Rejimin baskıları ve medya üzerindeki tahakkümü, gerçeklerin geniş kitlelerce duyulmasını ve örgütlü bir tepkinin yükselmesini engellemeyi hedefleyerek ağırlaşmaya devam ediyor. İktidar bloku, yayılıp genişleyeceği ve kendisine karşı tehdit oluşturacağı korkusuyla en ufak bir muhalefeti bile engellemek için dört bir koldan sopa sallıyor. Covid-19 salgını karşısında sağlıkçıların korunmasız bırakılmasını ve gerekli önlemlerin alınmamasını protesto eden Türk Tabipler Birliği’nin bile “terörist” ilan edilip kapatılmasından dem vurulması bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Memleketin durumu bu olunca zulmün en büyüğünün her zamanki gibi Kürde düşmesiyse bu ezilen halkın makûs talihidir ne yazık ki.
Mevcut rejim, 2016 Temmuzundan itibaren girilen OHAL dönemeciyle birlikte kurumsallaşmaya başlamasından itibaren bu saldırganlığı en üst noktalara çıkardı. Bu süreçte işinden edilen, soruşturmalara maruz bırakılan ve hapis cezalarına mahkûm edilen on binlerce insanın önemli bir bölümünü muhalif Kürtler oluşturdu. Keza rejim, atadığı kayyumlarla Kürt halkının siyasi iradesini göstere göstere ayaklar altına almaktan zerrece çekinmedi. Bugün neredeyse bütün HDP belediyelerinin yerinde kayyumların sopası sallanıyor. Ama muktedirlere tüm bunlar yetmiyor ve 12 Eylül rejimini andıran manzaralara her gün bir yenisi ekleniyor. Geçtiğimiz günlerde iki Kürt köylüsüne yapılan zulüm, iktidarın bu açıdan aldığı yolu da açık bir şekilde gösteriyor. 11 Eylülde Van’ın Çatak ilçesindeki köylerinde askerler tarafından gözaltına alınan ve işkenceye maruz bırakılan Servet Turgut vücudundaki sayısız kırıkla yoğun bakımda yaşam savaşı veriyor. Osman Şiban ise yine işkence yüzünden hafıza kaybına uğramış vaziyette. İki köylünün helikopterden atıldıklarının hastane raporlarına da geçtiğinin ortaya çıkmasının ardından HDP yetkilileri ve milletvekilleri iktidardan buna dair bir açıklama istediler. HDP Merkez Yürütme Kurulu, 21 Eylülde yayınladığı açıklamada şunları ifade etti:
“Ağırlıklı olarak Kürt coğrafyası olmak üzere hemen her gün, Türkiye’nin farklı bölgelerinden kaçırma, ırkçı saldırı, cinayet, işkence haberleri geliyor. Milletvekillerini, Anayasa Mahkemesini, TTB’yi tehdit edenler ve kendileri dışında herkesi düşman hedefi olarak gören ve gösterenler; işledikleri suçları saklama gereği dahi duymuyor. Aksine, yaptıkları işkenceleri, saldırıları görünür kılıyor ve toplumu korkutmak için bir araç olarak kullanıyorlar.
“En son 11 Eylül günü Van'ın Çatak ilçesinde operasyona çıkan askerler tarafından tarlalarında çalışırlarken gözaltına alınan ve 2 gün sonra Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin yoğun bakım ünitesinde oldukları ortaya çıkan 8 çocuk babası Osman Şiban (50) ve 7 çocuk babası Servet Turgut’un (55) helikopterden atıldıkları hastane raporu ile apaçık belgelendi. Tek başına bu belge bile, kurumsallaştırılmak istenen işkence yönetiminin her türlü meşru ve evrensel hukuk karşısında yargılanması için yeterlidir. Ancak olayın üzerinden 10 gün geçmiş olmasına rağmen ne hükümet ne de yerel sorumlular tek bir açıklama yapmadı. Eğer bu suçlar doğrudan hükümetin talimatıyla gerçekleşmiyorsa, bu konuda hükümet derhal açıklama yapmalıdır. Aksi halde bu sessizlik, suçun itirafı ve kabulü olarak tarihe geçecektir.
“Bu vahşet 90’lı yıllarda Kürtlere yönelik işlenen her türlü insanlık dışı suçun devamı hatta daha beteridir. Bu ahlaksızlığa, işkencelere, düşmanlığa imza atan zavallıları uyarıyoruz; karşınızda saldırılarınızdan korkacak, özgürlük ve eşitlik taleplerinden geri adım atacak bir halk yok. Kürt halkını, özgürlük arayanları hiçbir katliam, hiçbir darbe durduramadı. Onların kötü birer taklidi olan sizin uygulamalarınız da durduramayacak. Sizse işkence ve suç pratiklerinizin altında kalacaksınız.”
Tepkinin artması ve Meclise soru önergelerinin verilmesiyle birlikte, on gündür sesi sedası çıkmayan iktidarın 22 Eylülde Van Valiliği aracılığıyla bir açıklama yapmak zorunda kalması manidardır. Valilikten gelen açıklamada köylülerin “dur ihtarına uymayarak kaçmaya çalıştıkları esnada kayalık alanda düşerek yaralandıkları, adli sürecin başladığı ve olayın tüm boyutlarıyla titizlikle değerlendirildiği” söyleniyor.
