Merhaba. Ben İstanbul’da özel bir üniversitenin dört yıllık bir bölümünde burslu olarak okumaktayım. Sizlere Marksist fikirlerle tanışmadan önceki düşüncelerimden başlayarak üniversitelerdeki durum ve öğrencilerin kapıldığı hayal dünyasını anlatmaya çalışacağım.
Emekçi ailelerin çocukları olarak bizler, mevcut hayat şartlarını göz önüne getirdiğimizde işçilerin ne kadar çok çalıştıklarını, aileleriyle ne kadar az vakit geçirebildiklerini ve buna rağmen nasıl geçinemediklerini görmekte ve aynı zamanda birebir yaşamaktayız. Zor koşullarda yaşayan ailelerimiz, bizleri okutarak kurtarmaya çalışıyor. Çünkü sistem tek çıkışın ve kurtuluşun “okumaktan” geçtiğini söylüyor.
Bizlere sürekli olarak “okumalısın, derslerine ve sınavlarına çok çalışmalısın ki büyük adam olabilesin” dediklerini hepimiz biliyoruz. Hemen hemen hepimiz, ailelerimizin “bak oğlum/kızım bizler okumadık ya da okuyamadık ve ne halde olduğumuzu görüyorsun, bari sen oku, hayatını kurtar” türünden sözleriyle de karşılaşmışızdır. Elbette ailelerimiz, tek kurtuluşu üniversiteyi bitirmekte gördükleri için bunları dile getiriyorlar. Oysa ailelerimiz üniversitelerin durumunu pek bilmiyorlar. Okuyunca da kurtuluş olmuyor!
Çevremizde sürekli olarak rekabetçi bir zihniyet egemen ve bu sınavlara da yansıyor. Bizlerin düşünceleri sınavlara hazırlık maratonlarında (OKS-YGS-LYS-KPSS gibi) ister istemez bir kalıba sokuluyor. Evet arkadaşlar, böyle bir tedrisattan geçtiğimiz için, o “kurtuluş günü”nü dört gözle beklemeye başlıyoruz. Hal böyle olunca, bizler zaten her taraftan bireysel kurtuluş ideolojisini almış, sürekli bir rekabetçi yaşam tarzı altında şekillenmiş oluyor ve bu vaziyette üniversite hayatına adım atmış oluyoruz.
Üniversitelerde durum nedir? Öğrenciler nasıl bir yaşam sürmektedir? Üniversitelerde, oraya gelinceye kadar geçen süreçte karşılaştığımız durumdan çok farklı bir durum görememekteyiz ne yazık ki. Burada da bizlere sürekli olarak rekabetçi anlayış aşılanıyor, bireyci yaşam tarzı benimsetiliyor. Öğrencilerin sınav döneminde birbirlerinden not saklamaları, ekmek-su kadar hayati önem taşıdığına inanılan sertifika programlarındaki yarışlar, bu durumun bizler tarafından kabul görmüşlüğünün somut örneklerinden sadece birkaçıdır. Bu yarış içerisinde benim sürekli olarak kendime “çok okumalısın, çok bilgi sahibi olmalısın ki bir yerlere gelebilesin” demem, salt bireysel bir kurtuluşu hedeflemiş olduğumun somut bir kanıtıdır aynı zamanda. Dünyada kıyamet koparken, Ortadoğu’nun durumu gözler önündeyken, dünyada her gün 1 milyarın üzerinde insanın aç yattığı, 10 binlerce insanın açlıktan öldüğü bir hayatta bizlerin hâlâ bireysel kurtuluş peşinde koşması kabul edilemez. Bizlerin kendimizi insan olarak görüp ve buna rağmen bu yaşananları görmezden gelmemiz, bir an olsun durup hangi sisteme hizmet ettiğimizi kendimize sormamızı ve düşünmemizi gerektirmiyor mu?
