Emile Zola’nın 1885 yılında yazdığı Germinal, madencilerin çalışma koşullarını ve yaşamlarını gerçekçi bir dille aktaran önemli romanlardan biridir. Adını “tohum, ürün, bereket” anlamına gelen germinal sözcüğünden alan bu roman, yazıldığı dönemde öylesine büyük bir ün kazanmıştı ki, Zola öldüğünde işçiler cenazesinde “Germinal, Germinal” diye bağırmışlardı.
Roman 1860’lı yılların sonunda geçiyor ve Fransa’nın Montsou kasabasındaki maden işçilerinin yaşamını ve mücadelesini konu ediniyor. Zola, madencilerin sefalet içindeki yaşamını çok canlı ve gerçekçi bir dille tasvir ediyor. Kasabadaki işçiler, atadan babadan madenciler ve bu madenci kasabasında doğup maden ocağında ölüyorlar. Madendeki tüm işçilerin kaderi, küçücük yaşlarda madene bir mahkûm gibi inmek ve ölüsü çıkana kadar orada çalışmaktır.
Çocuklar küçük yaşta madene inip yetişkinlerin sefalet dolu yaşamına ortak olduklarından, hem bedensel hem de ruhsal olarak erkenden yaşlanmaya başlıyorlar. Bedenleri yeterli fiziksel gelişmeyi sağlayamadan kendilerini ağır çalışma koşullarının içinde bulan çocuklar, beceriksizce yetişkinleri taklit ediyorlar, onlar gibi davranıyor, alkol kullanıyor ve cinselliği oyunlarının bir parçası haline getiriyorlar. Tek göz odada yiyip içen, yatıp kalkan, banyo yapan kalabalık işçi ailelerinde, mahrem denen hiçbir şey kalmadığı gibi, gerçeklik de çırılçıplak ortada duruyor. Aileler çocuklarının eve para getirmeleri dışında hiçbir şeyleri ile ilgilenemiyorlar.
Madencilerin sefaleti, onların tüm alışkanlıklarını, yaşamlarını ve “ahlâk” anlayışlarını belirlemiş durumda. Burjuvazinin “kutsal” ailesinin yalanlarla ve ikiyüzlülükle örülü duvarı, hayatın gerçekliği içinde tuzla buz oluyor. Yozlaşan, çürüyen, açlık içinde ne yapacağını bilmez hale gelen işçiler; patronların, müdürlerin evlerine dilenciliğe giden, kasabanın iğrenç, uçkur düşkünü dükkân sahibinin cinsel isteklerini tatmin etme karşılığında borç alabilen işçi kadınlar…
Romandaki ailenin 58 yaşındaki büyükbabası Bonnemort (dokuz canlı) Baba, daha sekiz yaşındayken madene inmiş, tam üç kez madenden ölmek üzereyken çıkarılmıştır. Bir keresinde saçı sakalı kavrulmuş, bir diğerinde kursağına kadar toprakla dolmuş, üçüncüsündeyse karnı kurbağa gibi suyla şişmiş bir şekilde kurtarılmıştır.
Bonnemort Baba’nın dokuz kişilik ailesinde çocuklarla birlikte beş kişi çalışıyor, ama eve getirilen para ailenin karnını doyurmaya bile yetmiyor. Her gün sabahın 4’ünden öğleden sonra 3’e kadar, yerin 554 metre derinliğine ilerleyen açgözlü kuyu, o günkü nafakası olan işçileri yutuyor. İşçiler o dar karınca yuvasında, toprağın dört bir yanını oyup, onu kurt yeniği içindeki bir tahta gibi delik deşik ederek didinip duruyorlar. Madenden dönüldüğünde, temizlik, ortadan kesilip leğene dönüştürülen bir fıçı içinde, sonunda mürekkebe dönüşen aynı suda yıkanarak gerçekleşiyor. Çocuklar ikişerli yatıyorlar ve aynı odayı paylaşıyorlar. 15 yaşındaki Catherine, gelişmemiş sıska vücuduyla, hastalıklı dişetleriyle, madenci kıyafetleriyle, bir kızdan çok, tam bir oğlan çocuğuna benziyor.
