“Sverdlov yoldaş, devrimimiz boyunca ve devrimimizin kazandığı zaferlerde, proletarya devriminin temel ve en önemli özelliklerini herkesten daha eksiksiz ve tam olarak cisimleştirmeyi başarmıştır. Sverdlov yoldaşın proletarya devriminin bir önderi olmasında, bu başarısının payı, belki de onun devrim davasına olan sonsuz bağlılığından bile fazladır.” (Lenin)
Klavdiya Sverdlova, kaleme aldığı “Sverdlov: Urallı Delikanlı” adlı biyografik romanında, hayat arkadaşı Yakov Mihayloviç Sverdlov’un devrimci mücadeleyle dolu yaşamını anlatıyor. Romanda Sverdlov’un devrime olan inancı ve bu yolda bin bir türlü zorluklarla karşılaşmasına rağmen yaşamının son nefesine kadar verdiği mücadeleden hiçbir koşulda vazgeçmeyişi anlatılıyor.
Disiplini, örgütçülüğü ve devrimciliğiyle örnek bir Bolşevik olan Sverdlov, mücadeleyle tanıştığında henüz 16 yaşında bir lise öğrencisidir. Daha çok genç olmasına rağmen devrimci olgunluğuyla bulunduğu her yerde çevresindekilere örnek olur. Bir çekim alanı oluşturarak çevresine topladığı gençlerle birlikte kitap okurlar, eğitim çalışmaları yaparlar. Sverdlov bulunduğu her yerde Marksist fikirlere sonuna kadar sahip çıkar. Çok geçmeden illegal çalışmaya başlar ve Iskracı olur.
Sverdlov, çok yönlü devrimciliği ve örgütçülüğü göz önüne alınarak, henüz 21 yaşındayken Merkez Komite tarafından tüm Ural parti örgütlerinin sorumlusu olarak atanır. İleride hayat arkadaşı olacak Klavdiya Timofeyevna’yla da ilk olarak Ural’da tanışırlar. Bu genç adamın bitmek tükenmek bilmez enerjisiyle birlikte Ural’daki tüm parti örgütlerinde gözle görünür bir canlanma yaşanır. Sverdlov Ural’a geldiği ilk dakikadan itibaren çalışmalarına başlar. Düzenli olarak işçilerin evlerini ziyaret eder. Kısa sürede işçilerin güvenini kazanır. Bunun üzerine jandarmaların ve gizli polis Ohrana’nın da ilgisini çekmeye başlar ve sürekli takibe alınır. Sverdlov birçok tutuklama girişiminden ustaca kurtulmayı başarır ama en sonuncu girişimde Çarın adamları hazırladıkları planla Sverdlov’u esir düşürmeyi başarırlar.
Sverdlov birçok kez tutuklanmasına rağmen ilk defa 10 Haziran 1906’da mahkûm edilip hapse konulur. Bu tarihten itibaren Sverdlov’un 1917 Şubat devrimine kadar sürecek olan hapishaneden hapishaneye, sürgünden sürgüne gideceği yıllar başlamış olur. Ama Sverdlov konulduğu her hapishaneden ve gönderildiği her sürgünden kaçmayı başarır. Hiçbir zaman devrim mücadelesine olan inancını yitirmez. Hapishanelerde ve sürgünlerde her gittiği yerde hemen örgütlenmeye koyulur. Kendini geliştirmek için teorik çalışmalarda bulunur ve katıldığı toplantılarda yoldaşlarına teorik bilgiler aktarır. Sverdlov esas olarak kendi teorik gelişimini hapiste kaldığı yıllarda gerçekleştirir. Gündüzleri yoldaşlarıyla görüşür, geceleri ise Marx’tan ve Lenin’den eserler okuyarak kendini teorik olarak geliştirir. Sürgüne yeni gelenlerden güncel olaylara dair bilgi alır, bulunduğu yerlerde kendine ve yoldaşlarına eğitim programları hazırlar. Tüm sürgün bölgeleriyle iletişim kurmaya çabalar ve Rusya’da yaşanan gericilik dönemine rağmen Bolşevik Partinin yeraltı çalışmalarını canlandırmaya çalışır. Üstelik bütün bunları yaparken sadece birkaç saatlik uykuyla yetinir.
Sverdlov bu çalışmaları olanca gücüyle yaparken birçok hastalıkla da mücadele etmek zorunda kalır. En ufak hastalıkları bile besin yetersizliğinden dolayı çok ağır bir şekilde geçirir. Ama o tüm bunlara rağmen devrimci çalışmasını hiçbir şekilde aksatmaz. Örgütçü kişiliğiyle her gittiği sürgünde işçilerle sıkı dostluklar kurar ve işçi ailelerinin bir parçası olur. Bu sürgünler boyunca eşiyle ve çocuklarıyla geçirdiği kısa sürelerde bir Bolşevikte olması gereken tüm özellikleri sergiler. Çocuklarıyla ilgilenmek için sabah çok erken saatlerde kalkar, kahvaltı hazırlar, çocukları giydirir ve onlarla oyunlar oynar, çamaşırları yıkar ve ardından örgütlenme çalışmaları için evden çıkar. Sverdlov ev içerisinde yapılan birçok işi eşine bırakmaz ve kendi üstüne alır. Çünkü Sverdlov şunun bilincindedir, “gerçek Bolşevikler sadece lafta değil, tersine aile içindeki gerçek yaşamda, kadının kişisel yaşamda eşitliği ve ev işlerinden özgürleştirilmesi için de mücadele ederler”. Bütün bu işler Sverdlov’un parti çalışmalarına hiçbir şekilde engel olmaz.
