Saraçhane mitingi ile başlayan ve 15-16 Haziran direnişi ile zirveye ulaşan süreçte öne çıkan sendikalar, bugünkü sendikal örgütlere göre oldukça militan bir karaktere sahipti. DİSK’li sendikacılar ve işçiler hak almanın ve alınan hakları korumanın ancak mücadele ile mümkün olabileceğinin farkındaydı. Bunun yanı sıra DİSK, burjuvazinin işçi kitlelerine aşılamak için büyük gayret gösterdiği ve Türk-İş’te hâkim olan “siyaset-dışı sendikacılık” anlayışına karşı kararlı bir mücadele yürüterek güçlenmişti.
Ne var ki, DİSK’in bu dönemde desteklediği ve ilişki içerisinde bulunduğu TİP, parlamentarizm ve reformizmle malûldü. TİP DİSK’i parlamentodaki pozisyonunu sağlamlaştıracak sınırlarda bir sendikal çizgide tutmaya uğraşıyor, DİSK de TİP’deki bu eğilimi güçlendiriyordu. DİSK Kuruluş Bildirgesinde devrimciliği şöyle tanımlıyordu: “Biz devrimciliği; bugünkü tutucu, gerici, ekonomik, sosyal ve politik ilişkilerin Anayasa uyarınca değiştirilmesi ve Anayasa ilkelerinin hayata uygulanması anlamına alıyoruz.” 61 anayasasında tanınan haklara güvenen ve dolayısıyla onunla sınırlanan bir anlayış her iki örgütte de hâkim durumdaydı.
60’lı yıllar boyunca militan işçilerin mücadeleleri üzerinden yükselen DİSK’in sınıf sendikacılığı anlayışının görece tüm olumlu özelliklerinin yanında bu sınırlılıklarını da görmek, bugün militan sınıf sendikacılığı anlayışının yükseltilmesi açısından önem taşımaktadır. Öncü işçiler bugün DİSK’in geçmişteki mücadele anlayışının daha ilerisine geçmek zorundadırlar. Bu da ancak, mücadeleyi kapitalist düzen sınırlarına hapsetmeyen “militan sınıf sendikacılığı” anlayışının sendikalarda hâkim kılınması ile sağlanabilecektir.
15-16 Haziran direnişinin ardından DİSK
DİSK, 1967-71 arasında aktif biçimde TİP’i desteklemiş, TİP tarafından da desteklenmişti. DİSK kurucularından Kemal Nebioğlu ve Rıza Kuas 1965 seçimlerinde TİP milletvekili olarak TBMM’ye girmişlerdi. 1968’de DİSK ve Maden-İş Başkanvekili Şinasi Kaya TİP’ten İstanbul Belediye Başkanı adayı olmuş, Rıza Kuas 1969’da yeniden milletvekili seçilmişti. DİSK 1969 genel seçimlerinde ve ara seçimlerde TİP’e oy verilmesi çağrısında bulunmuştu. 1969’da TİP adına radyodan konuşanlar arasında DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler de vardı ve konuşmasında CHP’yi ve ortanın solu söylemini yükseltmekte olan Bülent Ecevit’i çok sert eleştirmişti.
Ancak, 1960’larda bütün solu kucaklayacak biçimde gelişen ve DİSK ile karşılıklı etkileşim içerisinde gelişip büyüyen TİP, 1970 yılı sonlarında gücünü önemli ölçüde yitirmişti ve bünyesinden değişik ideolojik yönelimlere sahip pek çok sol akım çıkıyordu. TİP’ten kopan kadrolar yeni örgütlenme arayışı içindeydiler. Bu nedenle, 15-16 Haziran gösterileriyle gözler önüne serilen işçi hareketini ilerletecek devrimci bir örgütlülük mevcut değildi. 15-16 Haziran 1970 genel direnişi ile doruk noktasına ulaşmış bulunan işçi hareketi dinamizmini büyük ölçüde korumasına rağmen, sosyalist hareket bu tarihlerde tam bir kriz ve parçalanma süreci içerisine girmişti. Bu dönemde TİP’in DİSK üzerindeki etkisi de ortadan kalkmış bulunuyordu. Nitekim TİP’in 1971’deki son kongresi, DİSK kurucusu sendikacıların bu partiyle ilişkilerinin sona erdiği bir dönüm noktası oldu.
