Yükseliş çağında, feodal kurumların en başta gelenlerinden biri olan kiliseye karşı verdiği savaşımda laikliğin ve dine karşı akılcılık felsefesinin bayraktarlığını yapan burjuvazi, siyasal iktidarı ele geçirdikten kısa bir süre sonra, sınıfsal iktidarına yönelmeye başlayan tehditlere karşı din olgusuna yeniden sarılarak, tıpkı kendisinden önceki mülk sahibi egemen sınıflar gibi dini, kitleleri düzene bağlamanın bir aracı olarak kullanmaya yönelmişti. Burjuvazi işçi sınıfının ürettiği zenginliklerin üzerine kurulu egemenliğinin temellerini sarsacak ya da tümüyle ortadan kaldırabilecek devrimci durumların baş gösterdiği dönemlerde diğer yöntemlerin yanı sıra dinsel gericiliği bizzat kendi eliyle palazlandırır. Kapitalizmin ortadan kaldırılması ortak hedefiyle birleşerek ayaklanan emekçi kitleleri mezhep ayrımları, dinsel farklılıklar gibi yapay ayrımlar temelinde bölmeyi amaçlar. Bunun örnekleri ülkemizde defalarca yaşanmış ve yaşanmaya devam etmektedir.
’80 darbesinin hazırlık aşamalarından olan Maraş ve Çorum katliamları, bizzat burjuva devlet iktidarınca desteklenen dinsel ve faşist gericilik tarafından gerçekleştirilmişlerdi. Toplumsal muhalefet dalgasının yükseldiği 1980 öncesi yıllarda, yükselişin önüne set çekmek isteyen Türkiye burjuvazisi, harekete geçen emekçi yığınlar içinde Alevi-Sünni ayrımını körükleyerek, toplumu bu yapay ayrım temelinde bölerek, varlık temellerine yönelmekte olan tehlikeyi savuşturmayı hedeflemiştir.
Kapitalist Türkiye Cumhuriyeti’nin, Osmanlı döneminin politikalarını hatırlatan bu geleneğinin en yakın örneği Sivas’ta gerçekleşmiştir. 2 Temmuz 1993 tarihinde gerçekleştirilen ve 37 kişinin diri diri yakılarak katledildiği Sivas katliamı sonrasında ortaya çıkan gerçekler, devletin dinsel gericiliğin arkasına gizlenerek oynadığı rolü bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Birbirine paralel gelişen şenlik ve katliam hazırlıkları
Sivas’ın Yıldızeli ilçesine bağlı Banaz Köyünde yaşamış ve Osmanlı’nın despotik geleneğinden kaynaklanan haksız uygulamalarına karşı çıkması nedeniyle Hızır Paşa tarafından idam edilerek katledilmiş olan Pir Sultan Abdal’ı anmak üzere, 1989’dan itibaren Banaz Köyünde çeşitli kültür etkinlikleri düzenlenmeye başlandı. 1993’te ise, bu etkinliklerin o dönem SHP’nin elinde bulunan Kültür Bakanlığının desteğiyle Sivas’ta bir kültür merkezinde yapılmasına karar verildi. Etkinliklerin yapılacağı tarihten aylar önce hazırlıklara başlanmıştı. Çok sayıda sanatçı, aydın ve yazar etkinliklere davet edildi. Bu hazırlıklar sürerken, etkinlikleri kana bulayacak bir başka hazırlığa da başlanmıştı. “Müslümanlar” imzasıyla dağıtılan bildirilerde etkinliklere katılacak olanların “Müslümanların kutsal değerlerine hakaret ettikleri” savıyla halk “Müslümanlığın gereğini yerine getirme”ye çağrılıyordu.
Etkinlik günü yaklaştıkça provokasyon hazırlıkları da yoğunlaştı. Başında Refah Partili Temel Karamollaoğlu’nun bulunduğu Sivas Belediyesi, aynı tarihlerde düzenleyeceği “Hicret Koşusu” için çevre illerden gelen çok sayıda “sporcu”yu, okulların ve gerici vakıfların yurtlarına doldurmuştu. Yerel gazetelerde tahriklerle dolu yazılar yayınlanıyordu. Etkinliklere katılacak misafirlerin ve aydınların konakladığı Madımak Otelinin önüne, caddede yol çalışmaları yapılacağı gerekçesiyle birkaç kamyon dolusu taş yığılmıştı.
Olayların gelişimi etkinliklerin kana bulanacağını açıkça gösterirken, “devlet desteğiyle” yapılacak olan etkinlikler için güvenlik önlemlerinin arttırılması bir yana, kentte hazır bulunması gereken kolluk güçlerinin büyük bir bölümü başka ilçelere gönderilmişti.
