Savaş başladı, hatta bitti (?)! Hayır aslında ne savaş yeni başlamıştı ne de bitti. Savaş zaten vardı. Yüzyıllardır devam eden bir savaş hem de en çetininden bir savaş hep var olageldi. Sömürenlerle sömürülenlerin, hayatı üretenlerle üretenlerin sırtından geçinenlerin savaşıydı tarih sayfalarında yazan.
Bugünlerde perdede yansıyansa “emperyalistlerin paylaşım savaşı”. İşte sorun tam da bu noktada başlıyor, biz bu savaşın adını koymakta zorlanıyoruz. 11 Eylül’den bu yana daha bir hayatımızın içine giren “savaş” olgusu -ki hep olmalıydı aslında- tüm dünyada olduğu gibi aynı düzeyde olmasa da bu ülkede de savaş karşıtlığı temelinde bir hareketlenme, bir dinamizm yarattı. En az kalabalık olanından en kitlesel olanına kadar, yapılan tüm gösteri ve mitinglerde genel hakim eğilim ya da söylem -daha sınıfsal bir duruş sergileyenlerin tüm çabasına rağmen- sadece sıradan bir “savaşa hayır”dan öteye gidemedi, gitmesi sözde sol anlayışların popülist tutumları yüzünden engellendi.
Egemenlerin kendi aralarındaki kıyasıya rekabetin bir sonucu olan bu savaş, bu kirli savaş ile sınıf savaşımı arasındaki farkı sıradan bir “savaşa hayır” sloganına sıkıştırmak ne anlama gelir?
Bugün dünyayı yeniden paylaşanlar, bu paylaşımdan pay kapmaya çalışanlar, yalnızca ABD ve Britanya gibi büyük emperyalist güçler mi? Yerle bir edilen Irak’ta yeniden inşa faaliyetinden tutun, petrol kuyularında çıkan yangınları söndürme, gıda ihtiyacının karşılanması vs. yüzlerce ihaleye kadar, üretenlerin kanını emmenin hesabını yapanlar arasında Türk burjuvazisi de yok mu?
Peki nedir ayırt edemediğimiz, anlayamadığımız da, hâlâ bizi sömürenlerin yalanlarına kanmaya devam ediyoruz? Onlar için, maaşımızın yarısını, düşük de olsa almak için alnımızın derisini çatlattığımız emekli ikramiyemizi, eşimizin bileziğini feda etmeyi düşünebiliyor ve bununla her şeyin düzelebileceğine inanabiliyoruz. Bizi sömürenler, hem de pervasızca sırıtarak, daha da fazlasını istemeye devam edip, almayı da –yalan söyleyerek– başarıyorlar. Ama biz gerçekleri olduğu gibi söylemekten bile korkuyoruz.
Bizim solcularımızın sloganlarında bile yansımasını bulan uzlaşmacı ve pasifist tutumları yüzünden, sınıf mücadelesini anlatmanın en basit cümlelerle ifadesi bile tehlikeli bir görünüm kazanmış durumda. O yüzden sloganlarımız bile bizi anlatmıyor artık, artık sınıfımız için değil herkes için slogan atıyoruz, hatta bazen daha da ileri gidip “Jony hayır” deyip, Sabancı’ya çanak tutuyoruz. Bu yüzden alanlarda da artık radikal İslamcılarla rahat rahat yan yana gelebiliyor, ortak sloganlar atabiliyor ve bundan gururlanabiliyoruz!
İki yıldan fazla bir zamandır, birileri bıkmadan usanmadan hep şunları söylediler: bu köhnemiş düzen bir kez daha kendi kazdığı çukura düşmek üzere ve düştüğünde çıkması kolay olmayacak. Savaş çığlıkları atacaklar, çünkü onlar için “savaş korkunç kârlar demektir” vs., vs.
İşte biz içimizden birileri bunları söylediğinde beylik birkaç laf edip dudak büktük; ne zaman ki burjuva akademisyenler benzer birkaç şey söylediler, biz de “a öyledir” dedik, çünkü onların sakalları vardı! Şimdi yine içimizden birileri “emperyalist savaşa hayır, savaşa karşı sınıf savaşı, bütün ülkelerin işçileri birleşin!” diye haykırıyor.
Artık bu kadar yaşanmışlıktan, onlarca yıllık deneyimden sonra, ya kendi sınıfımızın, yani işçi sınıfının başka sınıflardan bağımsız, kendi çıkarlarının ifadesi olan sloganları haykırmayı sahiplenmeyi, sınıf mücadelesinin çıkarlarını her tür çıkarın üzerinde tutmayı öğreniriz, ya da her konuda burjuvazinin aleti olmaya, emperyalist savaşlarda ölmeye ve öldürmeye gönderilmeye, en azgınından sömürülmeye devam ederiz.
Savaşa Karşı Sınıf Savaşı!
link: Kartal’dan MT okuru bir Eğitim-Senli işçi, Savaşa karşı atılan sloganlar üzerine, 29 Ocak 2005, https://marksist.net/node/304
Toplumun Sosyalizasyonu
Öğrenci eylemlilikleri üzerine