Son dönemde öğrenci eylemliklerinde bir artış gözlemleniyor. Bu eylemliklerin merkezini İstanbul ve özelinde ise İstanbul Üniversitesi oluşturuyor. Faşist hareketin son günlerde çeşitli şehirlerde öğrencilere dönük saldırıları, yaşanan çatışmalar, solcu öğrenciler arasındaki hareketlenmeyi beraberinde getirmiş bulunuyor. Öğrenci eylemlikleri söz konusu olunca, alınması gereken tutumun ne olduğu da önem kazanıyor. Özellikle gençlik hareketinin bakış açısının somutlandığı eylemlerden biri de 6 Kasım YÖK’ü protesto eylemleri olmaktadır. Geçtiğimiz 6 Kasım eylemlerinde yaşanan bölünmüşlük, siyasi gruplar arasında karşılıklı suçlamalara ve tartışmalara neden oldu.
Kimi sol çevreler, geçmiştekinden farklı olarak, sekter bir tutum yerine, daha kapsayıcı ve ortak eylemlilikleri öne çıkarıcı bir çizgi benimsediler. Ne var ki, gençlik “hareketinin” sorunlarını çözme ve bir gençlik hareketi “yaratma”, “oluşturma” söylemlerinde o denli ileri gittiler ki, devrimci gençlik hareketinin sorunları sanki kendi özel kaynaklarına ve kendi özel çözümlerine sahipmiş gibi bir hava yaratıldı. Bu çevreler, 6 Kasım değerlendirmelerinde, sorunu salt bir gençlik sorunuymuş gibi aksettirdiler. Gerçekliği bu şekilde ortaya koymaları bilinçleri bulandırmakta, eksen kaymasına yol açmaktadır.
Bugün devrimci gençlik hareketinin son derece cılız oluşunun elbette “eylemsel ortaklaşamama”, “birleşik kitle örgütlerinin eksikliği” gibi faktörlerle bir bağlantısı vardır. Ne var ki, bu faktörler kendi başlarına bir şey ifade etmezler, çünkü onlar da bir başka temel sorundan kaynaklanmaktadır. Temel mesele, ortada tüm toplumu etkileyebilecek tarzda bir sınıf hareketinin olmayışıdır. Bu noktanın üstünden atlayarak, sınıf hareketinin dibe vurduğu bir dönemde devrimci bir gençlik hareketinin “yaratılması” için “gençlik kurultayları” vs. çağrılarında bulunmak hiç de gerçekçi değildir.
Şu noktayı iyi kavramak gerekiyor. Tarihte görülen tüm radikal öğrenci gençlik hareketlerinin temelinde, hiç de yadsınamayacak kadar güçlü bir şekilde orada bulunan işçi sınıfı hareketi yatar. Yani sözü geçen gençlik eylemliliklerinin asıl seyrini oradaki sınıf mücadelesi belirlemiştir. Bunu pratikte çok açık bir şekilde görebiliriz. Avrupa’da ‘68 hareketliliğinin arkasında yatan en büyük neden o yıllarda yükselen sınıf mücadelesidir. Uzun ve etkili grevler, kitlesel gösteriler, bu topraklar üzerinde yaşayan insanların da çok yakından bildiği 1 Mayıs eylemlerindeki kararlılık ve politik içerik: Bunlar muazzam bir kitlesel hareket yaratmıştır.
Öyle dönemler olmuştur ki, kapitalist sömürü düzenine isyan eden öğrenci gençlik, bu öfkesini kendi başına bir harekete dönüştürebilmiştir; fakat işçi sınıfının devrimci mücadelesine bağlanmadığı ve devrimci bir önderlik tarafından yol gösterilmediği için de düzenin kulvarlarında bohemleşerek çürümüştür. ABD’de ’68 bunu tarihsel olarak gözler önüne sermiştir. Öğrenci hareketi ya işçi hareketi çizgisindedir ve kapitalizmin temellerine yönelebilir veya işçi hareketi çizgisinde değildir ve son tahlilde burjuva bohemliğinin bataklığına saplanır.
Hal böyle iken, genel bir gençlik hareketinin kendine has sorunlarından söz etmek doğru değildir. Gençlik yaş dolayısıyla her ne kadar ortak özellikler taşısa da, sınıflara bölünmüş bir toplumda işçi sınıfının gençleri ve burjuva gençler vardır; eğer söz konusu olan işçi sınıfının ve daha da genel olarak emekçilerin evlatlarıysa, bu takdirde işçi hareketinin dışında bir hareket düşünmek doğru olmayacaktır. Fakat söz konusu edilen öğrenci gençlik ise, sınıfsal bölünme bu anlamda üniversitelerde de hükmünü icra etmektedir. Öğrenci gençliğin sorunları, gerçekte emekçi çocuklarının bir sorunudur ve işçi sınıfının sorunlarından bağımsız değildir.
Dar grup çıkarlarına dikkat!
Eleştirilmesi gereken diğer bir tutum ise dar grupçuluktur. Bu tutum, siyasi grupların aralarında çözülmez bir çelişki yaratıyor. Bu ise onların sınıfsal perspektifinden muaf değildir. 6 Kasım eylemlerinde ve son faşist saldırılar sırasında dar grup çıkarları bir kez daha gözler önüne serildi. Faşistlere karşı tutumda meseleyi salt fiziki mücadele düzeyine indirmeye ve genel öğrenci kitlesinden koparmaya çalışanlar oldu. Beşerli onarlı timler oluşturulması ve faşistlerin dövülmesi, Ülkü Ocaklarının basılması gerektiği yönünde öneriler geldi. Oysa mesele bu kadar basit değil. Elbette faşistler “cezalandırılacak”; ama bunu yaparken kitlesel bir şekilde yapmalıyız, faşist hareketin üzerine kitlesel hareketin basıncını bindirerek onları tecrit etmeliyiz. Meşruluğumuz haklılığımızdan geliyor; haklılığımızı kitlelerin gözünde meşrulaştırmak istiyorsak, yığınların şiddetini faşistlerin üzerine salmalıyız. Bu ise daha uzun erimli bir çalışma demektir ve işçi sınıfının genel çıkarlarını öne alan bir perspektife sahip olmayı gerektirir.
