Faşist rejim iktidarını koruma kaygısıyla tam bir gözü dönmüşlük içinde emekçi kitlelere saldırıyor. Döviz son hızla yükselişini sürdürürken emekçi kitleler sefaletin daha derin çukurlarına doğru yuvarlanıyor. 23 Kasım Salı günü dünya ekonomi tarihinde çeşitli ülkelerde zaman zaman olan “kara gün”lerden biri olarak kayda geçti. Lira dolar karşısında sadece bir günde yüzde 17 değer kaybetti. Bu durum emekçilerin sofralarından her gün büyük dilimler çalınması anlamına geliyor. Ülke adeta bir yangın yeri haline gelmiş durumda. Onyıllardır ilk kez temel mallarda yokluk ve kuyruklar gündeme gelmeye başladı. Fiyatlar alıp başını giderken mal ticaretinde ciddi duraklamalar, aksamalar ve yanı sıra tüccarların stokçuluğu baş gösterdi.
Bir anda hızlanan yoksullaşmayla birlikte, bugünlerde gündem konusu olan ve “büyük” zam yapılacağı söylenen asgari ücret artık dolar bazında Arnavutluk dâhil tüm Avrupa’da en düşük asgari ücret haline gelmiş durumda. Üstelik Türkiye, ücretliler içinde yaklaşık yüzde 50’yle asgari ücretlilerin oranı en yüksek ülke. Rejimin sahte enflasyon verileri bile yüzde 20 düzeyinde bir tüketici enflasyonu olduğunu söylüyor. Bağımsız iktisatçıların topladığı veriler emekçilerin hayatın içinde yaşadıkları gerçek tüketici enflasyonunun en az yüzde 50’nin üstünde olduğuna işaret ediyor. 20 yıldır iktidarda olan Erdoğan ve AKP’nin en büyük propaganda yalanlarından biri şimdi geri teperek çöküyor. “Eskiden yokluk vardı, kuyruklar vardı” diye başlayan demagojik nutuklar şimdi yerini arsızlığa ve “lokmanızı azaltın” telkinlerine bırakmış durumda. Bu arsız kibir içinde semirmiş yeni zenginler şimdi emekçilere “2 kilo et yerine yarım kilo al, 2 kilo domates yerine 2 tane al!”, “kuru soğan, ekmek ye” diyebiliyor.
“Artık yeter” duygusu eyleme dönüşüyor
Bu ağır kriz tablosu karşısında gelecekleri iyice belirsiz hale gelen milyonlarca emekçinin kaygıları da öfke ve tepkileri de artıyor. Geniş kitleler henüz bekleme halinde olsalar da yaşananlara sessiz kalmayan binlerce emekçi geceleri sokaklara dökülerek “Hükümet İstifa” sloganıyla iktidara tepkisini haykırıyor. Sosyalistlerin başını çektiği bu eylemlere ve çağrılara ODTÜ başta olmak üzere çeşitli üniversitelerden öğrencilerin de ses verdikleri görülüyor.
Emekçi kitlelerin karşı karşıya bırakıldığı bu ağır yıkım koşullarında, işçi sınıfı cephesinden bir tepki de DİSK’ten geldi. 25 Kasımda DİSK’in örgütlü olduğu işyerlerinde bir bildiri okundu. Bildiride, “Türk lirası değer kaybedince ücretler azalacak, rekabet gücümüz artacak, yabancı sermaye Türkiye’ye akacak” beklentisiyle yürütülen emek düşmanı politikadan derhal vazgeçilip, TL’nin değersizleşmesi nedeniyle yaşanan tüm kayıpların asgari ücret artışıyla telafi edilmesi, bu artışta işçilerin büyümeden de pay almaları gerektiği dile getirildi. “Kara kışı işçi baharına çevirelim” denerek tüm emek ve demokrasi güçleri ortak mücadeleye çağrılırken, 25 ve 26 Kasımda pek çok kentte basın açıklamaları gerçekleştirildi. Binlerce işçinin katıldığı bu eylemlerde sık sık “hükümet istifa”, “genel grev, genel direniş” sloganları yükseldi.
