6 Şubatta gerçekleşen depremlerde faşist rejimin “Büyük Türkiye”si çöktü. Yıllardır geleceği bilinen depremde on binlerce bina; konutlar, hastaneler, okullar, yurtlar, kamu binaları, oteller, depreme dayanıklı diye pazarlanan rezidanslar yıkıldı. Gerçeği yansıtmaktan çok uzak olan resmi rakamlara göre 41 binden fazla insan enkaz altında can verdi. Köprüler, havaalanları, duble yollar gibi yaşam da tahrip oldu. Aileler parçalandı, depremle yerle bir olan kentlerde insanlar sokakta kaldı, imkân bulabilenler bu kentleri terk etti. Depremin yarattığı yıkım ve depremden sonra yaşananlar, tüm imkânlarını seferber ederek halkın yaraları sarmasını beklediği devletin aslında bu yıkımın sorumlusu olduğunu inkâr edilemez biçimde açığa vurdu, faşist rejimin acizliğini ortaya serdi. Bu süreçte her şey gibi eğitim de faşist rejimin yarattığı enkazın altında kaldı! Faşist rejim eğitim alanına ilişkin aldığı kararlarla yüz binlerce genci ve aileyi daha da mağdur etti, yegâne önceliğinin kendini korumak ve bekasını sürdürmek olduğunu ortaya koydu.
Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, 9 Şubatta yaptığı açıklamayla tüm Türkiye’de ilkokul, ortaokul ve liselerde eğitime 20 Şubata kadar ara verildiğini, depremin etkilediği illerde ise bu sürenin 1 Marta kadar uzatıldığını duyurdu. Ardından 1 Martta eğitimin devam edip etmeyeceğine ilçe ve okul bazlı karar vereceklerini açıkladı. Ancak söz konusu ilçe ve okullara ilişkin kararların neye göre verileceği, okulların depreme dayanıklı hale getirilip getirilmeyeceği gibi önemli sorular muallakta kaldı. Aradan geçen günler ve haftalara rağmen henüz bu konuda çalışmalar yapıldığına ilişkin emareler de yok. Sonuç olarak deprem bölgesi dışında olan 71 ilde okullar 20 Şubatta açıldı. Okulların açılmasına, depremin vurduğu illerdeki anaokullarının enkazlarına bağlanan balonları gösteren videolar, enkaz altında kalan öğrencilerin, öğretmenlerin listelerini gösteren sosyal medya paylaşımları, ebeveynsiz kalan çocukların tarikat ve cemaatlere teslim edildiği haberleri, diğer illerden gelen depremzede çocuklarla iletişim kurmanın yöntemleri tartışmaları eşlik etti. Depremden önce ilk ve ortaöğretimde, artan hayat pahalılığı yüzünden beslenme, servis gibi sorunlar iyice ağırlaşmışken bu sorunlar depremin etkisiyle daha da ağırlaştı. Sonuçta ilk ve ortaöğretim de enkazın derinliklerine gömüldü.
Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) ise önce tüm yükseköğretim kurumlarında bahar eğitim öğretim dönemi açılışının ikinci bir duyuruya kadar ertelendiğini açıkladı. Tek adam Erdoğan, 11 Şubatta “yaz mevsimine kadar üniversitelerimizi tatil ediyoruz. Tamamen uzaktan eğitimle devam edecekler” buyurdu. Bunun üzerine YÖK tüm üniversiteler için yaza kadar uzaktan eğitime geçilmesi ve yüz yüze eğitim yapılmaması yönünde karar aldığını duyurdu. 18 Şubatta tüm rektörleri acil toplantıya çağırıp, hibrit eğitim yapabileceklerini duyuran üniversitelerin rektörlerini tehdit etti. Laboratuvar, stüdyo dersleri gibi uygulamalı derslerin bile pandemi döneminde olduğu gibi uzaktan yapılması talimatını verdi. 12 Eylül faşizminin ürünü olan ve bugün de sivil faşist rejimin etkin bir aparatı olmayı sürdüren YÖK, bu kararlarıyla milyonlarca genci altına alan enkazın üzerinde tepinmiş oldu.
11 Şubattaki açıklamaların ardından Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) yurtlarında kalan öğrencilere bir an önce yurtları boşaltmaları talimatı verildi. Tüm üniversite yurtlarının depremde evleri yıkılan veya zarar gören depremzedelere açılacağı ileri sürülerek yurtlarda kalan gençler saatler içinde sokağa atıldı. Aralarında depremde ailesini kaybetmiş olanlar, gidecek hiçbir yeri veya parası olmayanlar da dâhil öğrenciler yurtlardan çıkarıldı. Üstelik merkezi sistemle öğrencilerin misafir öğrenci statüsünde başka illerdeki yurtlara nakli mümkünken, barınacak yurt bulma, yurtlarda boş yer bulma işi gençlerin sırtına yıkıldı. Enkazın altından bizi kurtarın çığlıkları, enkazın çevresinden yardım çağrıları ve feryatlar yükselirken, KYK yurtlarından “bizi sokağa atmayın” çığlıkları yükselmeye başladı.
