Kapitalist sistem gün geçtikçe daha çok çürüyor ve dünyanın dört bir yanında işçi sınıfı sermayenin saldırılarıyla karşı karşıya bulunuyor. Burjuvazi, işçi sınıfı hareketinin gerilemesinden ve uluslararası siyasal önderliğinin olmamasından yararlanarak, eline geçen her fırsatı değerlendiriyor. Ancak işçi sınıfı da uzun bir suskunluk döneminin ardından saldırılar karşısında tepkisini yükseltmeye başlıyor. Her ne kadar bu tepkiler henüz genel olarak yeteri kadar örgütlü ve güçlü değilse de, geleceğin güçlü fırtınalarını haber veriyorlar. Elbette işçi sınıfının öncü unsurları üstlerine düşen görevleri yerine getirirse.
Geçtiğimiz Mayıs ayı, işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta gerçekleştirdiği eylemlerle başladı. Pek çok ülkede işçi sınıfı alanlarda taleplerini haykırdı. Ay içerisinde de işçiler Avrupa’dan Asya’ya ve Okyanusya’ya dek çeşitli ülkelerde eylemler yaptılar.
Yunanistan
Yunanistan’da, hükümetin kamu sektöründe işten atılmaları kolaylaştırmak ve ücret kesintilerini arttırmak için yasal düzenleme yapacağı gün olan 10 Mayısta çalışanlar bir günlük genel grev düzenlediler. Greve çağrıyı Yunanistan Genel Sendika Konfederasyonu ve Yunanistan Kamu İşçileri Sendikası yaptı.
Yapılan çağrıya binlerce işçi ve emekçi ses verdi ve hayat felce uğratıldı. Yapılan grev, karayolu, demiryolu, havayolu ulaşımını kilitledi. Eğitim, sağlık, banka, belediye ve posta hizmetlerinde ciddi aksamalar oldu. Greve en büyük katılımı enerji ve Telekom çalışanları sağladı. Eylem günü Atina’da üç ayrı protesto gösterisi yapıldı. Ve eylem boyunca Atina, araçların egzoz gazından ve gürültüsünden bir günlük de olsa kurtarıldı.
Özellikle Avrupa ülkelerinde işçi sınıfının tarihsel mücadele birikimi olması, grev gibi eylemleri diğer ülkelere oranla daha kolay uygulamasını sağlıyor. Ancak işçi sınıfı kendi bağımsız çıkarları temelinde örgütlü olamadığından, yapılan bu görkemli eylemler daha ziyade işçi sınıfının tepkisini yatıştırmaya hizmet ediyor. Yine de her eylem kapitalistlerin yüreğini ağzına getiriyor ve işçi sınıfının kapitalist sistemi yıkacak güçte bir sınıf olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Avrupa Birliği, Avrupalı sermayedarların dünya sermaye sınıfı içinde rekabet gücünün korunabilmesi ve artırılabilmesi için ve yeryüzü emekçilerinin sömürüsünden pay kapma yarışında önemli bir yapılanma görevini yerine getirmek için çaba sarf ediyor. Bu çabalar, doğası gereği, işçi sınıfının kazanılmış haklarını gasp etmeyi, ücretlerini düşürmeyi, sosyal haklarını kırpmayı ve işten çıkarmaları içinde taşıyor. Yunan burjuvazisi ve devleti de, aynı kapsamda saldırılarını yoğunlaştırıyor.
Almanya
Almanya’da sermaye sınıfının çalışma sürelerinin yükseltilmesi talebini reddeden ve Şubat ayından bu yana çeşitli eylemlerle saldırıyı püskürtmeye çalışan işçi sınıfının mücadelesi Telekom işçilerinin greviyle yeniden gündeme geldi. Alman burjuvazisinin çalışma sürelerinin 38,5 saatten 40 saate yükseltilmesi isteği daha önce kısmen karşılanmıştı. Aynı şey şimdi 110 bin Deutsche Telekom çalışanının sözleşmelerinde dayatılmış durumda.
Ücret anlaşmazlığının yanında çalışma sürelerinin ücretlerde hiçbir iyileştirme yapılmadan yukarıya çekilmeye çalışılması, Telekom işçilerine grev kararı aldırttı. Mayısın ilk haftasında Almanya’nın yaklaşık elli bölgesinde uyarı grevi gerçekleştirildi. Ne var ki, bu greve rağmen Ver.di sendikası, kamu çalışanlarının çalışma sürelerinin bulundukları eyaletlere ve ücret düzeylerine göre 38,5 saat ile 40 saat arasında değişebileceğini kabul etti. Üstelik işçilerin ücretlerinde bu durum nedeniyle herhangi bir artış yaşanmayacak.
