Birkaç gündür gazete ve televizyon bültenleri Çin’de meydana gelen depremi konu alan haberlerle dolu. Her yeni bültende ölü sayısının hızla arttığı ve yardım bekleyen daha on binlerce kişi olduğu vurgulanıyor. Felâketin boyutları öylesine feci ki, on milyon insanın etkilendiğinden, 60 bin insanın öldüğünden ve ekonomik zararın büyüklüğünden bahsediliyor. Fakat bu bizi yanıltmamalı. Birkaç gün sonra bu haberin işgal ettiği yer küçülecek, sadece sansasyonel nitelikli kısımları aktarılacak. Yaşanan faciadan dersler çıkartmak, yaşananları bir daha yaşamamak için önlem almak ve sorumlulardan hesap sormak için adım atılmayacak. Hatırlarsak daha birkaç hafta önce gıda fiyatlarındaki ani fiyat depremiyle açlığa itilmişti Asya. Toplumsal veya doğasal olaylarda burjuva medyanın çarpıttığı bir gerçek var ki, o da insanlığın yaşadığı felâketlerin asıl nedeninin kapitalist sistem olduğudur.
Çin’i kana boğan deprem, pazartesi günü öğle saatlerinde Sichuan eyaletinde meydana geldi. 7,8 büyüklüğündeki depremde eyalet ve çevresi dakikalarca sallandı. Evler, okullar ve fabrikalar işçi ve emekçilere mezar oldu. Yürekleri titreten deprem felâketi anında, insanlar çığlık çığlığa “yardım” diye bağırıyorlardı. İşçi ve emekçiler kendi imkânlarıyla beton yığınlarını eşeliyor, molozları kaldırıyor ve insanları kurtarmaya çabalıyorlardı. O güne değin aynı mahallede oturan, aynı okulda okuyan veya aynı fabrikada çalışan fakat birbirini tanımayan insanlar ortak bir dayanışma içine giriyorlardı. Onlara yardım edecek devlet ordusu ise ancak saatler sonra gelebilmişti.
Ölü sayısının yüz bini geçeceğinden endişe ediliyor. Milyonlarca insan evsiz ve işsiz kaldı. Ama halkın tüm bu yaşananlar nedeniyle devleti sorgulamasının önüne şimdiden geçilmeye başlandı. Müteahhitler suçlu ilan edildi. Amaç Çin devletinin ve egemen sınıfının suçunu gizlemek ve aklamak... Hatırlanırsa benzeri şeyler 1999’da Türkiye’de de yaşanmıştı. Aradan yıllar geçmesine rağmen Kocaeli ve Düzce depremlerinin yaraları hâlâ sarılmış değil. Tersine, binlerce insan hâlâ konut sıkıntısı yaşıyor.
Bırakınız ölsünler!
Her ülkede kapitalizm buna benzer acıları insanlara yaşatıyor. İşsizlik, açlık ve yoksulluk gibi toplumsal felâketlerin yanı sıra sel, fırtına veya deprem gibi doğa olaylarının felâkete dönüşmesinin de tek nedeni, gerekli önlemleri almayan burjuva düzendir. İnsanları sömüren, sınıflara bölen ve kâr uğruna savaşlarda katleden bir sistemden can güvenliğini beklemek nafile. Kapitalizm sadece kendi can ve mal güvenliğini garanti altına alır. İşçi ve emekçilerinkini güvence altına aldığı görülmemiştir. Amerika’daki kasırgalar, Asya’daki tsunamiler veya Afrika’daki kuraklık felâketleri yıllardır yüz binleri yok ederken, burjuvazinin kılı dahi kıpırdamadı, kıpırdamıyor.
Kapitalist düzen toplumsal olaylar gibi doğa olaylarının nedenlerini de topluma çarpıtarak aktarır. Kendi suçunu gizler ve yaşananları kader olarak algılamamızı ister. Oysa savaşlar ve krizler nasıl takdir-i ilahi değilse, depremler de takdir-i ilahi değildir. Doğa olaylarının büyük bir bölümünü önceden tespit etmek bugünkü teknolojiyle mümkündür. Ama eğer aç kalan, susuz kalan veya çöken binaların altında kalanlar işçi ve emekçi sınıftan insanlarsa, önlem almaya, para harcamaya, teknolojik yatırımlar yapmaya ne lüzum var?! Dünyanın her ülkesinde burjuvazi kendisi için güvenli ve lüks evler yapar. Depremler, seller veya bombalar onların damlarına düşmez, onları sevdiklerinden ayırmaz ve acılara boğmaz.
“Ya bizde olsa!”
Deprem tehlikesini yaşamış ve daha büyük depremleri bekleyen hemen her ülkede “ya bizde olsa ne yapardık” sorusu sorulmaya başlandı. Bizde egemen sınıfın üyeleri kendi önlemlerini çoktan almış durumdalar. Güvenli ve korunaklı yerlere taşınarak deprem riskinden kurtuldular. Binalarını sağlamlaştırarak en az zararla çıkmanın hesabını yaptılar. Sigorta şirketleri deprem riski üzerinden kâr elde etmeye devam ediyor. Ya milyonlarca işçi ve emekçi? Myanmar’da, Endonezya’da, Amerika’da veya Çin’de yaşanan felâketlerde olduğu gibi işçi ve emekçilerin payına hep ölüm düşüyor. Benzer bir depremin İstanbul’da yaşanması halinde yüz binlerce insanın öleceği tahmin ediliyor. Ardından açlık ve sağlık sorunlarının baş göstereceğine kesin gözüyle bakılıyor. Ancak komik tatbikatlarla, göstermelik önlemlerle sözde can güvenliği sağlanmaya çalışılıyor.
Tüm bunlar açıkça gösteriyor ki, dünyamızı tehdit eden asıl tehlike kapitalizmdir. Kapitalist düzende göz göre göre yüz binlerce insan saniyeler içinde sudan sebeplerle ölüyor. Deprem, sel veya kasırga gibi doğa olaylarının elbette ki önüne geçilemez. Ama bu doğa olaylarında on binlerce insanın ölmesinin ve yüz binlercesinin yaralanmasının önüne geçilebilir. Bilim ve teknoloji, yani üretici güçlerin gelişmişliği sayesinde, istenirse tüm doğa olaylarının bir felâkete dönüşmesi engellenebilir. Depreme ve kasırgalara dayanıklı konutlar, rüzgârları ve kasırgaları engelleyen bariyerler yapılabilir. Ama tek derdi kâr olan, bir plana dayanmayan ve insan hayatını hiçe sayan kapitalizmin anarşik doğası buna engel olmaktadır. Öyle gözüküyor ki, çaresizliğin, ezilmişliğin ve kaderciliğin defterini dürecek işçi devrimleri yaşanmadan doğa olayları kapitalizmde büyük felâketlere dönüşmeye devam edecek.
link: Adil Aksu, Çin Kan Ağlıyor, Mayıs 2008, https://marksist.net/node/1820
Olimpiyatların Öteki Yüzü
Tersanelerde Ölümlerin Nedeni Kapitalist Düzendir