12 Mart rejiminin sosyalist hareketi ağır baskı altına aldığı 1971-74 arası dönemde DİSK’te de bazı yalpalamalar kendini gösterecekti. 12 Mart 1971 darbesine karşı DİSK’in ilk günlerde takındığı tutum da bunun çarpıcı bir örneğiydi. DİSK yayınladığı bir bildiride, muhtırayı desteklediğini ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin yanında olduğunu belirtiyordu. Ne var ki bu tür yanılsamalar sadece DİSK’le sınırlı olmayıp sol hareketin önemli bir bölümünde de mevcuttu. 1971 Martından 1973’ün sonlarına dek süren bir zaman dilimi boyunca DİSK faaliyetlerini fiilen en aza indirgedi. Bu süreçte, 15-16 Haziran direnişine yol açan 274 sayılı sendikalar yasasını değiştirme girişimi, askeri rejimin varlığında fiilen gerçekleşmiş oluyordu.
DİSK’in başını çektiği sendikal hareket bu dönemde büyük bir durgunluğun içine girmiş olsa da, işçi hareketi tüm olumsuz koşullara rağmen bu üç yıl boyunca yemek boykotları, açlık grevleri, yasadışı grevler ve hatta işgaller ile, küllenmemiş bir dinamizme sahip olduğunu hep hatırlatır.[1] İşçi sınıfında sönmeyen bu hareketliliğe rağmen sosyalist hareket henüz ciddi bir gelişim kaydedebilmiş değildir. Sınıf hareketi üzerinde henüz sosyalist hareket etkili olma durumuna gelememiştir ama muazzam bir enerji birikmiştir.
Bu koşullardan yararlanan CHP olmuştur. CHP genel olarak solu ve sendikal hareketi yanına çekebilmek için bu süreçte “sol” bir söylem geliştirmeye başlamış ve DİSK’i de etkilemiştir. Daha 1969’un Eylülünde “CHP uzun yıllar, işçi ve köylüleri zorla ve jandarma dipçiğiyle çalıştırmıştır. Bütün CHP iktidarı boyunca, işçilere hür sendika kurma hakkı bile tanınmamış, grev isteyenler hapse atılmıştır” diyen DİSK yönetimi, 14 Ekim 1973’te yapılan milletvekili ve senato seçimleri öncesinde bir açıklama yaparak tüm emekçileri “Anayasal özgürlükleri, demokratik hakları ve uygarlıkçı bir anlayışı savunan tek parti durumunda olduğu için” CHP’ye oy vermeye çağırıyordu. DİSK, CHP’ye oy verme çağrısını 9 Aralık 1973’te yapılan mahalli seçimlerde de tekrarladı.
Seçimlerde önemli bir başarı elde eden CHP, 25 Ocak 1974’te MSP ile koalisyon hükümeti kurdu. DİSK’in 13 Şubat 1974’te kutlanan 7. kuruluş yıldönümüne Başbakan Bülent Ecevit de kutlama mesajı gönderdi. TİP-DİSK ilişkisinden farklı koşullarda ve biçimlerde de olsa CHP ile DİSK yönetiminin ilişkisi gelişiyordu. DİSK 1974 Kıbrıs harekâtından sonra da CHP’yi destekler pozisyonunu sürdürdü. Kıbrıs harekâtından sonra ilan edilen sıkıyönetimin çok sayıda grevi yasaklayarak hangi sınıfa hizmet ettiğini apaçık ortaya koymasına rağmen, DİSK harekâtı destekleyen bir bildiri yayınladı ve işçileri devletin Savaş Fonuna birer brüt yevmiye ile katılmaya çağıran bir kampanya açtı. Bütün bunlar, DİSK’in kuruluşundan 15-16 Haziran’a ulaşan sürede sergilediği mücadele hattından epeyce saptığını gösteriyordu.