Sendika bürokratları, burjuvaziyle kol kola, haftada bir buçuk saat fazla çalışmayı önemsizleştirmeye çalışıp, sömürüyü daha da katmerlendirmesinde doğrudan burjuvaziye hizmet ediyorlar. Dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi Avrupa işçi sınıfının da temel önceliklerinden biri, sendika bürokrasisinin esaretinden kurtulmak olmalıdır. Ne AB gibi kurumlar, ne görüntüde mücadeleci kesilen sendika bürokratları ne de onların sınıf uzlaşmacı siyasetleri işçi sınıfını kurtarabilir. Kurtuluş işçi sınıfının devrimci siyasetinde ve militan sınıf mücadelesindedir.
Güney Afrika’da bir günlük grev
Güney Afrika’da binlerce kişi, açlığa, yoksulluğa, işsizliğe karşı sokaklara çıktı. 18 Mayısta Güney Afrika Sendika Kongresinin (Cosatu) çağrısıyla yapılan bir günlük grev özellikle otomotiv, maden ve eğitim sektöründe başarılı oldu. Büyük şehirlerde greve katılım daha yüksek oldu ve buralarda ulaşım da kilitlendi. Johannesburg ve Durban gibi sanayi merkezlerinde binlerce kişi alanları doldurdu. Sloganlarıyla hükümete seslenen işçiler yakıcı sorunlarının derhal çözülmesini talep ettiler.
Örneğin, Uitenhage kentindeki Wolkswagen fabrikasında üretim sınırlı olarak yapılabildi. Pietermaritzburg kentinde ise Güney Afrika Demokrat Öğretmenler sendikası greve güçlü bir katılım sağladı. Öğretmenler ve öğrenciler eğitim sisteminde öne çıkan rüşvet, eleman eksikliği ve güvenlik sorunu gibi sorunları dile getirdiler.
Güney Afrika’da işçi sınıfı açlıkla, işsizlikle ve AIDS gibi bulaşıcı hastalıklarla boğuşuyor. Yani ayakta kalabilme mücadelesi veriyor. Bu tür ülkelerde kapitalist sistemin vahşi yüzü kendini her zaman daha çıplak gösterir. Afrika toprakları tekellerin deney alanları oluyor ve insanlar kobay olarak kullanılıyor. Uluslararası tekeller deney sonuçlarından maksimum kârlar elde ederken, insanlara düşen acı ve ölüm oluyor. Güney Afrika işçi sınıfı da kapitalist barbarlığı en çıplak şekilde yaşıyor. Mücadele ederek bu sistemi yıkmak ve insan gibi yaşayabileceğimiz sosyalist bir toplumu kurmak mümkündür. Dünya işçi sınıfı demir yumruğunu kapitalist sisteme indirmek ve tüm pislikleriyle ezip yok etmek zorundadır.
Papua Yeni Gine’de öğretmenler uzlaşma değil mücadele dedi
İşçi sınıfı mücadelesinin önündeki önemli engellerden birinin sendika bürokrasisi olduğu biliniyor. Bu katman işçi sınıfı içinde düzenin sözcülüğünü yapmaktadır. Sınıf uzlaşmacı siyasetin, sosyal diyalog savunularının öne çıktığı sendikal harekette, sendika bürokrasisi, işçileri mücadeleden koparmak için muazzam çaba sarf ediyor. Şayet kontrol dışı bir mücadele gelişmiş ise mücadelenin önüne geçerek ve içini boşaltarak mücadeleyi bir şekilde engellemek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. İşçiler, ölüm gösterilerek sıtmaya razı ediliyorlar. Sendikalarda devrimci etkinin zayıflığı nedeniyle, işçi sınıfı ne yazık ki sınıf uzlaşmacı sendikal hareketin esiri olabiliyor. Bu nedenle sendikal harekete ilişkin olarak işçi sınıfının ikili görevi bulunuyor. Hem sermaye sınıfına karşı, hem de sözde işçi sınıfının öncüsü olduklarını savunan sendika bürokratlarına karşı mücadele etmek. İşte Papua Yeni Gine’de öğretmenlerin eylemi sendika bürokrasisine karşı sınıf çıkarlarını savunmak açısından önemli bir örnek oluşturuyor.