“Hükümet istifa” sloganları 25 Kasım eylemlerinde bir araya gelen kadınların çığlıklarında da yankılandı. Gerek KESK’e bağlı sendikaların gerekse 25 Kasım Kadın Platformlarının çağrısıyla başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere çok sayıda kentte sokağa çıkan emekçi kadınlar, hem erkek-devlet şiddetine hem de izlediği politikalarla her alanda kadınların prangalarını sıkan Erdoğan rejimine öfkelerini haykırdılar. Kadın cinayetlerinin, kadınlara yönelik şiddetin, kadın işsizliğinin ve yoksulluğunun patlamalı bir şekilde artmasına karşı seslerini yükseltmeye devam edeceklerini dile getiren emekçi kadınlar sokakları “hükümet istifa” sesleriyle inlettiler. İstanbul’da İstiklal Caddesinde geçekleştirilen kitlesel eylemin yanı sıra Diyarbakır ve Antakya’daki eylemlerde de kadınlar polis terörüne maruz kaldılar. İstanbul’da polisin gazla, copla, plastik mermiyle gerçekleştirdiği saldırı karşısında kadınlar bu yıl da boyun eğmediler ve barikatları dağıtıp tekrar tekrar toplandılar.
Çıkmazdaki rejim yeni algı oyunlarını ve tehditleri devreye sokuyor
Onlarca kentte kendisini gösteren bu eylemler henüz dar kapsamlı olsa da anlamlıdır. Sokağa çıkma eğiliminin açıkça ortaya çıkması, hep itidal yanlısı olan burjuva muhalefeti bile harekete geçirerek miting kararları almalarına yol açtı. Ama asıl olarak rejim cephesi derhal dişlerini göstermeye başladı. Bu düzeydeki gösterilere bile kolluk saldırısı gecikmedi ve birçok gösterici polis şiddetine maruz kalıp gözaltına alındı. Rejimin siyasi sözcülerinden tutun, besleme medya kalemşorlarına, geride tuttuğu paramiliter güçlerine kadar neredeyse tüm unsurları çeşitli biçim ve söylemler altında gözdağı vermeye başladılar. Alaattin Çakıcı gösteri yapmaya kalkanları tehdit eden içerikle yazılı mesaj yayınlarken, gençlik örgütlenmesi kılığında paramiliter teşkilatlanmanın başka bir kolunu temsil eden cenahtan da “sokağa çıkmamız Reis’in bir işaretine bakar” beyanı geldi. Bunların hepsinin “sokağı kana bularız” tehdidi anlamına geldiği malûmdur.
Diğer taraftan besleme iktidar medyası karalama kampanyasına girişmeyi ihmal etmedi. Örneğin baş kalemşorlardan Abdülkadir Selvi, “Ben İzmir ve Batıkent’te başlatılan eylemlerin tesadüfi olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’ye yayılıp yayılmayacağını da bilmiyorum. Ama İkinci Gezi mi planlanıyor, sorusunu da artık hemen elimin tersiyle itmiyorum. Dikkatle izlemeye devam...” diyerek rejimin tepesindekilerin “Türkiye’ye operasyon var” yollu söylemlerini seslendiriyor. Ne var ki aynı Selvi’nin bile iktidarın izlediği ekonomi politikasını doğru bulmadığını arada ifade etmeye kendini mecbur hissettiği günlerden geçiyoruz. Fakat bu tür itiraflar faşist iktidarın genel söylemini değiştirmiyor. Yaşanan ekonomik felâket “dış güçlerin ve hainlerin” işleri gibi sunuluyor, “dövizde operasyon yapılıyor” gibi söylemler alabildiğine kitlelerin üzerine boca ediliyor.
Elbette en başta Erdoğan demagojik propagandayı yürütüyor. Milliyetçi duygulara seslenmeye çalışarak, hatta statükocu Kemalist söyleme oportünistçe bir öykünme içinde, “ekonomik kurtuluş savaşı”ndan, ekonomi politikalarını eleştirenleri hedef alarak “mandacı iktisatçılar”dan söz ediyor:
“Ülkemizi denklemin dışına itmek isteyenlerin kur, faiz ve fiyat artışları üzerinden oynadıkları oyunları görüyoruz. Ülkemizi bunca tuzaktan, badireden nasıl çıkardıysak Allah’ın yardımı ve milletimizin desteğiyle bu ekonomik kurtuluş savaşından da zaferle çıkartacağız (…) Üretim, yatırım, istihdam, büyüme odaklı ekonomi politikasında ülkemiz ve milletimiz için en doğrusunu yapmakta kararlıyız. Kurun piyasadaki hareketlerini bunun için takipte özellikle kararlıyız. Yatırımı, üretimi, ihracatı bu yüzden teşvik ediyoruz. Felaket tellallarının gürültülerini bunun için dikkate almıyoruz. Mandacı iktisatçıların reçetelerine bunun için itibar etmiyoruz. Fahiş fiyat artışları yapan fırsatçılara da göz açtırmayacağız, hepsinin tepesine tepesine bineceğiz.”