Ancak işçi sınıfındaki muazzam birikimin açığa çıkmasıyla birlikte büyük bir ilerleme göstermeye başlayacak olan devrimci hareket, DİSK’i, en azından belli bir süre, sadece CHP’nin belirlediği bir sendikal örgütlenme olmaktan uzak tutacaktı. Devrimci hareket ve işçi hareketi 1974 yılından itibaren belirgin biçimde yükselmeye başladı. 1974 affıyla birlikte pek çok sosyalist tutsağın cezaevlerinden çıkması yeni örgütlenme çabalarını da beraberinde getirmişti. Bunun yanında uzun yıllardır Türkiye’de faaliyet göstermeyen ve yurt dışında yaşayan göçmen komünistlerle sınırlı bir örgütlenmeye sahip olan TKP’nin “atılım” kararı alması ve Türkiye’de örgütlenmeye başlaması da DİSK’in bundan sonraki gelişim çizgisinde belirleyici bir rol oynayacaktı.
1974 yılında gerçekleşen grev sayısı bir önceki yılın iki katına çıkmıştı.[2] Bu grevlerin büyük bir kısmı DİSK’e bağlı sendikalar tarafından gerçekleştiriliyor ve kazanımlar üye olmayan işçileri DİSK’te örgütlenmeye yöneltiyordu. İşçiler akın akın DİSK’e akıyor, sendika seçme referandumlarının çoğunu DİSK kazanıyordu. Bu arada DİSK’in CHP’yi desteklemiş olması da çok sayıda CHP yanlısı bağımsız sendika yöneticisinin DİSK’le yakınlaşmasını sağlıyordu. Bu dönemde pek çok sendikanın katılımıyla DİSK’in üye sayısı 270 bine çıkıyordu. 1975’te Seydişehir Alüminyum ve İskenderun Demir-Çelik’te çalışan 15.000 işçinin sendikalarını belirlemesi için yapılan referandumun Yargıtay tarafından yasaklanması, DİSK’in yükselişinden burjuvazinin ne kadar korktuğunun da bir göstergesiydi.
TKP DİSK üzerinde etkili olmaya başlıyor
DİSK üzerinde sosyalist bir partinin yeniden etkin olmasının önü 1975 yılının Mayıs ayında toplanan 5. kongrenin ardından açılır. Üstelik bu sefer DİSK üzerinde etkili olacak parti illegal TKP’dir. DİSK’in bu kongresinde, TİP’in ve DİSK’in kuruluşlarında yer almış ve Almanya’da çalıştığı süre içinde TKP ile ilişkisini geliştirmiş sendikacı İbrahim Güzelce genel sekreterliğe seçilir. Aslında 5. kongrede TKP DİSK yönetiminde ağırlığı ele geçirmiş değildir, fakat TKP kadroları DİSK’in sendikal çizgisini hızla belirlemeye başlarlar. Bu kongreden 1977 yılının sonlarında yapılan 6. kongreye kadar geçen 2,5 yıl, DİSK’in ikinci yükseliş dönemi olur. Bu süreçte DİSK, TKP’li kadroların etkisiyle, çalışma koşullarını ve ücretleri iyileştiren toplu sözleşmeleri hayata geçiren grev mücadelelerinin yanı sıra siyasal taleplerin de yükseltildiği kitlesel mücadelelerin merkezinde yer alır.
Grevlerin sayısı artarken, DİSK’e yönelik baskılar ve lokavtların sayısı da artar. 17 Ocak 1975’te İstanbul’da Beko Teknik’te Maden-İş’e geçmek isteyen, 15 Martta İstanbul’da Northern Electric fabrikasında yine Maden-İş’e üye olmak için direniş yapan işçilere polis saldırır. Benzeri pek çok baskı bu yıllar içinde sıradan hale gelir. Genel-İş üyesi 6000 ya da Sosyal-İş üyesi 5000 işçinin SSK işyerlerindeki grevleri gibi pek çok greve de mahkeme ya da sıkıyönetim kararları ile izin verilmez. Ancak sınıf dayanışması güçlü bir biçimde gelişmektedir. Bandırma’da Etibank Sülfrik Asit fabrikasında Petrol-İş’ten ayrılıp DİSK’e bağlı Petrol Kimya-İş’e üye olan 16 işçinin sosyal haklarının kesilmesi üzerine 325 işçi direnişe geçer. Nusaybin’de pamuk tarlalarında çalışan işçilerin direnişini kırmak için getirilen 2 bin işçinin de direnişçilere katılmasıyla, direnen işçilerin sayısı 8 bine yükselir. İstanbul Sungurlar’da 800 işçi 114 gün boyunca kararlı bir direniş sergiler. Türkiye-Irak Petrol Boru Hattında çalışan 800 Baysen-İş üyesi sendika seçme özgürlüğü için direnirken, bu direniş işyerindeki İtalyan işçilerinden de destek görür. Konya’da Maden-İş’e üye olmak isteyen Seydişehir Alüminyum işçilerinin üzerine 26 Aralık 1975’te 150 ülkücü-faşistin ve Türk Metal-İş üyesinin ateş açması ise, gelişen mücadeleler karşısında egemen sınıfın tavrını açıkça ortaya koymaktadır.
