Birliği’nde yüzde 64,1 iken, bu oran ABD’de yüzde 70,5 ve Japonya’da yüzde 74,7’dir.” (İKV)
Peki şikâyet edilen bu istihdam oranları nasıl yükseltilecek? ABD ve Japonya’daki istihdam oranlarının yüksekliği nasıl sağlandıysa aynı yöntemler kullanılarak. Yani “daha az iş güvencesinin sağlanması gibi sıkı önlemler alınarak”. Günümüzde çok kullanılan ve kimi yanlarıyla “pozitif” çağrışımlar yapan moda deyimiyle “esnekleştirme” ile. Yani her duruma uydurma yöntemi ile. Özenilen ve sürekli örnek olarak gösterilen ABD ve Japonya’da istihdam oranlarının yüksek çıkması, esnek, güvencesiz, part-time çalıştırma yöntemlerinin uzun yıllardır devam ediyor olmasından kaynaklıdır. Haftada birkaç saat çalışıyorsanız bile işiniz var demektir. Gerek Avrupa’da, gerek ABD veya Türkiye’de bu yeni saldırı stratejileriyle, sosyal bir patlama yaratmasından korkulan işsizlik sorununu, herkesin çalışmasını ama güvenceleri ellerinden alınmış bir biçimde çalışmasını, yani köleleşmesini sağlayarak halletmeye çalışıyorlar. Patronların istedikleri tam da bu; kendini her an kapıda bulma korkusuyla işçinin bir dilim ekmek, bir bardak suya razı olacak bir biçimde çalışmaya hazır olması.
Patronlar istiyor, AKP yapıyor
Türkiye’de Avrupa İstihdam Stratejisinin bir parçası olarak yürürlüğe sokulan projenin adı da Ulusal İstihdam Stratejisi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının “güvenceli esneklik” olarak propagandasını yaptığı bu saldırı paketinin reklâm sloganı bile akıllara zarar bir zıtlık içeriyor. Hem güvenceli hem de esnek! Nasıl yani? Bir müteahhidin şunları söylediğini düşünsenize: “Biz inşaatlarımızda demir kullanmayız ama inşaatlarımız çok sağlamdır.” Sloganı da şu olsun: “Demir yok ama çok sağlam!” Esnek ama güvenceli! Yersen…
Nedir güvence? Alınan sorumluluğa karşı ortaya konan şey. Yani işçinin çalışma sorumluluğunu üstlenmesi, patronunsa çalışmanın sürekliliğini garanti etmesi. Alınan maaşın yetmesi. Kıdem tazminatının olması. Sendikalı çalışma. Sözleşme. İş saatlerinin düzenliliği. İşin sürekliliği vs.
İşçilerin ömürlerini tüketerek çalışmaları karşısında patronların ortaya koyduğu şey ne? Esneklik. Hem de güvencelisinden!
Esneklik nedir? Değişik yorumlara ya da durumlara elverişli olma hali. Her duruma uyma. Yani istenilen duruma göre eğilip bükülebilme, istenildiği zaman üzerinde istenilen tasarrufun yapılabilmesi. İşçilerin çalışma koşullarına uyarlandığında ise; istenildiğinde işten çıkarma, istenildiğinde işe alıp istediği kadar çalıştırma, mesai saatlerini işletmenin ve rekabetin ihtiyaçlarına göre belirleme, ücretleri istediği gibi belirleme ve istediği zaman ödeme vs.
Peki öyleyse hem “esnek” hem de “güvenceli” nasıl olunabiliyor? Olunmuyor tabii. Bu AKP hükümetinin Çalışma Bakanlığınca işçileri kandırıp razı etmek için uydurduğu bir manipülasyon, en adisinden bir yalan.
Bütün diğer burjuva hükümetler gibi AKP de “rekabet gücü yüksek ve dinamik bir ekonomi” yaratmak, burjuva efendilerine faydalı olmak için çok kafa yoruyor, çok çalışıyor. Atalarımız, “at sahibine göre kişner” derler. At sahibine göre kişner ne demek: “Yönetilen veya buyruk altında çalışan kişi, tutumunu ya da çalışmasını yöneticisinin tavrına göre ayarlar. Bu sebeple yönetilen değil yöneten, çalışan değil çalıştırıcı daha önemlidir.” Bu atasözünde söylendiği gibi AKP hükümetinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı işsizlik, istihdam ve daha birçok konuda tam da sahibinin istediği gibi çözümler üretiyor. Çalışma Bakanlığının sitesinde yayınlanan Ulusal İstihdam Stratejisi belgesinin giriş kısmının 8. maddesinde şunlar yazıyor: “Temel politika eksenleri belirlenirken, makroekonomik politikaların istihdamı teşvik edecek biçimde sürdürülmesi, işgücünün verimliliğinin arttırılması, işgücü piyasalarının katılıktan arındırılması.”