6 Kasım eylemlerinde sözümona en radikal çizgiyi savunduğunu söyleyen ve faşistlerin saldırıları sırasında Ülkü Ocaklarını basalım diyenlere göre 5 Kasım eylemine katılanlar reformist! Öncelikle vurgulamak gerekiyor ki, 5 Kasım eylemine katılan bazı grupların esas kaygısı düzen güçleriyle karşı karşıya gelmeme çizgisiydi. Ama meselenin özünü, ayrışmanın altında yatan nedeni anlamak gerekiyor. Zira ayrışma bir reformistler-devrimciler ayrışması biçiminde değil, buna da bağlı olarak dar grup çıkarlarını öne alan bir yaklaşım temelinde gerçekleşmiştir.
Bölünmenin altında yatan esas neden dar grup çıkarlarıdır. İşçi sınıfının genel çıkarları çerçevesinde olaylara yaklaşmayan gruplar, yaşanan eylemliliklere, kendilerinin kitleselleşmesine dönük bir reklâm aracı olmasının ötesinde bir anlam yüklemiyorlar. Bu anlayıştakiler, görünüşte en radikal tutumları alarak çevresindekileri bir arada tutmak, kendini çatışmalarla öne çıkartarak reklâm malzemesi elde etmek, devrimciliği bu tarz çatışmalar olarak gören gençleri yanına çekmek saikiyle hareket ediyorlar.
Bir de, bu tür durumlarda, TC’nin AB’ye girmesini bekleyip sorunların çözümünü o tarihe havale edenlerle, tam tersinden, AB’ye hayır milliyetçiliğinin ardında imza toplayanlar var. Bu gibiler ise, “çatışmayı sevmedikleri”ni söylüyorlar. Sanki mesele buymuş gibi.
En radikalinden alınan tutumlar biçimsel olarak devrimci gözükebilir; ama devrimci gözüken bu radikal tutumların tersini çevirdiğinizde reformizmi görürsünüz. Küçük-burjuva devrimciliği madalyonunun diğer tarafında reformizm, düzenin içine sıkışmış bir hareket vardır. Oysa meseleye uzun erimli, işçi sınıfının bağımsız ve genel çıkarları çerçevesinde bakmak, mücadeleyi onun mücadelesiyle birleştirmek zorundayız. Bu ise uzun ve sabır isteyen, meşakkatli bir süreci gerektirmektedir. Oysa küçük-burjuva devrimcisi acelecidir; onun işçi sınıfına ne güveni vardır ve ne de gösterecek sabrı! İşçi sınıfının mücadelesi şiddeti kullanmaktan çekinmez, bilakis en iyi yerde ve zamanda, en iyi şekilde o kullanır şiddeti. Ezilen ve sömürülen çoğunluğun sömürücü azınlık üzerindeki şiddeti haklı ve meşrudur.
Kısa vadede sekter tutumlar bu tür gruplara nicelik açısından bir katkı sunuyor olabilir. Fakat işçi sınıfının genel çıkarlarıyla bağdaşmadığı çok açık. Komünistler kitle içindeki çalışmalarıyla elbette ki, kendi örgütlerine militan kazanacaklar; ama bu asla işçi sınıfının genel çıkarlarına zarar verecek şekilde olmamalıdır. “Ne olursa olsun, ama benim grubum bir kişi daha fazla kazansın, gerisi küllî tufan” anlayışı komünist bir bakış açısına sahip olmamaktır. Dar grup çıkarlarını gözeten oluşumlar maalesef öğrenci gençliğin zihninde bilinç çarpılmalarına neden oluyor.
Sözü geçen bu dar grup çıkarcılığının neden olduğu başka bir yanlış tutum ise, diğer grupların eylemliliklerini küçümseme şeklinde hayat buluyor. Sınıf hareketinin dibe vurduğu mevcut konjonktürün etkisiyle nicelikleri gittikçe küçülen gruplar birbirlerinin eylemliliklerini küçümseyip anlamsız bir yarış ve rekabete tutuşabiliyorlar. İşçi sınıfının suskun olduğu ve enternasyonalist komünist bir öncüden yoksun kaldığı günümüz koşullarında, meydanı boş bulan küçük-burjuva devrimcileri sözümona en radikal tutumları alabiliyorlar! Fakat söz konusu olan, işçi sınıfının devrimci eylemini kapitalizmimin temellerine yöneltecek bir sınıf perspektifine ve disiplinine sahip olmaktır. Biz Marksist gençler böylesi bir perspektiften hareketle okullarda bulunuyor ve enternasyonalist komünist fikirleri yaymaya çalışıyoruz. Bulunduğumuz her alanda işçi sınıfının mücadelesini benimsemiş, sınıfının bağımsız çıkarlarını başa alan, enternasyonalist komünist bir gelenek yaratmalıyız. Görevimiz tastamam budur.
link: İstanbul Üniversitesi’nden bir MT okuru, Öğrenci eylemlilikleri üzerine, 16 Aralık 2004, https://marksist.net/node/285
Savaşa karşı atılan sloganlar üzerine
SEKA Direnişinden İzlenimler