İspanyol ozan Lorca 1898 yılında Fuente Vaqueros’ta doğdu. Babası Granada’da toprak sahibiydi. Çocukluğu İspanyol baladları ve Çingene öyküleri dinlemekle geçti Lorca’nın. Bu sayede İspanyol halklarını yakından tanıma fırsatı buldu. Özellikle gençlik dönemi, Çingeneler arasında şiirler yazarak şarkılar söyleyerek geçti.
Güneş batar, sayısız uyumlu renk çağlayanları,
Sierra’dan şehre tepeler iner...
Ve müzikli renkler ses dalgacıklarına karışır...
Her şey; melodi, asırlık elem hıçkırıklarla inler…
İşte bu dizeler şairin doğup büyüdüğü ve tutkuyla bağlandığı Granada’yı anlatır. Lorca, tutkuyla bağlı olduğu bu topraklarda faşistler tarafından katledileceğinden habersiz yazmıştı bu dizeleri.
Üniversite eğitimine Granada Hukuk Fakültesinde devam eder. Hukukun yanı sıra edebiyat, tiyatro, resim ve müzikle ilgilenir. Sosyalist düşünür Fernonda Las Rios’un ailesini ikna etmesi ile Madrid öğrenci yurduna yerleşir ve bu Lorca’nın hayatında bir dönüm noktası olur. Kurulu düzene, toplumsal sorunlara farklı bir gözle bakmaya, sorgulamaya başlar. 1918’de ilk şiir kitabı İzlenimler ve Peyzajlar müthiş ilgi uyandırır. Şiirlerindeki farklılık edebiyat ve sanat dünyasının ilgisini çeker, çok genç yaşta adından sıkça bahsedilen birisi haline gelir. 1925’te yazdığı Mariana Pireda, Granada coğrafyasına ait olan tarihsel bir öyküdür. Bu öyküyü oyun haline getirerek önemli başarı elde eder. Lorca’nın bu oyunu, özgürlük için savaşan, devrimci sevgilisi için bayrak dikerken yakalanan ve idam edilen bir kadını anlatır.
1929 yılında eğitim almak için Amerika’ya gider ve Colombia Üniversitesine girer. Burjuva eğitiminden sıkılır, üniversiteyi bir yana bırakır. Bunun yerine kentin müzelerini, tiyatrolarını gezmeyi yeğler. Gezdiği göçmen mahalleleri onu derinden etkiler. Siyahiler, işçiler, işsizler, üniversite öğrencileri, pis sokaklar, insan yığınları, cinayetler, kalabalık ve vahşet… Bunlardan etkilenen Lorca, New York dünyasını anlatan şiirler yazar. Makineleşmiş bir uygarlık, yaşamın içindeki ölümü görmenin dehşeti, sınıflar arasındaki uçurum, vahşi sömürü düzeni ve azınlığın çoğunluk üzerinde yarattığı altüst oluşlar şiirlerine yansır.
Artık ne ekmeği bölüştüren var, ne şarabı çünkü,
Ne ölümün ağzında ot yetiştiren,
Çirkefin New York’u demir telin, ölümün New York’u
Yanağında saklanan hangi melektir?
Söyleyecek hangi yetkin ses buğdayın doğrularını?
Kirlenmiş lalelerin korkunç düşü kim?
Cumhuriyetin ilanından hemen önce İspanya’ya döner Lorca. Ülkeye döndüğünde sanatsal tavrını siyasallaştırmış, ezilen ve sömürülen halkın uyanışı için sanatını bir araç olarak kullanmaya başlamıştır. Köy köy gezen seyyar tiyatro La Baracca’nın kuruluşunda yer alır. La Baracca İspanya’nın köylerinde sahne kurup, toplumsal sorunları ele alan oyunlar sahnelemektedir ve Lorca’nın ileride vahşice katledilmesinin nedenlerinden biri de bu oyunlar olacaktır. Çünkü Lorca’nın en büyük mücadelesi, işçi ve emekçilerin üzerinde yükselen kilisenin ve sermayenin iktidarına karşıdır. Lorca, La Baracca’yla birlikte bu mücadeleyi tiyatro alanında sürdürür.
Yazdığı bir komedi oyununda şunları söylüyor Lorca: “İki adam nehir kenarına gider. Biri zengindir öteki yoksul. Birinin göbeği kocamandır, diğerinin esnemesi havayı kirletir. Ve zengin adam, «Ah ne güzel bir gemi şu suyun üstünde giden. Baksana şu kıyıda açan zambaklara» der. Ve yoksul adam, «Ben açım, hiçbir şey göremiyorum. Açım, çok açım.»” Lorca bu oyunla ilgili “Açlığın dünyadan silindiği gün, gelmiş geçmiş en büyük duygusal ve manevi hisler patlaması yaşanacak. O büyük devrim gününde zevki ve güzelliği resmedemeyen işçiler, emekçiler tüm zincirlerini koparacak” der.
Avrupa kıtasında faşizm rüzgârları esmeye, faşist General Franco orduları ile Madrid’e yürümeye başladığında, halkı faşizme karşı direnmeye çağıran öncülerden biridir Lorca. Madrid’de siyasi gerilim tırmanmıştır. Arkadaşlarının tavsiyesiyle çocukluğunun geçtiği Granada’ya gitmek için yola çıkar Lorca. Bu bir nevi şairin ölüm yolculuğu olur. Yolda Franco’ya bağlılık yemini etmiş askerler ve falanjistler tarafından yakalanır. Birkaç gün sonra da bir şafak vakti kurşuna dizilir.
Ölümünden yıllar sonra Lorca’nın öldürüldüğü yere ve kemiklerine ulaşılmaya çalışılmış ama bir sonuç elde edilememiştir. Fakat bu araştırmalarda Granada ve çevresinde gerçekleşen toplu infazlara ve mezarlara ulaşılmıştır. Sadece Granada ve çevresinde faşistler tarafından katledilmiş 9 bin kişinin mezarı bulunmuştur. Faşist rejime karşı daha sert direniş gösterilen Barselona, Malaga, Sevilya, Kordoba, Burgos gibi şehirler de araştırmaya dâhil olunca Franco rejiminin 600 bin ilâ 1 milyon arasında insanı katlettiği sonucuna ulaşılmıştır. İspanya iç savaşı geçtiğimiz yüzyılın en acımasız savaşlarından biriydi. Lorca, böylesi karanlık bir dönemde mücadelesiyle çevresindekileri aydınlatıp, mücadeleye ortak etmişti. Kapitalist sistemin tarihsel krizinin tüm dünyada otoriterleşme rüzgârı estirdiği şu dönemde Lorca’nın mücadelesi, azmi ve sömürüsüz bir dünyanın kurulacağı inancı bizlerin de yoluna ışık tutmaktadır. Dünyanın bütün güzelliklerini göreceğimiz ve zevkini süreceğimiz günler, vereceğimiz mücadele ile gelecektir.
link: Esenyurt’tan bir işçi, Sosyalist Ozan Federico Garcia Lorca, 13 Nisan 2018, https://marksist.net/node/6293
Amerikan Gençliği “Yaşam Hakkı” İçin Ayakta
Emeklilik Sistemine Yönelik Saldırılar Artıyor