Yani çalışma koşullarının patronların ihtiyaçlarına göre belirlenmesi. Aylardır televizyonlarda, gazetelerde propagandası yapılan, içinde kıdem tazminatının gaspından kölelik bürolarının hayata geçirilmesine, güvencesiz çalışmaya, taşeron çalışmanın asıl çalışma haline getirilmesine kadar bin bir türlü saldırı maddesinin bulunduğu ulusal istihdam stratejisi paketinin özü işte bu: İşgücü verimliliğinin arttırılması, işgücü piyasalarının katılıktan arındırılması. Yani daha fazla sömürü, daha fazla güvencesizlik! İşçiler verimli değilse eğer Türkiye dünyanın nasıl 17. büyük ekonomisi oluyor? Peki bu zenginlikten işçilerin payına ne düşüyor? AKP’nin hedefi Türkiye’yi dünyanın 10. büyük ekonomisi yapmak. Peki nasıl olacak bu? Efendilerin deyimiyle “işgücü piyasalarını katılıktan arındırarak”. Katılık dedikleri ne peki? Örneğin işçilerin hâlâ emekli olabiliyor olması. Hâlâ sendikalı işçilerin olması. Patronların işçilere “gel deyince gel, git deyince git” diyebileceği bir çalışma sistemine hâlâ kavuşamamış olmaları. İşçilerin şöyle ya da böyle hâlâ kıdem tazminatı alıyor olması. İyi ya da kötü hâlâ belirli saatler çalışıyor olmaları. İşte kölelik bürolarını da bu “katılıktan” kurtulmak için yasalaştırdılar.
İşçilere güvenceli bir yaşam ve iş ortamı sağlayacağını söyleyen AKP, işsizlik sorununu çözmenin ve güvenceli bir yaşama ulaşmanın çözüm adresi olarak İŞGÜCÜ PİYASALARINI gösteriyor. Sorunlar işgücü piyasalarının, yani patronların ihtiyaçlarına göre çözülecek. Piyasaya çıkarılan işgücü metaı, sahibinin (işçinin) pazarlık gücü kadar değer bulacak. Bu yasalarla, örneğin özel istihdam büroları (kölelik büroları) gibi uygulamalarla işçiler yalnızlaşacak, birbirinden yalıtılacak, güçsüzleşecek. Piyasaya işgücünü satmaya çıkmış işçi, eğer diğer işgücü sahipleriyle yani işçilerle dayanışamaz, birlik olamaz ise, satacakları şeyin, kanlarının, sinirlerinin değerinin belirlenmesi alıcıların yani patronların vicdanına kalacak. Fakat işçiler patronların vicdanını iyi bilir. İşçinin dini, milli duygularını sömürerek alın terini, işçi ailelerinin rızık mücadelesini, yaşam kavgalarını, üç kuruşluk gelirini İŞGÜCÜ PİYASASINDA mezata çıkarıyorlar. Bu vicdanını, merhametini piyasaya çıkarmışların, emekçi çocuklarının rızkını bile PİYASA MESELESİ yapmaları tüccarlıkta geldikleri ibretlik yeri gösteriyor.
Türkiye İşverenler Sendikasının İşveren adlı yayınının 2016 Mart-Nisan sayısında, TİSK Genel Sekreteri Bülent Pirler, AB ülkelerindeki hükümetlerin işçilere uyguladığı saldırı politikaları karşısında şapka çıkartıp, sözcüleri olan AKP hükümetinden de aynısını istiyor. Sonra da kendi isteği sanki emir telakki edilmeyecekmiş gibi bunun “zaten AB müktesabatının gereği” olduğunu vurguluyor. TİSK genel sekreteri aşağıdaki alıntıda adı geçen ülke hükümetlerinin işçi sınıfının ekonomik-sosyal haklarına saldırısını ve hak gasplarını büyük bir sevinçle anlatmaktan ve aynı koşulların Türkiye’de de uygulanması gerektiğini açık açık ifade etmekten çekinmemektedir. Patron sendikalarının bu cüreti işçi sendikalarının içinde bulunduğu aymazlığın ve sınıf işbirlikçiliğinin açık kanıtıdır.