Osman Şiban 21 Eylülde hastaneden taburcu edildi fakat 22 Eylülde evi basılarak askeri hastaneye götürüldü. Avukatları, gözaltı kararı olmadan yapılan bu uygulamayla hukuksuzluğun devam ettiğini dile getiriyorlar. 22 Eylülde Van’a giden HDP heyeti de her zamanki gibi polis engeliyle karşılaştı. Bilgi almaları ve açıklama yapmaları engellenen partililer gözaltına alınmaya çalışıldı. Tüm baskılara ve engelleme girişimlerine rağmen Van Bölge Araştırma Hastanesi önünde heyet adına konuşan HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, iktidara şöyle seslendi:
“Şimdi biz buradan soruyoruz: Bu işkence emrini kim verdi? Süleyman Soylu’ya soruyoruz. Milli Savunma Bakanlığı mı sorumludur? Hulusi Akar’a soruyoruz. Emri kim verdi? Özel Harekat mı yaptı bu işkenceyi? Emniyet mi yaptı? Kolluk mu yaptı? Sizin yeni JİTEM’iniz mi yaptı? Kim yaptı bu işkenceyi?”
“Bu işin hukuken de politik olarak da peşini bırakmayacağız. Kürde zulmetmek serbest. Kürde zulüm edene hiçbir şey yapılmıyor. Ne yapılıyor? Ödüllendiriliyor. Cezasızlık uygulanıyor. … Yani bu ülkede Kürtler hakka, hukuka sahip değilmiş gibi davranılıyor. Kürtler bu ülkenin insanı, yurttaşı değilmiş gibi davranılıyor. … Bu iktidar zulümle, istibdatla ayakta duruyor. Ve bu zulmün karşısında herkesin diz çökmesini istiyor. Hayır, biz buna asla boyun eğmeyeceğiz ve asla bu zulmün karşısında diz çökmeyeceğiz. Ne Kürt halkı ne Türkiye demokrasi güçleri ne HDP ne siyasal ve toplumsal muhalefet bu iktidarın hukuksuzlukları, adaletsizlikleri ve zulmü karşısında boyun eğecek.”
“Şunu çok açık söyleyeyim; bu iktidardan merhamet, anlayış dilenmiyoruz. Bu iktidarın baskıları, zulmü, istibdadı karşısında demokratik direnişimizi sürdürüyoruz. Politik mücadelemizi sürdürüyoruz. Toplumsal barış, adalet ve demokrasi mücadelemizi sürdürüyoruz. Bir tek yurttaşımızın dahi burnunun kanamayacağı günlere ulaşmak için toplumsal ve siyasal muhalefetin hep birlikte Türk halkıyla, Kürt halkıyla bu ülkede yaşayan herkesin, bütün toplumun dimdik ayakta duracağını ve bunun hesabının sorulacağını biliyoruz.”
Rejimin böylesine pervasız davranabilmesi; toplumsal muhalefetin alabildiğine bastırılması, medyanın çok büyük bir bölümünün mutlak tahakküm altına alınması, ama en önemlisi de burjuva muhalefetin Kürt halkına yönelik saldırılar karşısında tümüyle suspus kalması sayesinde mümkün olabilmektedir. Kürt tarım işçileri gittikleri batı kentlerinde ırkçı saldırılara maruz kalırken ve iktidar tüm makamlarıyla buna çanak tutarken gıkı çıkmayan burjuva “muhalefet” partilerinin, Kürt köylülerin helikopterden atılma iddiaları karşısında da ağzını bıçak açmıyor. 12 Eylül faşist rejimi nasıl CHP geleneğinden gelen siyasi parti yönetimleri de dâhil olmak üzere burjuva partilerin milliyetçi/devletçi tutumundan güç alarak Kürt halkına zulmettiyse, bugün de mevcut iktidar her türlü hukuksuzluğunu ve zulmünü bundan aldığı güçle sürdürmektedir. Yapılan sınır içi ve sınır dışı operasyonlara “terörle mücadele” adı altında tam destek verenler, emperyal dış politikanın pek çok alanında olduğu gibi Kürt politikasında da rejimin payandasına dönüşmüşlerdir. Seçim dönemlerinde akla gelen Kürtler, seçimler bittikten sonra kaderleriyle baş başa bırakılmaktadır. Oysa HDP’li belediyelerin kayyumlarla gasp edilmesi, milletvekillerinin Meclisten derdest edilmesi, tutuklanması, düzmece iddialarla onlarca yıl hapse mahkûm edilmesi vb. karşısında burjuva muhalefetin dut yemiş bülbül gibi susması, sadece Kürtleri değil bütün bir ülkeyi totaliter rejimin zulmü altında inim inim inletmekte ve burjuva muhalefet kendi politika alanını kendi eliyle daraltmaktadır. Bu karanlıktan aydınlığa çıkış ancak Türkiyeli emekçilerin bu iktidara hep birlikte direnmesiyle ve karşı koymasıyla mümkün olacaktır. “Sarı öküz” teslim edilmeye devam edildikçe sadece Kürde değil Türke de zulümden kurtuluş yoktur.
link: Marksist Tutum, 40 Yıl Sonra 12 Eylül Rejimini Andıran Bir Zulüm Tablosu, 23 Eylül 2020, https://marksist.net/node/7035
Dün Mississippi, Bugün Dünya Yanıyor!
İnce Memed: Başkaldırmaya Mecbur Adamın Romanı