Bildiriler, fısıltılar, yol kenarına yığılı hazır taşlar, sporcu adı altında kente getirilen militanlar, bölgeden uzaklaştırılan güvenlik güçleri ile birlikte katliamın ön hazırlıkları tamamlandıktan sonra katliamcılar sahneye çıktılar. Çoğu gerici saldırı örneğinde olduğu gibi insanların topluca provoke edilebileceği bir gün olarak Cuma günü seçilmişti. Yakın tarihimiz (bu toprakların uzak tarihi de) bunun örnekleriyle doludur. Egemenler kimi zaman katliamdaki rollerini başka kesimleri ön plana çıkararak gizlemiş, kimi zamansa buna dahi ihtiyaç duymayıp işlerini açıktan yapmışlardır. Sivas Katliamının geçtiği aşamalar, benzer şekilde Maraş ve Çorum’da da tezgahlanmıştır. Olayın öncesinde gerçek dışı söylentiler ortalığı kaplar. Maraş’ta sinemaya giden topluluğun üzerine bomba atılarak insanlar provoke edilmişlerdi. Sonrasında bölgede yaşayan muhalif, devrimci insanlara yönelik büyük bir katliam gerçekleştirilmişti. Olaylar Alevi-Sünni kavgası olarak gösterilmeye çalışılarak devletin katliamdaki rolü gizlenmişti. Bombayı atan kişiyse, sonradan MHP’den milletvekili seçilecek, İnsan Hakları Komisyonu üyeliği de yapacak olan Ökkeş Kenger’di!
Katliam gerçekleştiriliyor
2 Temmuzda katliam için artık her şey hazırdı. Cuma namazının ardından Paşa ve Meydan Camilerinden çıkan 500 kişilik bir kitle, Atatürk Caddesinden vilayet binasına doğru yürüyüşe geçti. Vilayet alanında bekleşen kalabalığın sayısı bir süre sonra 5 bine ulaşmıştı. Buradan İstasyon Caddesine yönelen kalabalık, etkinliklerin yapılacağı Kültür Merkezinin önüne gelerek, bir gün önce etkinlikler çerçevesinde buraya dikilen Ozanlar Anıtını ve binayı tahrip etti. Grup daha sonra Madımak Oteline doğru yöneldi. Burada kısa zamanda sayıları 15 bini bulmuştu.
Otelin çevresinin sarıldığını ve taşlandıklarını gören aydınlar, otelin merdivenlerine sığınarak dönemin başbakan yardımcısı, “sosyal demokrat” SHP’nin lideri Erdal İnönü de dahil olmak üzere ulaşabildikleri tüm üst makamlardan yardım talep ettiler. Ancak yardım çığlıkları, “yardım geliyor” yalanlarıyla geçiştirildi. SHP’li Kültür Bakanı Fikri Sağlar bir gün öncesinde etkinliklere katılmaktan son anda başka bir işi çıktığı gerekçesiyle vazgeçtiğini bildirmişti.
Dışarıda kalabalıklaşan kitle yol kenarında hazır halde bulunan taşları otele yağdırmaya başladı. Olayları yatıştırmak için valilik etkinlikleri iptal ettiğini açıklasa da, Sivas Belediye Başkanının “gazanız mübarek olsun” diyerek başladığı konuşmasının ardından iyice kendinden geçen kitle, otelin önündeki araçları ters çevirerek ateşe verdi. Otelin kırılan camlarından perdeler tutuşturularak otel de ateşe verildi.
Yakılan otelin içinde mahsur kalan insanlar can çekişmekteyken, devletin üst düzey bürokratları ibretlik açıklamalarda bulunuyorlardı. Alevi kesimin oylarına yaslanarak parlamentoda kendisine yer bulan ve koalisyon ortağı olan SHP’nin Genel Başkanı Erdal İnönü, “güvenlik güçlerimizin özverisiyle vatandaşlarımızın daha fazla zarar görmesi engellenmiştir” açıklamasıyla bir yandan riyakarlığın sınırlarını zorlarken bir yandan da olayların tamamen devletin kontrolü dışında geliştiği izlenimini vermeye çalışıyordu.
Diğer devletlûların açıklamaları da bundan farklı değildi. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “halkla polisi karşı karşıya getirmeyin” sözlerini, oteli ateşe veren “halk” için söylemekteydi. Başbakan Tansu Çiller, “otelin etrafını saran vatandaşlarımıza hiçbir şey olmamıştır”; ANAP lideri M. Yılmaz, “bu, bir futbol maçında bile çıkabilecek bir olaydır” sözleriyle kendilerini ele veriyorlardı. Yapılan bu ve benzeri açıklamalarda, katliam sonrasında mahkeme tutanaklarında yer alacak olan ifadelerde de içerde yakılanlar tahrikçi, otelin etrafını saran kitle din duyguları aşağılanarak tepki gösteren insanlar olarak gösterilmişlerdi.