Şubat 1917’de Çarlığın yıkılmasıyla birlikte Sverdlov’un sürgün yaşantısı biter. Hiç vakit kaybetmeden, önce Krasnoyarsk’a, ardından Petrograd’a, daha sonra Ural’a ve tekrar Petrograd’a gider. Buraya geldiğinde uzun süredir büyük bir istekle buluşmak istediği Lenin’le görüşür. Ardından parti kongresi yapılır. Rusya’nın dört bir yanından Bolşevikler buraya gelir. 1912 yılından bu yana yenilenmeyen Merkez Komitesi seçimi yapılır ve Sverdlov da MK’daki yerini alır. Hemen ardından Sverdlov’a Merkez Komite Sekretaryasını yönetme görevi verilir. Sverdlov tüm Rusya’nın yerel örgütlerinden gelen yüzlerce mektubu inceler ve her fırsatta işçilerle bir araya gelir. Ancak bu dönemde de düzenli beslenmez ve sadece birkaç saat uyur. Bu görevine Ekim günlerine kadar devam eder. Nihayet devrim gerçekleşmiştir. Bolşevikler uzun yıllar süre gelen illegal örgütlenme sayesinde proletarya içinde kök salmış ve sonunda proletarya zafere ulaşmıştır. Eski düzen yıkılmış, yerine işçilerin iktidarı ve yönetiminde yeni bir düzen gelmiştir. Devrimden sonra sovyetler toplanır ve Bolşevikler tarafından Sverdlov Tüm Rusya Merkez Yürütme Komitesi Başkanı olarak seçilir. Sverdlov için esas iş şimdi başlar. Devrimden sonra pek çok pratik işi örgütlemekle ve kotarmakla artık o görevlidir. “İllegal çevre sayesinde, illegal devrimci çalışma sayesinde, hiç kimsenin Y.M. Sverdlov kadar bünyesinde bütünleştirmediği ve temsil etmediği bu pratik okul sayesinde, yalnız bu yolda, Sosyalist Sovyet Cumhuriyetinin en yüksek temsilcisi, geniş proleter kitlelerin en iyi örgütleyicisi olabilirdi” diyordu Lenin.
Sverdlov’un yeni göreviyle birlikte eski görevleri de devam eder. İllegal mücadele yılları sırasında kazandığı birçok özelliğini işte şimdi tam anlamıyla sergiler. Ülkenin dört bir yanından gelen mektuplara cevaplar yazar ve acil yardım isteklerine çözümler bulur. Lenin de dâhil Sverdlov’un etrafındaki bütün yoldaşları onun bu pratikliğine ve hafızasına hayran kalırlar. İllegal çalışma yıllarında tanıdığı yoldaşlarını çok iyi bir şekilde inceleyip onları en uygun görevlere atamaya çalışır. Tabii bu atamalar sırasında hatalar yapar, ama Sverdlov yaptığı hataları düzeltmesini bilir. Sadece MYK Başkanı olarak görev belirleme değil birçok pratik işi halletmek için kendisi de birçok yere yolculuk yapar. Yolculuklarına ve işçilerle olan buluşmalarına geç kalmamak için elinden gelini yapar. Ama tüm bunlar Sverdlov’u çok yorar. En sonunda dayanamayarak yatağa düşer ve bilincini kaybeder. Lenin onu görmek ister ama buna izin verilmez. Daha sonra Sverdlov’un durumunun ağır olduğu haberi gelir ve Lenin’i hiçbir kuvvet durduramaz. Lenin Sverdlov’un başucunda beklerken Sverdlov gözlerini açar ve 15 dakika boyunca öyle kalır. Ardından Sverdlov’un cansız eli Lenin’in ellerinden kayar gider.
Lenin Sverdlov’un ölümünden sonra şöyle diyordu: “Örgütlenme, insanların seçimi ve onların çeşitli kesimlerdeki sorumlu görevlere atanması konusunda Sverdlov yoldaşın tek başına gerçekleştirdiği çalışmayı, onun tek başına yönettiği büyük faaliyet dallarından her birine onun çizdiği yoldan gidecek bir grup insan atasak ancak gerçekleştirebiliriz.”
Ekim Devriminin ve Bolşevik Partinin en özverili neferlerinden biri olan Sverdlov ne yazık ki çok tanınan bir devrimci değil. İşte tam da bu noktada Klavdiya Sverdlova’nın yazdığı “Sverdlov: Urallı Delikanlı” biyografik romanı genç devrimcilere iyi bir kaynak oluşturuyor. Romanda, bir devrimcinin nasıl kendi kendini geliştirebildiğini, nasıl disipline olduğunu ve kendi kendini nasıl örgütlediğini çok açık bir biçimde görüyoruz. Sverdlov disiplini, örgütçülüğü, devrimciliği ve Leninist fikirlere olan inancıyla genç devrimcilere örnek olmaya devam ediyor.
link: E.K., Sverdlov: Urallı Delikanlı, Kasım 2009, https://marksist.net/node/6615
Avusturya’da ‘68 Rüzgârları
Avusturya'da Öğrenci Eylemleri