Sistemin ebediyetini savunan ve bu sistemin ayakta kalması için ideolojik çalışmalar yürüten üniversiteler, bizlere çeşitli sunumlarda Türkiye’nin ve dünyanın durumu ve bizim konumumuzun ne olması gerektiğine dair birtakım düşünceler dile getirmektedirler. Derslerde şu fikirlere yer veriliyor: Üniversitelerin sayıları giderek artmaktadır (üniversite sayısı son olarak 196’ya yükseldi) ve buna paralel olarak mezun olan öğrenci sayısındaki yoğun artış da göz önündedir. Sizin bu mezunlardan farkınızı ortaya koyabilmeniz için birbirinizle yoğun bir yarış içerisine girmeniz yani birbirinizi ezmeniz gerekiyor ki iyi bir noktaya gelebilesiniz. Diğer taraftan sizler bu toplumun “aydınları” olacaksınız. Sizler bu okullardan mezun olduğunuzda en iyi yerlerde çalışabileceksiniz. İşte dedikleri bunlar. Bizlere toplumun “kurtulmuş” kesimleri siz olacaksınız diyorlar. Yani bizleri yalanla besliyor ve kapitalizm içinde umut dağıtıyorlar ki sessiz kalalım.
Arkadaşlar, öncelikle bu sistemin adını yani tüm olup bitenlerin nereden kaynaklandığını ortaya koymakta fayda var. Bu sistem insanın insanı sömürmesi üzerine kurulan, kardeşi kardeşe düşmanlaştıran, insanı yalnızlaştıran, paylaşma, güvenme gibi değerlerden uzaklaştıran, yani kısacası tüm insani değerlere saldıran ve onları yok etmeye çalışan kapitalizmden başka bir şey değildir. Üniversiteler, insanlığın çıkarlarına uygun çalışmalar yürüten bilim yuvaları olmaları gerekirken, bu sistemde yapıları gereği kapitalizmin bekasına yönelik çalışmalar yürütmektedirler. Bu nedenle üniversitelerde bizler bireysel kurtuluş yoluna itiliyoruz, sistemin varlığının devamı için birbirimizi düşman olarak görüyoruz. Üniversitelerin mevcut kapitalist düzende bize verebileceği hiçbir şey yoktur. Üniversiteli de olsak kurtuluş bu düzende olmayacak. Bilindiği gibi dünya gitgide daha çok sanayileşmekte, makineleşmektedir ve bunun sonucu olarak da vasıflı işçiye daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Bizlerin üniversitelerin aslında kapitalist sistem için vasıflı eleman yetiştiren kurumlar olduğunu kabul etmemiz hayati önem taşımaktadır.
Arkadaşlar, bizler kurtuluşu bireysel olarak aramaktan vazgeçmediğimiz sürece bu sömürü sistemi işçilerin, emekçilerin ve bizim gibi emekçi çocuklarının kanını emerek ayakta kalmaya devam edecek. Bizler Marksist fikirlerle donanarak ve örgütlenerek özgürleşebilir, kurtuluşu ancak işçi sınıfı saflarında mücadele ederek gerçekleştirebiliriz. Sistemin bekasını savunan üniversitelere inat, gelin hep beraber gençliğin verdiği güçle toplumsal kurtuluş mücadelesinde yerimizi alalım. Unutmayalım ki, kapitalizm yıkılmadan üniversiteleri toplumun çıkarlarına hizmet eden bilim yuvalarına dönüştürmek de mümkün olamaz.
Gençlik işçi sınıfı saflarına!
Yaşasın kapitalizme karşı örgütlü mücadele!
link: Okan Üniversitesinden MT okuru bir öğrenci, Bireysel Kurtuluş Çare Değil, Gençlik İşçi Sınıfı Saflarına!, 1 Aralık 2014, https://marksist.net/node/3790
Dersim Katliamını Kim Yaptı?
G20 Zirvesi ve Kızışan Emperyalist Kapışma