Otelin önüne önceden vardığı halde yangına müdahale etmeyen itfaiye, otelin penceresi önündeki insanlara doğru merdiveni uzattığında 37 kişi yaşamını yitirmişti. Merdivenlerden indirilmekte olanlardan birinin olayların tahrikçisi olarak gösterilen Aziz Nesin olduğu fark edildiğinde, itfaiyeciler tarafından tartaklandı. Bu görüntüler kameralara da yakalanmıştı.
Katliam haberi ülkenin her tarafına ulaştığında Sultanahmet’te katliamı protesto etmek isteyen kitleyi yürütmeyen, en ufak eylemleri şiddetle bastıran kolluk güçleriyse, Sivas’ta 8 saat boyunca katliamı izlemekle yetindiler. Otelde yangının başlamasından kısa bir süre önce içeriye giren birkaç polis, konukların dışında herhangi bir güvenlik görevlisinin olmadığından emin olduktan sonra dışarı çıkmıştı.
* * *
Sivas Katliamı, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin yükselişe geçtiği, sayıları yarım milyonu aşan işçilerin toplu sözleşme görüşmelerinin tıkandığı ve kamu emekçilerinin grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı için eylemlerini yaygınlaştırdıkları bir süreçte gerçekleşmişti. SHP-DYP koalisyon hükümetinin içinde debelendiği politik krizden kendi olanaklarıyla çıkamayacağı artık iyice gün yüzüne çıkmıştı.
Sivas Katliamı sonrasında köylerde katliamlar ve boşaltmalar yoğunlaştırıldı. Katliamda aktif rol alan gerici örgütlerin, Kürt hareketinin karşısında devlet eliyle yaratıldıkları hiç kimse için sır değildi. Burjuva devlet iktidarı, kendi yarattığı kontrgerilla ve diğer gerici örgütleri kendisine muhalif güçlerin üzerine salarak, bu katliamdaki rolünü gerçekleri görme olanağından yoksun geniş emekçi kesimlerin gözünden saklamayı başarmıştır. Parlamentoda koalisyon ortağı durumunda bulunan sosyal-demokrat SHP de benzer bir işlev görmüştür.
Devlet tarafından Alevi-Sünni ayrımı ekseninde yaratılmaya çalışılan toplumu bölme ve manipüle etme girişimi, 5 Temmuzda bu kez Sünni kesimin yaşadığı Başbağlar Köyünde gerçekleştirilen ve 33 kişinin ölümüyle sonuçlanan katliamla sürdürülmeye çalışılacaktı. Doğal olarak suç PKK’nin üzerine atıldı!
Marx’ın “Tek tek bireyler, ancak başka bir sınıfa karşı ortak bir savaşım yürütmek zorunda oldukça bir sınıf meydana getirirler; bunun dışında rekabet içinde birbirine düşmandırlar” saptamasının doğruluğunun farkında olan burjuvazi, yarattığı yapay ayrımlarla işçi sınıfının birliğinin önüne engeller dikmeye çalışır. İşçi sınıfı içine kök salmış, devrimci Marksist ideolojik-pratik hatta sahip bir önderliğin yokluğu koşullarında, kapitalizmin ideolojik bombardımanı sadece emekçi kitleler üzerinde değil sol hareket üzerinde de etkisini fazlasıyla hissettiriyor. Sınıf mücadelelerinde yaşanan kimi deneyimlerden doğru sonuçları çıkaramamak da ideolojik muğlaklığın, teorik yetersizliğin varlığını göstermekte ve her defasında aynı yanlışlar yinelenmektedir. Ki Sivas Katliamıyla beraber sol hareket saflarında görülen “Alevicilik” bu yanlışların yansımalarından birini oluşturmaktadır.
Savaşların olduğu kadar burjuvazinin bu tür katliamlarının da önüne ancak bütün bunların temelini oluşturan sınıflı toplum düzenine son verildiğinde geçilebilecektir. Sınıfsız toplumun önünü açacak proleter dünya devrim yoluna girilmediği sürece insanlık barbarlık içinde çöküşe doğru yol almaya devam edecektir.
link: Cem Keskin, Sivas Katliamının Sorumlusu Kapitalist Devlettir!, 8 Temmuz 2004, https://marksist.net/node/78
Kapitalizme Hoş Geldiniz!
Dinlenmek işçi sınıfına lüks