Her yıl bazı burjuva kurumlar hem genel hem de çeşitli ülkelere özel gelir dağılımı raporları hazırlıyorlar. Bu raporlar ne kapitalist sömürü çarkının dişlileri arasında öğütülen milyonların çığlığını duyurmak için hazırlanıyor, ne de kapitalizmin ne kadar akıldışı bir sistem olduğunu göstermek için. Üstelik söz konusu raporlarda kullanılan yöntemler, son derece bilinçli bir tercihle, gerçekleri tüm çıplaklığı ile göstermiyor. Ama yine de bunlar mevcut halleriyle bile çelişkileri önemli ölçüde gözler önüne seriyor.
Bu konuda yakın dönemde hazırlanan raporlardan biri de, bir İsviçre bankası olan Credit Suisse’in yayınladığı “2014 Küresel Servet Raporu”. Söz konusu rapora göre, Türkiye gelir eşitsizliği açısından Avrupa ülkeleri arasında ilk sırada yer alıyor. Türkiye nüfusunun en zengin %10’luk kesiminin ülke çapındaki toplam servetten aldığı pay 2014 yılı itibariyle %77,7 olarak belirtilmiş. Bu raporun dikkat çekici yanı bir avuç zenginin toplumsal gelirin aslan payını götürüyor olması ve bunun son 14 yılda en yüksek orana ulaşmış olmasıdır. Rapora göre Türkiye’de 2000 yılında bu oran %66,7 iken şimdilerde %80’lere yaklaşmış durumda. OECD’nin Haziran ayında yayınladığı bir rapor da Türkiye’nin OECD ülkeleri arasında gelir eşitsizliği bakımından Şili ve Meksika’dan sonra en kötü durumdaki üçüncü ülke olduğuna işaret ediyor.
Her ne kadar AKP hükümeti bu tür raporlar karşısında savunma kalkanlarını kaldırıp “birtakım odaklar Türkiye’yi ve AKP hükümetini hedef seçti” diye bağırsa da, gerçekler gizlenemiyor. Üstelik bu raporlar sömürünün, eşitsizliğin, gelir dağılımındaki uçurumun tüm boyutlarını göstermekten aciz oldukları halde!
Gerek dünyada gerekse Türkiye’de gelir eşitsizliğinin boyutu rakamsal olarak herkes tarafından bilinmese de gözle görülebilen bir olgu. Çürüyen kapitalizmin sınıf çelişkilerinin üzerini örtmeye yarayan çeşitli araçlarının, bu türden eşitsizliklerin üstünü örtemediğini görüyoruz. Burjuva kurumların hazırladığı raporlarda bile, en zengin %1’lik kesimin sahip olduğu servetin, tüm dünyada yaratılan zenginliğin %48’inden fazla olduğu; en zengin %10’luk kesimin ise tüm zenginliğin %87’sine sahip olduğu söyleniyor. Buna karşılık dünya nüfusunun yarısı tüm zenginliğin %1’ine bile sahip değil. Dünyadaki 2325 dolar milyarderinin toplam serveti 7,3 trilyon dolara ulaşmış bulunuyor. Bunlar arasında Türkiyeli 24 burjuva da bulunuyor. Meselâ her gün reklâmlarda boy gösteren ve işçilerin canı, kanı, çalınan alınteri pahasına yükselen gökdelenlerin sembol isimlerinden biri olan Ali Ağaoğlu’nun kişisel serveti 1,5 milyar dolara çıkmış. Buna mukabil, Ekim ayı itibariyle dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 3900 lirayı, açlık sınırı ise 1200 lirayı aşmış durumdayken asgari ücret sadece 891 lira ve Türkiye işçi sınıfının %40’ı bu ücretle yaşam mücadelesi veriyor.
Bir köşe yazarı şöyle yazıyor: “Zenginler ile fakirler arasındaki uçurumun büyümesi dünya için büyük bir tehdit ve tehlike olmuş durumda. … Yarından tezi yok, zekâtın yaygınlaşması ve hak sahiplerine ulaşması için yoğun bir çalışma ve kampanya başlatmak durumundayız. Aksi halde zengin ve fakir arasındaki uçurum, Allah muhafaza kapanamayacak derecede büyük ve hepimiz o uçuruma düşebiliriz.” (Faruk Çakır, Yeni Asya, 20 Ekim 2014)
Gelir dağılımındaki eşitsizliğin zekâtla kapatılabileceği aldatmacasını bir tarafa bırakıp söylenenlerin özüne bakacak olursak, söz konusu uçurumun burjuvaziyi ve onun kalemşorlarını fazlasıyla korkuttuğunu açıkça görebiliyoruz. Bu yazara söz konusu yazıyı yazdıran da aslında yüksek kulelerden çalınan tehlike çanları. ABD Merkez Bankasının yeni başkanı Janet Yellen, zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumun derinliğinin son 100 yılın en yüksek değerine ulaştığını ve bunun endişe verici olduğunu söylemiş. ABD’nin en zengin %5’lik kesiminin daha da zenginleştiğini ama büyük çoğunluğun gelirinin hiç artmadığını, en zenginlerin gelir artışının çoğunluk için hayat şartlarının kötüleşmesi anlamına geldiğini belirten Yellen, “bu büyük sorun olacaktır” diyerek sınıf dostlarını uyarıyor.
Nitekim bu uçurumun arttırdığı öfke, Amerika’da da çeşitli vesilelerle dışa vuruyor. Bardağı neyin ne zaman taşıracağını kimse önceden göremese de görünen köy de kılavuz istemiyor. Wall Street (İşgal Et!) eylemleri, Ferguson’da yaşananlar, Amerikan işçi sınıfının bir gün kendi mücadele tarihlerini de aşacak eylemlerle sahneye fırlayacağının işaretlerini veriyor. Kriz başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere kapitalist ekonominin kalelerinde gerilimi daha da arttırarak derinleşiyor.
Her gün binlerce insanın yaşadığı topraklardan sürüldüğü, etnik, dinsel, mezhepsel temellerde ayrıştırılıp birbirine kırdırıldığı, kapitalist silah ve petrol tekellerinin rekabet savaşlarının kızıştığı, dünya üzerinde her dokuz insandan birinin açlıkla boğuştuğu koşulların mimarı olan kapitalist sistemden eşitlik beklenemez. Gelir dağılımındaki eşitsizlik sadece bir sonuçtur ve bunu doğuran neden olan kapitalizm ortadan kaldırılmadıkça söz konusu eşitsizlik uçurumu katlanarak derinleşmeye devam edecektir. Bugün dünya çapında üretilen zenginliğin tüm insanların ihtiyacını karşılayacak ve çok daha yüksek bir uygarlığı yaratacak düzeye geldiğini biliyoruz. İşçi sınıfı 1917 Ekim Devriminde olduğu gibi asalakların egemenliğini yıktığında, o uçurum da dümdüz edilecek ve tüm insanlar üretilen zenginliği eşitlikçi biçimde paylaşacaklardır. Asalak burjuvazinin korkusu da işte budur.
link: Derya Çınar, Türkiye Gelir Eşitsizliğinde Dünya Liderliğine Oynuyor, 11 Kasım 2014, https://marksist.net/node/3659
Milliyetçilik Zehirdir
YÖK’e ve Kapitalizme Karşı Mücadeleye