Romandaki karakterleri yakından tanımak önemlidir. Çünkü bunlar romana sıkışıp kalmış karakterler değiller, bugün de yaşamaktalar. Kimi zaman fabrikamızdaki suskun işçilerden birine benzetiriz birini, kimi zaman mücadelede tanıdığımız bir öncü işçiyi görürüz orada.
Etienne, öfkeli ve zapt edilemez kişiliği ve haksızlıklara karşı verdiği tepkiler yüzünden işten atılmış, aç kalmamak için iş ararken bu kasabaya gelerek madende iş bulan birisidir. Maheude Kadın romanın merkezine oturan madenci ailesinin cefakâr anasıdır, Maheu ise babası. Maheu, Etienne’le tanışana kadar, koşullara boyun eğmekten başka çaresi olmadığını düşünen, canına okuduğu halde çalıştığı işe şükredecek kadar geri bilinçte olan bir madencidir. Dürüst ve herkesin güvendiği bir işçidir. Roman farklı tipte işçilere yer veriyor. Korkunç sefalet içinde geçen yaşam koşullarının kaypaklaştırdığı, ispiyoncu, güvenilmez, yükselme tutkusuyla patronun gösterdiği küçük bir kırıntı için işçi arkadaşlarını bir anda satabilen Chaval gibi işçilerin yanı sıra, tüm kötü koşullara rağmen umudun bitmediğine işaret eden işçiler de var. Roman, tüm bu karakterlerle örülü bir şekilde, işçilerin kıpırtısızlığının sonsuz bir hareketsizlik olarak algılandığı bir ortamda mücadelenin nasıl da aniden yükseldiğini ve nasıl bir gelişim gösterdiğini anlatıyor.
On yıl öncesine kadar geçinebilecek kadar ücret alabilen işçilerin, bu süre zarfında yıldan yıla aldıkları ücretlerin düşmesi ve en son da çeşitli bahanelerle yeniden ücret kesintisi yapılması, madenciler arasında rahatsızlık yaratmaya başlar. Başkaldırı filizlenir ve nihayetinde grev patlak verir. Bu mücadelede alınan sınıfsal tutumlar ibret vericidir. Kitlenin önüne geçip yaptıkları şeyi küçümseyen, onların kendilerine zarar verdiklerini söyleyenlerden (bar sahibi Rasseneur) tutun da, grevi küçümseyip işçilerin hiçbir şeyi değiştirecek güçleri olduğuna inanmayan, Luddistlerin yaptığı gibi iş araçlarına zarar vererek patronların batırılacağına inanan ve bunun için de tek başına hareket eden anarşist Suvarin’e kadar, sınıf mücadelesi aniden patlak verdiğinde doğru bir perspektife sahip olmayanların nasıl çuvalladığının örnekleriyle dolu Germinal.
Evine dilenmeye gittiği müdürün karısının Maheude Kadın’a söylediği yalanları, patronlar sınıfı bugün de tekrarlıyor bizlere: “İnsan iyi niyetle her türlü talihsizliği yener.” Ama madenciler, “tanrının onlara nasip ettiği” bu işte dürüstlükle çalışmalarına rağmen, biriktirebilecekleri parayı bulmak bir yana, bir lokma ekmek alacak kadar bile kazanamaz duruma gelmişlerdir. Bu yüzden de daha madenden çıkar çıkmaz tüm olanları unutabilmek, yazgıya kolay boyun eğebilmek için, ellerine geçen üç kuruşu içkiye yatırıp gırtlaklarına kadar borca batarlar. Patronlardan birinin karısının diğer burjuva kadınlardan birine “gerçek bir yeryüzü cenneti” olarak gösterdiği yer, pislik, çamur ve çocukların açlıktan ve hastalıktan öldüğü sefil işçi mahallesidir. Burjuvalar, işçilerin burada yaşamalarını bile çok görmekte, onların gerçek yerinin yeraltının kilometrelerce derinlikleri olduğuna inanmaktadırlar.