“Özellikle Euro Bölgesi’nin Güney Avrupa kanadını oluşturan üyeleri yaşanan krizin de etkisiyle esnek işgücü piyasası yolunda çeşitli önlemleri hayata geçirmişlerdir. Bunlar arasında son derece dar ve katı işgücü piyasasına sahip Portekiz’in en fazla reform yapan ülke konumuna geldiğini görmek ilginçtir. İşgücü piyasasının adeta bloke olmuş haliyle Avrupa’da ün yapan İspanya, kıdem tazminatı miktarını düşürerek, işverenlerin ekonomik nedenlerle işçi çıkarmalarını kolaylaştırarak 2012 yılında önemli bir reform başlatmıştır. İtalya’da ise çok zaman alan işten çıkarma sürecinin maliyetleri düşürülmüş, işten çıkarmanın önündeki engellerin ortadan kaldırılması konusunda önemli adımlar atılmıştır. Almanya’da imzalanan toplu iş sözleşmelerinin işyerleri bakımından uygulanabilir olmasına özel önem verilmektedir. Bu ülkede 2003-2005 yıllarında gerçekleştirilen Hartz Reformları gençlerin istihdamını kolaylaştırmış ve part-time çalışanların ücretlerinin düşürülmesini sağlamıştır. Konfederasyon olarak özel istihdam büroları aracılığıyla geçici iş ilişkisinin sağlandığı avantajlardan en kısa sürede yararlanmak ve işgücü piyasasındaki bazı uygulamaların hukuki düzenlemeye kavuşturulması için söz konusu kurumun bir an önce yasal düzenlemeye kavuşturulması gerektiğine inanıyoruz. Yazımızı burada noktalamadan önce Türkiye’de bu sistemin uygulanmasının aynı zamanda AB müktesebatına uyumun da bir gereği olduğunu vurgulamak durumundayız.” (İşveren, 2016 Mart-Nisan)
Eyy insanı bile kapitalist piyasanızın ihtiyaçlarına kurban eden vampirler, siz ne istediniz de AKP vermedi? Gerçi baş temsilciniz arada sırada AB’ye efeleniyor, “eyyy AB, siz yolunuza, biz yolumuza” diyor ama söz konusu işçilerin derisini yüzmek ve efendilerinin çıkarı olunca Avrupa İstihdam Stratejisinin yerel eylem planı olan UİS maddelerini harfiyen uyguluyor. Ne için? Siz patronlar için.
Gerek Avrupa İstihdam Stratejisi, gerek onun bir parçası olarak Türkiye’de uygulamaya sokulan Ulusal İstihdam Stratejisi, işçileri köleleştirme stratejileridir. Hangi süslü cümlelerle kamufle edilmeye çalışılırsa çalışılsın bu stratejiler, AB’ye üye ve aday üye ülkelerdeki tekellerin uluslararası rekabetinin önünü açmak, bu rekabetin önünde engel olarak görülen kurallı çalışmayı son kertesine kadar esnekleştirip kuralsızlaştırmak, bu rekabetin yaratacağı kriz, çatışma ve savaş ortamına karşı işçi sınıfı ve emekçilerin tepkisini örgütleyebilecek başta sendikalar olmak üzere işçi örgütlerini dağıtmak, yok etmek için varlar. Mücadeleci işçiler olarak işyerlerinde tabandan başlayarak uluslararası mücadele birliğini yaratmaksızın, bu kan emici sömürü düzeninden kurtulamayız. Yaşasın bütün dünya işçilerinin uluslararası mücadele birliği!
[*] Marksist Tutum, okur mektubu, sayı 112
link: Ziya Egeli, AKP’nin Güvenceli Kölelik Stratejisi, 1 Temmuz 2016, https://marksist.net/node/5202
Fransa’da Grevler ve Euro 2016
Suruç Katliamını Unutmadık, Unutturmayacağız!