Barınamayan öğrenciler depremzede oldu
2021’de yükselen kiralar ve yurt ücretleri nedeniyle milyonlarca üniversite öğrencisi büyük zorluklar yaşamış, on binlercesi kayıtlarını dondurmak zorunda kalmıştı. “Barınamıyoruz Hareketi” adı altında bir araya gelen öğrenciler eylemler yapmış, sorunun vahametini anlatmaya, seslerini duyurmaya çalışmışlardı. Öğrenci sayısına uygun kapasitede, güvenli ve yaşanabilir yurtlar talep etmiş, yükselen kiraların önüne geçilmesini istemiş, tarikat ve cemaat yurtlarına mahkûm edilmeyi reddetmişlerdi. Barınma sorununu inkâr eden siyasi iktidarsa öğrencilerin üzerine polisi salmaktan, onları okuldan atmaktan, hapsetmekten geri durmamıştı. Her ile bir üniversite açmakla övünen bu iktidar sokaklarda, parklarda battaniyelere sarılarak sabahlamak zorunda olan öğrencileri yalan söylemekle, şov yapmakla suçlamış, teröristlikle yaftalamıştı. Bu zihniyet nedeniyle üniversiteli gençlerin barınma sorunu ağırlaşarak devam ederken rejimin deprem karşısında takındığı tutum bu sorunu daha da büyütmekte, içinden çıkılamaz hale getirmektedir.
Her şeye rant ve zenginlik kaynağı olarak bakan bu rejimin öğrencileri sokağa atması deprem ülkesi olan Türkiye’de olası depremler için hiçbir hazırlık yapmadığının da kanıtıdır. Öyle ki depremden sonra ülkenin Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı olan AFAD’ın çadır stoku bile olmadığı ortaya çıkmıştır. AKP’li siyasetçilerin akrabalarıyla doldurulan, ayak oyunlarıyla şubeleri kapatılıp yönetimi değiştirilen, kayyumlar atanan Kızılay’ın 2,5 yıldır AFAD için tek bir çadır bile üretmediği görülmüştür. Daha önce yaşanan depremlerin ardından önemi açığa çıkan konteynırların da üretilmediği ortadadır. Devlet fay hatları üzerinde yaşayan milyonlarca insanı korumak için yapılması gerekenleri hiçbir şekilde yapmamış, bu doğrultuda harekete geçmemiştir.
Konya gibi deprem tehlikesi olmayan bölgelerde inşa edilen binlerce TOKİ evinden kamu sosyal tesislerine, boş olan otellerden yazlıklara, Turizm Bakanının lüks yolcu gemilerinden (cruise) rejimin tepesindekilerin yazlık-kışlık saraylarına, Sayıştay raporlarında kayıtlara geçirilmediği, tarikat ve cemaatlere devredildiği açığa çıkan 70 bin konuttan bankaların, emlak şirketlerinin ellerinde bulunan milyonlarca boş konuta kadar depremzedeler için çözüm olabilecek nice imkânlar varken, siyasi iktidar öğrencileri de depremzede konumuna düşürmeyi seçmiştir. Zira bu ilk çözümleri hayata geçirmek, kutsal özel mülkiyet hakkını çiğnemek olacaktır ki, zinhar günahtır!
Öte yandan bu iktidar deprem bölgesindeki öğrencilerin kayıtlarını başka üniversite ve yurtlara taşıyıp misafir öğrenci olarak eğitimlerine devam etmelerini sağlamak, onların bu yolla rehabilite olmalarını sağlamak yerine eğitime ara vererek yıkımı daha derinden hissetmelerine neden olmuştur. Gençleri eve kapatmakla, civar kentlerde depremzede yakınlarını ağırlayan ailelerin evlerinin daha da kalabalıklaşmasına, kaos ve karmaşanın büyümesine yol açmıştır. Aileler okulların açılmasını ve çocuklarının bu atmosferden uzaklaşarak eğitimlerine devam etmelerini isterken, faşist rejim tüm yükü yine ailelerin sırtına atmıştır. Çok açık ki öğrencilerin barınma sorunu da depremzedelerin geçici barınma ihtiyacı da eğitim de faşist iktidarın umurunda değildir. Bu kararlar, rejimin böylesine büyük bir felâket karşısında bile kendi bekasını insan yaşamının ve ihtiyaçlarının önüne koyduğunu göstermiştir.
Uzaktan eğitim yakından fecaat!
