Güney Asya depremi ardından devletler, basın ve burjuva bilim adamları “duygulandılar”. İnsanının doğa karşısında ne kadar aciz olduğunu, sağ kalanlara yardım edip yaraları sarmaktan başka bir şeyin elden gelmeyeceğini söylediler. Ancak yalan söylüyorlar. Her türlü felaketin baş sorumlusu kapitalist sistemdir. Burjuva bilim adamları, yaşadığı her saniye insanlığa daha da ağır bedeller ödettiren sistemlerine zarar gelmemesi için gerçekleri gizliyorlar. Tek dertleri var: Kapitalizmin güvenliğini sağlamak.
İnsanlık acı şekilde kitlesel katlimalara maruz kalıyor. Deprem, sel, fırtına, salgın hastalıklar, savaş, işsizlik, intiharlar, iş kazaları ve açlık... Oysaki bu ve benzeri nedenlerle saniyeler içinde yüz binlerce insanın ölmesi bir kader değildir. İnsanının güvenlik içinde yaşamasına engel olan kapitalist barbarlık düzenidir. Modern barbarlar güven içinde yaşayacağımız bir dünya kurmamıza engel oluyorlar. Bu çürümüş sistem yaşadıkça, milyonlarca insanının ölmesinin onların gözünde hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacak.
Doğal yerkabuğu hareketlenmeleri olan depremler veya diğer doğa olayları yüzyıllardır sürüyor. Doğa olayları diyalektik bir hareketlenme sürecinde gerçekleşir. Küçük tedrici birikimler nihayetinde büyük, ani bir sıçramaya uğrayarak hareketlerini sürdürür. Tüm bu altüst oluşlara, hiçbir güç engel olamaz. Dün olduğu gibi, bugün ve yarın da doğanın bu sıçramalarına tanık olancağız.
İnsanlık doğal devinimlerde eli kolu bağlı oturacak değil elbette. Doğanın nice kör kuvvetlerini çözümleyerek ilerledi insanlık. Doğayı tanıdıkça mağaradan, ağaç kovuklarından çıkıp gökdelenlerde yaşamaya başladı. Doğa ve içindeki tükenmez enerji kaynaklarını üretimde kullandıkça çağlar atlayabildi. Doğa tüm canlıların döl yatağıdır.
Güney Asya depremine karşı ne yapılabilirdi? Bilimciler, Tsunami Erken Uyarı Sisteminin Pasifik Okyanusu’nda mevcut olduğunu, bu okyanusta meydana gelecek büyük bir depremin yol açacağı dalgaların, saatler önce kıyılarda yaşayan insanlara bildirilmesinin mümkün olduğunu dile getirdiler. Yani bu sistemin Hint Okyanusu’na da kurulmuş olmasıyla, yüz binlerce insanın yok oluşunun önüne geçilebilirdi. Erken uyarı sistemi sayesinde sahil şeridi saatler önce tahliye edilebilirdi. Ama burjuvazi, erken uyarı sistemlerini rakip gücün havadan gelecek füzeleri için kurmayı ve hazır tutmayı tercih ediyor. Onun için yoksul ülkelerde yaşayan milyonlarca insanın yok olmasının hiçbir önemi yok. İnsanlığın çıkarları için kullanılabilecek tüm uzay teknolojisi, askeri amaçlarla ya da rakip ülkelerden bilgi sızdırmak için kullanılıyor. Onca teknolojik buluş, kapitalist kâr sisteminin kendi iç mantığı gereği, hayata geçirilmeden kasalarda kilitli kalıyor.
Plansız kentleşme sonucu felaketlerin etkisi artmakta. Temiz, düzenli ve güvenlikli kentleşme kapitalizmin mantığıyla çeliştiğinden ölümler katlanarak çoğalmaktadır.