DİSK, 6 Eylül 1975’te İzmir’de 15 bine yakın, 20 Eylül 1975’te İstanbul’da 40 bin dolayında işçinin katıldığı “Demokratik Hak ve Özgürlükler İçin Mücadele” mitinglerini düzenler. Milliyetçi Cephe hükümetinin siyasal özgürlükleri kısıtlayan girişimlerine karşı gerçekleştirilen bu mitingler, DİSK’in ekonomik alandaki mücadelelerin sınırlarını aşma gayretinde olduğunu göstermektedir. Nitekim 1976 yılında gerçekleştirilecek olan 1 Mayıs gösterilerinin hazırlıkları da bir yandan başlamıştır.
13 Şubat 1976’da DİSK’in 9. kuruluş yıldönümü ilk kez kitlesel bir şölen ile kutlandı. Can Yücel’in “Hava döndü, işçiden esiyor yel” şiirini okuduğu, çok sayıda sanatçının katıldığı şölende yaptığı konuşmada DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, “Sınıf uzlaşmacılığına ve Amerikan sendikacılığına karşı 13 Şubat 1967 günü kurulan DİSK, kısa süre içinde sayıca gücünün ötesinde bir prestij ve saygınlık kazandı. Bunda en önemli pay, tabanın söz ve karar sahibi olma ilkesinin, sendika içi demokrasinin uygulanmasıydı. Yüzlerce, binlerce bilinçli işçi, gece gündüz ve yorgunluk bilmeden DİSK’e sahip çıktı... Görmediğimiz, tanımadığımız binlerce işçi sınıfı yandaşı DİSK’in yücelmesi için yiğitçe kavga verdiler. DİSK’in adı, işyerleri duvarlarına, İstanbul sokaklarına, yurt toprağına bu kahırlı, sabırlı ve kararlı mücadeleyle kazındı” diyerek, DİSK’in gelişiminin hangi temeller üzerinden sağlandığını anlatıyordu.
DİSK’in l Mayıs broşürünün “Önsöz”ünde, “l Mayıs, birleştiğinde dünya emekçilerinin yenilmez gücünü burjuvaziye dayattığı ve tüm çalışanlara örnek olduğu bir gündür, l Mayıs ‘Bahar ve Çiçek Bayramı’ değildir. O gün kırlarda eğlenmeyi, çiçek toplamayı biz burjuvaziye ve sınıf uzlaşmacısı sendikalara, Türk-İş’e bırakıyoruz” deniliyordu. Bu satırları kaleme alan İbrahim Güzelce, DİSK’in örgütlediği ilk kitlesel 1 Mayıs mitingini göremeden 11 Nisan 1976 günü hastalık nedeniyle hayata veda etti. DİSK’in ikinci yükselişinde önemli bir yeri olan Güzelce, 40 bin işçi tarafından uğurlandı.
Broşürler, gazeteler çıkararak, İstanbul duvarlarını afişlerle donatarak, komite çalışmaları ve işçi eğitimleri ile yoğun bir biçimde hazırlanılan ilk kitlesel 1 Mayıs gösterisine 100 bine yakın işçi, “Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin” pankartı altında sloganlar ve marşlar söyleyerek katıldı. DİSK önderliğinde gerçekleştirilen bu 1 Mayıs gösterisi, sınıf hareketinin kazandığı ivmenin ve moralin de net bir göstergesi olmuştu. 10 Temmuz 1976’da DİSK, Bursa’da faşistlerce katledilen Maden-İş üyesi ve TOFAŞ işçisi Muammer Çetinbaş’ın öldürülmesini protesto için Bursa Mitingini gerçekleştirdi. İstanbul’dan, İzmit’ten, Ankara’dan, Sakarya’dan gelen on binlerce emekçi faşist saldırıları kınadı. DİSK, l Eylül’de Dünya Barış Gününü, 11 Eylül’de Şili ile Dayanışma Gününü kutlayarak işçi sınıfının uluslararası siyasal sorunlarına ilgisiz kalmadığını gösteriyordu.