2019 yılında lisans eğitimi için üniversiteye giriş yapan öğrenciler mezun olduklarında pandemi ve deprem nedeniyle 4 yıllık eğitim-öğretim hayatlarının sadece iki yılını dersliklerde ve arkadaşlarıyla geçirmiş olacaklar. Ön lisans öğrencilerinin bazıları ise ya yarım dönem ya da bir yıl yüz yüze eğitim görebilecekler. Pandemi döneminde lisans eğitimi başta olmak üzere uzaktan eğitimin her düzeyde eğitim kalitesini düşürdüğü, çocukların, gençlerin psikolojisini son derece olumsuz etkilediği, özellikle annelerin gündelik yaşamını iyice zorlaştırdığı açığa çıkmıştı. Aynı zamanda sosyalleşme, yaşıtlarla birlikte olma, yüz yüze etkileşim içinde bulunma, aktif biçimde katılarak öğrenme imkânı anlamına gelen örgün eğitimin sekteye uğraması her yaştan çocuk ve genci derinden etkilemiş, toplumun bir parçası olmayı öğrenme sürecini baltalamıştı. Tüm bu nedenlerle okulların kapalı tutulması ya da uzaktan eğitime geçilmesi eğitim hakkının gasp edilmesinin çok ötesinde bir anlam taşımaktadır.
Üstelik konunun uzmanları, yükseköğretim kurumlarında eğitim öğretime ara verilmesi ya da uzaktan eğitime geçilmesi konularında yetkinin üniversitelerin ilgili kurullarında olduğunu, gerek Cumhurbaşkanının gerek YÖK’ün bu konuda yetkili olmadığını dile getiriyorlar. Olağan koşullarda mevzuat bu şekilde olmasına karşın, elbette bu faşist rejim altında kararlar mevzuata göre değil, rejimin çıkarlarına ve ihtiyaçlarına göre alınıyor. Rejimin ihtiyacıysa tıpkı konserleri, festivalleri yasaklarken olduğu gibi gençlerin bir arada olmasının önüne geçmektir. Uzaktan eğitimin, eğitimin niteliğini ve kalitesini nasıl düşürdüğü pandemi döneminde ortaya çıkmışken deprem nedeniyle yeniden uzaktan eğitime geçilmesi faşist rejimin üniversitelerin hareketlenmesinin önüne geçme isteğinin ifadesidir.
Öğrenciler, veliler, öğretmenler, akademisyenler, ilgili sendikalar bu karara tepki gösterirken, faşist rejim bu tepkileri baskı, zorbalık ve şiddetle bastırmaya çalışıyor. Yurtları boşaltmayı reddeden öğrencilerin eşyaları çöp poşetlerine konularak odalardan çıkarıldı, dolap kilitleri değiştirildi. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinde uzaktan eğitime karşı çıkan ve eğitim hakları için eylem yapan öğrenciler rektörlüğü işgal ettikleri gerekçesiyle darp edilerek gözaltına alındı. İstanbul Kadıköy’de eğitim haklarına sahip çıkan öğrenciler polis saldırısına uğrayıp gözaltına alındı.
Yıllardır “Büyük Türkiye” masalları anlatan ve bununla övünmemizi isteyen, “felâketler karşısında vatandaşımıza «devlet nerede» dedirtmedik” palavraları atan bu rejim kapitalist kötülüğün vücut bulmuş halidir. Öfkeyi büyüten temel neden de budur. Rejimin yükseköğretime ara vermesindeki ve yurtları boşaltmasındaki maksat bu kötülüğe öfke duyan gençlerin bir araya gelmesini, aynı sosyal ortamları ve ruh halini paylaşmasını, sorunlarını konuşmasını, ülkenin içine itildiği duruma tepki göstermesini, örgütlenme ve harekete geçme imkânlarını aramasını, bu kötülükle mücadele etme yolunu seçecek cesareti kuşanmasını engellemektir. Gençleri evlerine kapatarak yalnızlaştırmak, pasifleştirmektir. Bu nedenle eğitim öğretime ara verilmesine karşı çıkmak aynı zamanda rejimin uğursuz planlarına karşı çıkmaktır.
Devletin tüm imkânları depremzedeler için seferber edilmeli, depremzedelerin tüm ihtiyaçları acilen karşılanmalıdır. Güvenli, sağlıklı, boş konutlara bedelsiz yerleştirilmeleri sağlanmalıdır. Eğitim öğretime verilen ara bir an önce sonlandırılmalı, depremzede çocuklar da rehberler eşliğinde ilk ve ortaöğretimde örgün eğitime devam etmelidir. Üniversite öğrencilerinin güvenli ve nitelikli yurtlara yerleştirilmesi ve depremzede olanlar da dâhil örgün eğitime devam edebilmeleri sağlanmalıdır.
İnsanları enkaz altında bırakan, çocukların, gençlerin bugününü karartan, geleceğini çalan bu rejimin ayakta kaldığı her gün, emekçiler için hayati bir tehlike anlamına gelmektedir. Yıkılması ancak ve ancak mücadeleyle mümkün olan bu rejime karşı emekçilerin birlik olup ayağa kalkması şarttır.
link: Ezgi Şanlı, Eğitim de Faşist Rejimin Yarattığı Enkazın Altında, 22 Şubat 2023, https://marksist.net/node/7920
EYT ve Burjuva İdeolojisinin Dayanılmaz Hafifliği
Ukrayna Savaşının Bir Yılı Geride Kalırken…