Her felaketin ardından aynı senaryo uygulanıyor. Sermaye devletleri bağışlar ve dini fikirlerle kitleleri teslim almaya çalışıyorlar. Tsunaminin ardından sermaye devletleri yardım için milyonlarca dolar kasalarından çıkarmaya başladılar. Kapitalizmi tanıyoruz! İnsani özünü yıllar önce tüketmiş katliamcı bir sistem. İnsan sormadan edemiyor. Onca servet varken neden açlık, yoksulluk ve salgın hastalıklarla boğuşan, on binlerce çocuğun öldüğü ülkelere yardım etmiyorsunuz? Neden işçileri sefalet ücreti olan asgari ücrete mahkûm ediyorsunuz? Bu ve benzeri soruların ardı arkası gelmez. Bağışların ardında yatan gerçek nedir? Hindistan veya diğer Güney Asya ülkeleri kapitalizmin eşitsiz ve bileşik geliştiği ülkelerden birkaçı. örneğin Hindistan işçi nüfusunun en yoğun olduğu ülkelerden birisi. Felaketin ardından kapitalizme karşı toplumsal bir ayaklanma gerçekleşirse ne olurdu acaba!? Kapitalizmin herhangi bir kalesinin yıkılışı depremsel bir etki gerçekleştirmez mi? Korkuları işçi sınıfının ayaklanmasındandır. Paraları sermaye devletlerine bağışlıyorlar. İşçi sınıfının sermayeden gelecek nafakaya boyun eğmesini istiyorlar. Başka bir amaçları yok.
Kapitalistler dini kitleleri uyuşturmada bir silah olarak kullanmaktadır. Doğayı algılamada, doğal olayaların nedenini açıklamada hâlâ insanlığın çoğunun tek başvuru kaynağı dindir. Din, kökleri yüzyıllar öncesine uzanan, doğanın kör kuvvetlerinden korkmamın, doğaya ilişkin çarpık bir bilincin ürünüydü. Sınıflı toplumlar dini fikirleri özenle korudular. Bütün sömürücü sistemler bilimsel düşüncenin önüne kalın bir set çekerler. Dini fikirlere toplumu kanalize etmek, kapitalistlerin iktidarlarını korumalarının en temel dayanaklarından biridir. Olanları bir kader, ilâhi gücün cezalandırması, günahlarımızın bedeli olarak algılatmayı sağlamak, asıl suçlunun sorgulanmamasını mümkün kılma amacını taşımaktadır. Burjuvazi, açlık, yoksulluk, işsizlik, hastalık ve ölümlerin daima ilâhi adaletin bir tezahürü olduğunu dile getirir. Böylece kitleler bolluk içinde yokluk çekmeye, sesini çıkarmadan, dualardan, büyülerden ve dinden medet ummaya devam edeceklerdir.
Din, bilim, doğa, üretim araçları, sermaye ve iktidar kapitalist sınıfın elinde kaldıkça, dünya kitlesel yok oluşlardan kurtulamayacak. Dünyanın dört bir yanında yaşanan ortak sorunlar geleceğimizi tehdit ediyor. İnsanlık çözebileceği sorunları önüne koyar. Kapitalizme ve onun neden olduğu felaketlere karşı çözümsüz değiliz. Yıllar önce Paris Komünarları ve Ekim Devriminin Bolşevik işçileri sınıfsız bir dünyaya gidecek yolun ilk adımlarını atmışlardı. Dünya işçi sınıfı kapitalizme karşı ortak örgütlendiğinde, ortak düşündüğünde ve ortak mücadele verdiğinde kapitalizm korkunç bir felaket yaşayacak. Bir avuç insanın iktidarı işçi devrimiyle yerle bir olacak. Ve bu mutlu olay milyarlarca insan için mutlu, güven içinde, sömürüsüz bir dünyanın başlangıcı olacak.
Kapitalizm öldürür, Kapitalizmi öldürelim!
link: Kartal’dan bir MT okuru, Tsunami Kapitalizmin Diğer Adıdır, 3 Ocak 2005, https://marksist.net/node/199
2.Bölüm
Kadınların Kapitalist Toplumdaki Yeri