İktidarı gasp etmiş sermaye fraksiyonunun Erdoğan öncülüğünde bir savaş yürüttüğü doğrudur. Ama bu Erdoğan’ın sunduğu gibi bir ulusal “ekonomik kurtuluş savaşı” değildir. Bu savaş, iktidarı tehlikeye giren söz konusu sermaye fraksiyonunun kurtuluş savaşıdır, beka savaşıdır. Ve bu savaş esasen emekçi kitlelere karşı yürütülen bir sınıf savaşıdır. Elbette bu savaşın aynı zamanda kısmen sermayenin diğer fraksiyonlarını hedef alan boyutları da vardır, ama işçi sınıfı ve emekçi kitleler açısından esas boyut kendilerini hedef alan sınıf saldırısıdır. “Ekonomik kurtuluş savaşı”nın doğru okuması budur. Yakın zamana kadar emekçi kitleler içinde geniş bir kesimin desteğini almayı başarmış olan Erdoğan ve AKP, bir süredir bu cephede hızlı bir destek kaybı yaşıyor. Olağan bir seçimle iktidarda kalmasının imkânsız olduğunu görüyor ve hatta çeşitli biçimlerde itiraf ediyor.
Tam da böyle olduğu için, geldiği sıkışmışlık noktasında rejim artık ekonomiyi bile MGK gündemine koyuyor. Resmî açıklamaya göre “Türkiye ekonomisine yönelik tehdit ve sınamalar” MGK gündemine alınmış. Bununla ekonomi bir “güvenlik sorunu” şeklinde tanımlanmış oluyor. Böylece söz gelimi ekonomik durumu ve gidişatı protesto etmek, hükümeti istifaya çağırmak bile, MGK onaylı olarak, bir güvenlik sorunu kılıfına sokulabilecek. CHP’nin başlatmayı planladığı miting serisinin ilkini oluşturacak olan Mersin mitingi için, hemen istenen yerin yasaklanması kararı, İstanbul’da çeşitli ilçelerde genel eylem yasaklarının ilan edilmesi, HDP’ye yönelik pek çok kentte başlatılan yeni saldırı dalgası rejimin yaklaşımını ortaya koyuyor.
Sınıf cephesi mücadeleyi büyütmeli
Faşist iktidar geldiği çıkışsızlık noktasında kendi aklınca sözümona bir hesap yapıyor. Medyadaki besleme kalemşorlara yansıdığı kadarıyla 5-6 ay süren bir sıkıntı sürecinden sonra sözde düzlüğe çıkılacakmış! Artan ihracatla birlikte döviz girişi artacak, döviz rezervi açığı ve cari açık kapanacak, böylece kur oynaklıkları yatışacak ve kur düşmeye başlayacak, düşük faiz ve ihracat iştahıyla artan yatırımlar ve istihdamla birlikte emekçi kitlelerin de hoşnutsuzluğu güya yatışmaya başlayacakmış! Bunun uyduruk ve hayalci bir hesap olduğu uzun boylu açıklamayı gerektirmiyor. Kendi bekası için emekçi kitlelerin kemiklerini çiğnemeye ant içmiş faşist sermaye fraksiyonunun yürüttüğü bu “ekonomi deneyi” emekçiler için gerçekte yeni felâketleri hazırlamaktadır. Hayat pahalılığı ve yoksullaşmanın çok daha yüksek seviyelere çıkacağı günler bizi beklemektedir.
O nedenle emekçi kitlelerin hoşnutsuzluğu ve öfkesi artmaya devam edecektir. Başlayan eylemler her ne kadar kapsamı dar olsa da gelinen noktanın bir dışavurumudur. Rejimin işçi sınıfını hedef alan sözde “ekonomik kurtuluş savaşına” karşı direniş şarttır. Siyasal atmosfer değişmektedir ve bunun temelinde bizim uzun süredir dile getirdiğimiz ekonomik kötüleşme yatmaktadır. İşçi-emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarındaki hızlanan kötüleşmeye karşı tepkileri isabetli biçimde iktidarı da hedef almaya başlamaktadır. Burjuva muhalefet güçlerinin bile harekete geçmeye başlamaları temelde bununla ilişkilidir. Elbette onlar frenleme yaparak tepkileri seçim/sandık çerçevesinde tutmaya ve kendi kanallarına yöneltmeye çalışıyorlar. Ama ekonomik çöküntünün dinamiği bu frenleme eğilimini aşıp geçme potansiyeline sahiptir. Sınıf cephesinin tepkisini büyütmek için tüm sınıf güçlerinin yeni bir seferberlik ruhuyla hareket etmesinin zamanı gelmiştir.
link: Marksist Tutum, Beka Savaşı İçindeki Rejim Emekçilere Saldırıyor, 27 Kasım 2021, https://marksist.net/node/7516
Belarus-Polonya Sınırında Göçmen Krizi
Atsın Artık Şu Tepeniz!