Papua Yeni Gine’de öğretmenler 2004 yılında yapılan anlaşma gereği ücretlerine %4 zam yapılmasını ve kira yardımlarının 7 kina’dan 200 kina’ya (1 Amerikan doları yaklaşık 3 kina değerinde) çıkarılmasını talep ediyorlardı. Sendika ile hükümetin, ödenmeyen ücretlerden sadece iki aylığın ödenmesi üzerine anlaşmaya varması öğretmenleri sokaklara döktü. Sendika bürokratları her yerde olduğu gibi Papua Yeni Gine’de de işçilerin hayatını ilgilendiren konularda onlara danışma ihtiyacı duymadı. Ama öğretmenler bürokratların her zamanki oyunlarını tersine çevirerek mücadelede kararlılıklarını gösterdiler. Grevlerinin sendika tarafından kabul edilmesi için sendika binaları önünde toplanan öğretmenler, sendikacıların tutumunu protesto ettiler. Sendika bürokratları bu satış metnini açıklarken öğretmenler sendika bürokratlarını yuhalayarak kürsüden indirdiler ve bu anlaşmayı kabul etmeyeceklerini açıkladılar.
Başkentteki 1000, Momase bölgesindeki 6000 öğretmen greve çıktığında sendika, işçilere işinizin başına dönün çağrısı yaptı. Ama öğretmenler mücadeleye devam kararı aldılar. Bu açıklamanın ardından ülkenin dört bir yanından öğretmenler başkentteki öğretmen arkadaşlarının yanında yer aldılar ve “ya hep beraber, ya hiçbirimiz” dediler. 38 bin öğretmenden 18 bini sendikanın anlaşmasını tanımıyor ve grevine devam ediyor.
Sonucu ne olursa olsun Papua Yeni Gineli öğretmenlerin mücadelesi, sendika bürokrasisine karşı tutumda önemli bir örnek oluşturmaktadır. İşçi sınıfının geleceğini, kendi koltuklarını ve çıkarlarını korumak uğruna masalarda meze yapan sendika bürokratlarına karşı militan mücadele verilmelidir. Sendikalar işçi sınıfının mücadele örgütleridir ve onları uzlaşmacı hainlerden arındıracak olanlar da sendikaların gerçek sahipleri olan işçilerdir.
Bangladeş’de tekstil işçileri fabrikaları ateşe verdi
Bangladeş ihracat gelirinin 1/3’ünü tekstilden karşılıyor. Fakat her kapitalist ülkede olduğu gibi Bangladeş’te de işçiler ağır koşullarda çalıştırılıyorlar. Tekstil işçilerinin çalışma saatlerinin süreleri belli değil, ücretleri çok düşük, çocuk işçi oranı çok yüksek ve fabrikalarda hiçbir güvenlik önlemi alınmıyor. İşçiler haftanın yedi günü çalıştırılıyorlar. Bedenleri artık bu koşullara dayanamaz hale gelen işçiler, 22-23 Mayıs tarihlerinde sorunlarını ve 11 maddelik taleplerini dile getirmek üzere sokağa çıktılar. İşçilerin seslerini yükseltmesine tahammül edemeyen patronlar, işçilerin üzerine polisi saldı ve saldırıda gerçek mermi, göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su kullanıldı. Polis saldırısı sonucunda bir tekstil işçisi öldürüldü ve pek çok işçi yaralandı. Fakat işçiler kendilerine saldıran polisle çatışmaktan geri durmadılar, tekstil farikalarını ateşe verdiler ve araçları yaktılar. Eylem boyunca süren çatışmalarda yaklaşık 100 işçi yaralandı. 300’ün üzerinde fabrika ve 500’ün üzerinde araç hasar gördü.
Tekstil işçilerinin isyanı, Savar, Gazipur, Sripur, Utara, Mirpur, Kafrul, Eski Dakka, Tejgaon olmak üzere pek çok şehir merkezine yayıldı. Bangladeş Giysi İmalatçıları ve İhracatçıları Birliği BGMEA’nın işçilerin sorunlarını çözmek bir yana, isyanı başlattığı gerekçesiyle 6 işçinin ismini polise ihbar etmesinin ardından gözaltılar başladı ve yaklaşık 100 işçi gözaltına alındı. Gözaltıların yoğun olduğu yerlerden Savar’da işçiler tutuklanan işçi arkadaşlarının serbest bırakılması ve cezalarının kaldırılması için yürüyüş düzenlediler. İşçiler böylece mücadele eden ve burjuvazinin eline düşen arkadaşlarını yalnız bırakmayacaklarını göstermiş oldular.