Etienne, Maheu’nun evinde kiracı olarak kaldığı süre içinde akşamları yaptığı sohbetlerin ürününü almaya başlar. Bu sohbetler, mücadele patlak verdiğinde Maheu’nun işçi arkadaşlarına cesurca öncülük yapmasına yarar. İlk zamanlar onun anlattıklarını deli saçması şeyler olarak dinleyen Maheude Kadın bile bir süre sonra değişmeye, patronsuz bir dünyayı, adil ve insanca bir yaşam sürecekleri günleri düşlemeye başlar. Önceleri gerçekleşemeyeceğini düşündüğü bu mutlu düşleri dinlerken hem kendisinin hem kocasının anlatılanların büyüsüne kapılmasından da korkan Maheude Kadın, sahip olduğu adalet duygusuyla delikanlıya hak verir. Ama delikanlının şiddetten yana sözlerini kınar, onu fazla kavgacı bir insan olarak görür. Oysa grev başladıktan sonra, aynı kadın, teslim olmaktansa ölümüne mücadele etmekten bahsedecektir. Burjuvaları bir çırpıda temizlemek, açlıktan nefesi kokanların emeğiyle semiren o hırsız zenginlerden yeryüzünü kurtarmak için cumhuriyetin ve giyotinin gelmesini isteyecektir.
Etienne uzun geceler boyunca Maheu’nun ailesine bıkmadan usanmadan bildiklerini anlatırken, Bonnemort Baba da maden ocağında tükettiği ömrünü düşünür. Dışarıda olup bitenlere gözlerini ve kulaklarını tıkayarak yeraltında bir dolap beygiri gibi çalıştığı elli yıl boyunca, patronlar iliğini, kemiğini sömürmüşlerdir. Oysa şimdi işçiler uyanmaya, bir tohum gibi toprağın derinliklerinde baş verip filizlenmeye başlamışlardır.
Eşleri ve çocuklarıyla, artık açlıktan kırılmak yerine harekete geçmek gerektiğine inanan binlerce isyancı madenci, diğer madenlerdeki işçileri de greve ikna etmeye çalışırlar. İşçiler “ekmek, ekmek” çığlıklarıyla burjuvaların yaşadıkları yerlere saldırırlar. Kendileri açlıktan kırılmak üzereyken onların bolluk içinde yaşamalarına tahammül edemez ve “kahrolsun burjuvazi, yaşasın toplumsal eşitlik” diye bağırırlar. Yıllarca sessiz kaldıktan sonra birden coşkun bir sel gibi ileri atıldıklarında nasıl korku perdesini yırtabileceklerini ve akla hayale gelmez şeyler yapabileceklerini gösterirler. Ama örgütsüzlükleri nedeniyle, patronların hileleri onları kolaylıkla gelgitlere sürükleyebilmekte, bölüp dağıtabilmektedir. Yaşadıkları, tüm gücünü toplayıp kabarmış olan bir nehrin, o gücü doğru yere akıtacak arklar olmadığında gerisin geriye cılızlaşıp, nasıl kuruyup gittiğini de göstermektedir.
İşçilerin isyanı yenilgiyle sonlanırken, Germinal buna rağmen umudun asla sönmediği, işçi sınıfının tekrar ayağa kalkacağı mesajıyla biter. O umutsuzluğu değil umudu aşılar işçilere: “Cana can katan, her yandan gençlik fışkıran o sabah, gökte alevler saçan güneşin altında yüzen ova, işte bu uğultuya gebeydi. Topraktan insanlar bitiyordu, saban izlerinde ağır ağır kapkara, öç alıcı bir ordu filizleniyordu; bu ordu pek yakında bütün toprağı çatlatacak olan gelecek yüzyılların ürünleri için boy atıyordu”.
O yıllarda toprağı çatlatıp boy atan bu ordu, bugüne dek gelişip bir dev haline gelmiştir. Dünyayı ellerinde tutanların köle olmaktan çıkıp efendi haline gelmelerinin önündeki tek engelse, bu dev gücü devrimci bilinçle donatacak bir örgütlülüğün eksikliğidir. Bu dünyayı değiştirme iddiasında olanlar Etienne gibi inatla ve yılmadan çalıştıkları, işçi sınıfının devrim mücadelesinin kaldıracı olan devrimci örgütlülüğün yaratılmasına omuz verdikleri ölçüde bu engelin de üstesinden gelinecektir.
link: Aylin Dinç, Germinal: Tohumlar Yeşerince, 1 Temmuz 2007, https://marksist.net/node/7218
Savaş Tehdidi Altında Derinleşen Kriz
Psikolojik Savaş ve Kürt Sorunu