Anayasa Mahkemesinin 11 Ekim 1975’te iptal ettiği Devlet Güvenlik Mahkemeleri Yasasının Milliyetçi Cephe iktidarı tarafından bir yıl içinde yeniden yasalaştırılmak istenmesi, 1976’da DİSK önderliğinde Türkiye işçi sınıfı tarihinin en büyük işçi eylemlerinden birine yol açacaktı. DGM’lerin kurulmasının işçi sınıfı mücadelesinin gelişmesini engellemeye yönelik olduğunu vurgulayan DİSK, DGM’leri “sınıf mahkemeleri” ve “sıkıyönetimsiz sıkıyönetim” olarak niteliyordu. DİSK’in Yönetim Kurulu ve Başkanlar Kurulu 16 Eylül 1976’da bir bildiri yayınlayarak “Genel Yas” ilan etti. Bildiride, “1. Ülkemizi MC’nin yarattığı karışıklık ve bunalımdan kurtarmak, 2. Hayat pahalılığı artışına son verip emekçi halkımızın yüksek seçim olanaklarına kavuşmasını sağlayacak kapıları açmak, 3. Demokrasiyi açıkça boğazlanmaktan kurtarıp demokratik, sendikal ve siyasal hak ve özgürlükleri koruyup genişletmek, 4. Ve bu nedenle emekçi halkımızın 1977 Genel Seçimleri’nde özgürce oy kullanma ve bu istemleri destekleyen dilediği iktidarı seçme olanağı sağlamak amacıyla... Bu iktidarın anayasal ve demokratik yoldan düşürülmesine ve halktan yana bir iktidarın kurulmasına kadar tüm ülkede Genel Yas ilanı ... kararlaştırılmıştır” deniyordu. DİSK’in kararında, her gün öğleden sonra sessiz matem yürüyüşleri veya mitingleri yapılacağı ve işçilerin eylemler için serbest bırakılacağı açıklanıyordu. Aslında bu, genel grevi yasaklayan burjuva hukukunu delme girişimiydi.
16 Eylül 1976’da DİSK Yönetim Kurulu Taksim Anıtı’na siyah çelenk koyarken, yüz binlerce işçi Türkiye çapında üretimi durdurdu. 16 ve 17 Eylül günlerinde İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Antalya, Adana, Mersin, Diyarbakır, Kayseri, Sakarya ve Balıkesir’de işçiler iş bıraktı. 18 Eylülde direnişe Ereğli Demir Çelik işçileri de katıldı. İstanbul ve Ankara’da otobüs ve temizlik işçileri iş bırakırken, Aliağa ve İpraş Rafinerilerinde, Erdemir, Türk Demir Döküm, Sungurlar, Pirelli, Goodyear, Tofaş ve Renault fabrikalarında üretim durmuş, her yanı “DGM’ye Hayır”, “MC’ye Hayır” sloganları kaplamıştı. Bu gerçekte bir genel grev provasıydı.
27 Eylül 1976’da Ankara’da demokratik kuruluşlar DİSK’in DGM direnişini desteklemek amacıyla bir miting düzenlediler. Aynı biçimde Federal Almanya’da da DİSK’e destek mitingi yapıldı. Bu arada gerek DİSK’in eylemini desteklemek, gerekse işten atılmaları protesto etmek için çok sayıda uluslararası kuruluş ve çeşitli ülkelerin işçi sendikaları DİSK’e destek bildirileri gönderdiler. DİSK, 5 Ekim 1976’da bir açıklama yaparak, “işten atılan tüm DİSK üyelerinin güvence altında” olduğunu belirtti ve bu amaçla olağanüstü toplanan DİSK Genel Kurulu, DİSK Dayanışma Fonunun güçlendirilmesi ve DİSK aidatının arttırılması kararı aldı.