Çatışmaların yoğun yaşandığı bölgelerden Dakka’ya 1000 asker, 800 acil müdahale askeri ve 30 silahlı müfreze takımı yerleştirildi. Çatışma yaşanan şehirlerde eylemden sonraki günlerde çok sayıda fabrika kapatıldı. Sanki şehirler düşman işgali altındaydı ve cephe savaşı veriliyordu.
Yaşanan olaylar bir kez daha kapitalist sistemin gerçek yüzünü çırılçıplak ortaya çıkarıyor. İşçileri iliğine kadar sömüren, insan yerine koymayan, hak talep ettiklerinde polisini, ordusunu işçilerin üzerine salan ve işçileri hücrelere tıkan sistem KAPİTALİZM’dir. Bu sisteme karşı örgütlü ve devimci bir mücadele vermeksizin ne Bangladeşli işçilerin ne de dünyanın diğer işçilerinin kurtuluşu mümkün olabilir.
İngiltere’de işten atılmalara karşı uyarı grevi
İngiltere’de işçiler Mayıs ayına eylemlerle başladılar. Tasarruf tedbirleri gerekçesiyle hastanelerde bölümlerin kapatılması, makinelerin çalıştırılmaması ve sağlık çalışanlarının işten çıkarılmaları üzerine 1 Mayıs’ın ardından uyarı grevleri yapıldı. UNION sendikasının açıklamasına göre son aylarda yaklaşık 7000 işçisi işten çıkarıldı. Bu sayının 13 bine ulaşması bekleniyor. Sağlık Bakanının tüm bu sorunlara rağmen yüzsüzce yaptığı “sağlığın en iyi yılı” açıklamaları sağlık çalışanlarının öfkesinin katmerlenmesine neden oldu. Yaşanan bu sorunları protesto etmek için kamuda çalışan işçi ve memurlar 2 Mayıstan itibaren 48 saatlik iş bırakma eylemi düzenlediler. Sendika tarafından bu eylemin uyarı niteliğinde olduğu ve taleplerinin dikkate alınmaması durumunda genel greve gidileceği açıklandı.
İngiltere’de çeşitli bölgelerde aynı sorunlar karşısında uyarı grevleri yapıldı. Örneğin Galler bölgesinde işten çıkarmaları ve sağlık hizmetinin kalitesinin düşürülmesini protesto eden 7000 işçi greve çıktı. PCS’ye (Kamu ve Ticari Hizmetler Sendikası) bağlı işçiler son iki yılda 700 işçinin işten çıkarıldığını ve 78 ofisin kapatıldığını açıklıyorlar.
İngiltere’de sadece sağlık sektöründe değil farklı sektörlerde de işten çıkarmalar ve diğer sorunları ilgilendiren grevler yapıldı. Otobüs şoförleri ve itfaiye çalışanları aynı sorunlar için grev kararı almış bulunuyorlar.
İşçiler elbet kapitalizmin doğum yerini onun mezar yeri de yapacaklardır. Sistem her yerinden lime lime dökülüyor. Bunalım içinde debelenen kapitalist sistem, bu krizden kurtulmak umuduyla her yerde işçi sınıfının boğazına çörekleniyor. İşçiler tüm sorunların kapitalist sistemden kaynaklandığını kavrayıp, mücadeleye sarıldıklarında ve kapitalist sistemi devirdiklerinde insanca yaşama giden yolu açmış olacaklar. Sağlık sorunu diğer tüm sorunlar gibi kapitalist bataklıkta çözülemez. Bütün üretilenlerin tek yaratıcısı olan dünya işçi sınıfı, ürettiği her şeyi eşit bir şekilde tüketeceği bir dünya kurmak için sosyalist mücadele bayrağına sımsıkı sarılmalıdır.
link: Marksist Tutum, İşçi Hareketinden: Mayıs 2006, 29 Mayıs 2006, https://marksist.net/node/840
Yaşasın Aslanların Tarih Bilinci
Nepal'de Halk Krallığı Salladı