Gazetelerde hemen her gün savaştan kaçan mültecilerin yaşadıkları dramlarla ilgili haberler okuyoruz. Savaşın alevlerinden kaçan binlerce insan, umutlarının peşinde, bir Avrupa ülkesine gidebilmek için varını yoğunu ortaya koyuyor. Mülteci aileler, Avrupa ülkelerinin sınırlarını aşabilmek için kendilerini Ege’nin, Akdeniz’in sularına atıyorlar. Ama maalesef birçoğu başarılı olamıyor. Kimileri için tatilin, eğlencenin adresi olan bu denizler, mültecilere mezar oluyor.
Onların bu trajik ölümleri, artık gazetelerde bile fazla yer tutmuyor. Hepimiz “alıştık” artık kıyıya vuran çocuk cesetlerine, devrilen teknelere, boğulan insanlara… Biliyoruz ki ölüm bile adil değil bu rezil dünyada; kiminin cenaze merasimine devlet töreni yapılıyor kiminin ise arkasından ağlayacak bir yakını bile yok… Hepsini biliyoruz, hepsine alışıyoruz ama bazen öyle bir durumla karşılaşıyoruz ki pes artık diyoruz. Adeta insanlığımızdan utanıyoruz.
İşte gazetelere yansıyan şu haber bunlardan biriydi. İzmir’deki bir can yeleği imalathanesine yapılan polis baskınından bahsediyordu haber. Gazetenin yazdığına göre sahte can yelekleri üretiliyormuş bu imalathanede. İçine sünger konuluyormuş can yeleklerinin… Ve bunu giyen kişi suya düşerse eğer, suyun üzerinde durmak bir yana, sünger suyu emdiği için daha beter aşağı çekiliyormuş.
Peki, kime satıyorlarmış dersiniz bu can yeleklerini, bu kara yürekli vicdansızlar? Tabii ki Suriyeli mültecilere… Gariban mülteciler, en ucuzu 70-80 lira olan can yeleklerini alamadıkları için, 20-30 lira verip ucuz diye sahtesini alıyorlarmış can yeleklerinin, bilmeden… Ve zor belâ buldukları, belki o da sahte olan şişme botlar devrildiğinde Ege’nin dalgalarına dayanamayıp, anlıyorlarmış üzerlerindeki can yeleğinin sahte olduğunu.
Bu haberi okuduğumda kanımın çekildiğini hissettim tüm vücudumdan. Nasıl diyordum, nasıl olur da bir insan bir başka insana, üstelik de bu kadar çaresiz durumda olan birine böyle bir kötülük yapar? Hiç mi vicdanı yoktur bunların? Hiç mi yürekleri sızlamaz? Çaresiz durumdaki bu insanların belki de son paralarını alıp ellerinden nasıl kursaklarından geçirebiliyorlar? İnsanlık bu kadar mı ayağa düştü, bu kadar mı çıkarttı kapitalizm insanı insanlıktan…
Bunları düşünerek kahrolurken haberin devamını okuyordum bir yandan da ve tamamını okuduğumda daha da öfkelendim. Çünkü haberde, bahsi geçen imalathanede işçi olarak 9 ilâ 14 yaşlarında Suriyeli çocukların çalıştırıldığı yazıyordu… Yani gözlerini kâr hırsı bürümüş bu insan müsveddeleri, bir yandan Suriyeli çocukları acımasızca sömürüyor, diğer yandan da onlara ürettirdikleri sahte can yeleklerini belki de o çocukların annelerine, babalarına satıyorlardı.
Uzun süre düşündüm bu haberin üstüne. Acaba diye geçirdim içimden, gerçekten de söylendiği gibi bu kadar kötücül bir varlık mı insan? Yoksa içinde bulunduğu koşullar mı kişiyi bu hale getiriyor? Kuşkusuz mesele insan doğası değildi. Çürüyen kapitalizmin kendisiyle birlikte insanlığı da çürüttüğünün binlerce örneğinden biriydi bu olay aslında…
Suçlu kim diye sordum kendi kendime. Bu imalathanenin sahipleri mi, denetlemeyenler mi, göz yumanlar mı? Yoksa tüm bu olup bitenleri televizyondan izleyen veya gazeteden okuyan ama hiçbir şey yapmayan milyonlar mı? Aslında herkes, hepimiz suçluyuz. Suçluyuz çünkü asıl suçlu olan kapitalizmin yaşamasına bizler izin veriyoruz. Biliyoruz ki, bilmeliyiz ki asıl suçlu kapitalizmdir ve biz izin verdiğimiz sürece insanları insanlıktan çıkarmaya devam edecektir.
Biz izin verdiğimiz sürece kapitalizm, emperyalist savaşlarla milyonların canını almaya devam edecektir. Milyonları yerinden yurdundan koparacak, aç bırakacak, evlatsız bırakacak, anasız babasız bırakacak, sefalete sürükleyecektir.
Ve biz izin verdiğimiz sürece, patronlar sınıfının gazeteleri cansız bedenleri kıyılara vuran mültecilerin haberini yapmaya devam edecekler, sanki asıl sorumlular kendileri değilmiş gibi. Bunda payları yokmuş gibi acıklı müzikler eşliğinde mültecilerin dramından bahsedecek patronlar sınıfının televizyon kanalları. Kendileri insanlık nedir bilirlermiş gibi bize insanlık dersi vermeye kalkacaklar. Timsah gözyaşları akıtacaklar ölen mülteci çocukların ardından ve onların ölü bedenleri üzerinden nice kirli pazarlıklar yapmaya devam edecekler.
Bunları düşündüm işte okuduğum bu haberden sonra. Ve ardından Elif Çağlı’nın Eylül Günlüğü kitabındaki bir şiiri geldi aklıma. Umut Teknesi idi şiirin adı. “Rüyalar ülkesi” Amerika’ya gitmeye çalışan Haitili göçmenlerin dramını anlatıyordu o şiir de…
Uzaklaşır küçük tekneler
Gecenin sessizliklerinde
Haiti kıyılarından
Umutlarla…
Parlar gözleri
Haitili kardeşlerin
Parlar kocaman
Açlıkla.
Umutla bakar gözleri
Dalgaların ardında
Düşlerle dolu
Amerika kıyılarına...
(…)
Küçük tekne
Uzaklaşmış, uzaklaşmış
Büyük umutlarla
Kadınlar ve çocuklardan
Yoksul ve pembe avuçlardan
Kalakalmışlar denizin ortasında
Koskoca dalgalarla...
Düşleri dalgaların ardında
Küçük teknede otuz üç kara derili
Okyanus acımasız
Okyanus deli gibi
Düşleri okyanusta
Balıklara yem olmuş
Kapkara gövdeler
Dalgaların içinde
Görünmez olmuş...
(…)
link: Pendik’ten MT okuru bir işçi, Can Yeleğine Bağlı Hayatlar, 7 Şubat 2016, https://marksist.net/node/4908
Mersin Üniversitesi de Akademisyenleri İşten Atmaya Başladı
Cizre’de Katliam