DİSK’in DGM direnişine İstanbul’daki Profilo Fabrikası işçileri militan bir biçimde katıldılar. Profilo işvereninin MESS’in talimatı ile 18 işçiyi işten atması üzerine işçiler 22 Eylül 1976’da direnişe geçti. Fabrika polis tarafından kordon altına alındı. 29 Eylülde bini aşkın polis, altı panzer ve gaz bombaları ile işçilere saldırmalarına karşın fabrikayı boşaltamadı. 30 Eylülde polisin ikinci kez giriştiği saldırıda Yakup Keser adlı işçi öldürüldü. Jandarmanın denetiminde 500 işçi polis merkezine götürüldü. Çok sayıda işçi gözaltına alındı, bazıları tutuklandı.
DGM direnişi üzerine patronlar yoğun bir baskıya girişmişlerdi. Binlerce işyeri temsilcisi ve işçi işten çıkarılmıştı. Ancak DİSK’in örgütlediği bu direniş tüm kamuoyunu harekete geçirmişti. Yükselen tepki sonucunda burjuvazi, 11 Ekim 1976’da, DGM’leri yeniden açma girişiminden vazgeçmek zorunda kaldı. Bu arada Sağmalcılar Cezaevinde tutuklu bulunan 6 Profilo işçisi “DGM’yi Ezdik, Yaşasın DİSK” sloganıyla 23 Ekim 1976’da toplanan DİSK Genel Temsilciler Meclisine bir telgraf gönderdiler. Telgrafta şöyle deniyordu: “Bir Yakup ölmüş, bin Yakup var savaşacak. Bu olay ne ilktir ne de son. İşçi sınıfımızın mücadele tarihinde bu gibi olaylar çoktur. Binlerce işçi kardeşimiz vurulmuş, işkencelere tâbi tutulmuş, ama hâkim sınıfların baskılarına rağmen sınıf mücadelesi durmadan ilerlemiştir. Profilo olayları neticesinde biz 6 işçi temsilcisi tevkif edildik. Ama biliyoruz ki, ne işkenceler ne hapishaneler bizleri yıldıramaz. Tam tersine sınıf mücadelesini pekiştirir. Hapishaneler bizler için birer okuldur ve bizler bu okulda bulunmaktan dolayı gurur duyuyoruz... Kahrolsun Faşizm.”
Bu militanlaşma düzeyi 1960’lardaki mücadeleciliği fersah fersah aşıyordu. TKP her türlü oportünizmine rağmen işçileri siyasal meseleler konusunda da mücadeleye sevk etmişti. Yükselen bu mücadele hattı artık daha çok sendikayı kendisine çekiyordu. Yeni sendika katılımları ve DİSK üyesi sendikaların yeni üye kazanımları ile DİSK’in üye sayısı 1977 sonunda yarım milyona ulaşacaktı.
Ancak yönetiminde CHP’lilerin ağır bastığı bazı sendikaların DİSK’e katılımları, sonraki dönemlerdeki gelişmelerin de göstereceği üzere, gerçekte bunların militanlaşan bir sendikal anlayışa sahip olmalarından kaynaklanmıyordu. Aslında DİSK’in yeni yönelimi burjuvaziyi oldukça ürkütmüştü ve bu gelişmenin önünü, tüm diğer uygulamaların yanı sıra DİSK’i içerden ele geçirme yoluyla da kesmeyi deneyecekti. Yeni üye olan sendikalardan Genel-İş’in 120 bin, Oleyis’in 23 bin üyesi vardı. Bu durumda Genel-İş DİSK’teki en büyük sendika haline geliyor ve konfederasyon içinde CHP’lilerin ağırlığı artıyordu. Ancak ipler henüz DİSK içerisindeki TKP’li kadroların elinden kaçmamıştı.
TKP’nin oportünist politikalarının uzantısı olarak, DİSK, 21 Şubat 1977’deki genel seçimlerde CHP’yi destekleyeceğini açıkladı. Ancak mücadeleci anlayışta henüz bir geriye düşme söz konusu değildi. Bu perspektifle DİSK 1 Mayıs 1977’ye hazırlanmaya başladı. Aylar öncesinden başlayan yoğun bir çalışma sonucunda Türkiye’nin dört bir yanından gelen 500 bin dolayında emekçi Taksim’de toplandı. On binlerce işçi “141-142’ye Hayır”, “Faşizme Geçit Yok”, “İşçiyiz Güçlüyüz, Devrimlerde Öncüyüz” sloganlarını haykırarak ve demokratik taleplerini dile getirerek alana girdi. Ancak, bu 1 Mayıs’a hazırlanan sadece işçiler değildi. Burjuva devletin gizli birimleri l Mayıs’ı kana bulayarak 37 kişiyi katledecek, yüzlerce işçi yaralanacaktı.
CHP’nin DİSK yönetimini ele geçirmesi
‘77 1 Mayıs’ının görkemli gösterisine saldırarak meydanı boş bırakmayacağını ve saldırılarını arttıracağını ortaya koyan burjuvazi bir yandan da DİSK’e içerden saldırmak için fırsat kolluyordu. Nitekim DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in 28 Temmuz 1977’de, TKP’nin programatik görüşleriyle paralellik içeren Ulusal Demokratik Cephe (UDC) çağrısı yapması bu kesimleri derhal harekete geçirdi. Türkler, UDC çağrısında şöyle diyordu: “Milliyetçi Cephe işbirlikçi tekelci sermayenin en gerici, şoven kesimlerinin oluşturduğu gericilik ve faşizm cephesidir. Bu cepheye karşı ve güvenoyu aldığı takdirde 2. MC’yi bir an önce iktidardan uzaklaştırmak için, ulusal bağımsızlıktan, demokrasi, barış ve toplumsal ilerlemeden yana olan parlamento içindeki ve dışındaki tüm örgüt ve güçlerin Ulusal Demokratik Cephe (UDC) içinde bir araya gelmeleri ve UDCyi güçlendirmeleri acil bir görev ve zorunluluktur... Demokrasi düşmanlarınca yaratılan bu cepheleşmenin Demokrasi Bölümü’nde CHP’nin gerekli yerini alması, işlev ve görevlerini daha somut biçimde yerine getirmesi önemli bir zorunluluk haline gelmiştir.”
UDC çağrısının büyük yankı yaratmasının ardından CHP yanlısı sendikacılar Kemal Türkler’i eleştirmeye başladılar. DİSK Yürütme Kurulu “4’ler”, “3’ler” olarak ikiye ayrıldı ve Yönetim Kurulu yeni bir genel sekreter atadı. Basında, “DİSK’te iki başlı yönetim” başlıkları kullanılıyordu. Yoğun tartışmalardan, karşılıklı suçlamalardan sonra, konfederasyon içindeki diğer gruplarla işbirliği yapan Genel-İş başkanı Abdullah Baştürk öncülüğündeki CHP’li grup, olağanüstü genel kurula gidilmesini sağladı. DİSK 6. genel kurulu 22-29 Aralık 1977 tarihleri arasında İstanbul’da yapıldı. Toplantıya 35’i doğal, 361 delege katılıyordu. Bunların 100’ü Genel-İş, 64’ü Maden-İş delegesiydi. Genel-İş Başkanı Abdullah Baştürk’ün DİSK Genel Başkanlığına, genel kuruldan bir ay öncesine kadar Kemal Türkler ekibiyle birlikte davranan Fehmi Işıklar’ın DİSK Genel Sekreterliğine seçildiği 6. genel kurul TKP’li kadroların etkisinin büyük ölçüde kırılmasıyla sonuçlandı.
Bu kongre DİSK tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. İkinci yükseliş dönemi için son artık başlamıştı. Kongrenin seçtiği yeni yönetim, geçmiş yönetimin önemli sorumluluk ve yetkiler verdiği birçok TKP’li uzmanın işine son vermekle mesaisine başladı. Ancak bu durum da henüz bir bütün olarak DİSK’in CHP’lileştiği anlamına gelmiyordu.
[1] Çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığının istatistiklerinde bile 1970 yılında grevlerde kaybolan gün sayısı 220.189 iken 1971’de iki katından fazla artarak 476.116’ya, 1972’de 659.362’ye, 1973’te ise 671.135’e yükselir.
[2] 1974 yılında greve katılan toplam işçi sayısı 25.546 oldu. 1973 yılında bu sayı 12.286 idi. Grevde kaybolan gün sayısı ise 1973’te 671.135 iken 1974’te neredeyse iki katına çıkıp 1.109.401’a yükselmişti.
link: Selim Fuat, DİSK Tarihi ve Militan Sınıf Sendikacılığı /2, Ağustos 2008, https://marksist.net/node/1856