Yakın zamanda yapılan liselere giriş sınavı TEOG ile ilgili medyada birçok haber yayınlandı. En çok yayınlanan haberlerden biri sınavda rekor sayıda birinci çıkmasıydı. Bu haberden daha fazla öne çıkarılan haber ise çıkan birincilerin kim olduğu, nerede yaşadığı ve ne işler yaptığıydı. Çok alâkasız gibi durmasına karşın bu soruların cevapları birçok haberde yer aldı. Gazete başlıklarında, internet haberlerinde, televizyonlarda… TV kanalları bazı birincilerin evlerini, köylerini ziyaret edip, kendileriyle röportajlar yaptılar.
Yapılan haberlerin konu başlıkları neredeyse aynı. “ TEOG’da çoban birinciler” veya “hem çobanlık yapıp hem birinci oldular” vs.
Kürt illerinden bahsediyorum. Özellikle Tunceli ve Muş öne çıkarılan yerlerdi. Buralarda birçok birinci çıktığına değinen haberler, bu çocukların okula gidip, okuldan sonra çobanlık yaptıklarına, hayvanlara bakarken de ders çalıştıklarına vurgu yapıyorlar. Ve her haberin sonu şöyle bitiyor. “Bu başarılar bizlere, istenirse her şeyin başarılabileceğini gösteriyor!”
Bu yıl TEOG’a 1 milyon 174 bin 427 öğrenci girmiş ve ilk sınavdan 4742, ikinci sınavdan 17 bine yakın şampiyon çıkmış. Peki, geriye kalan 1 milyondan fazla öğrenci aptal mı? Ya da kazanmak istememişler mi acaba? Eğitim sistemi harika da sorun öğrencilerde mi? Gencecik, pırıl pırıl çocukları yarış atına çeviren, psikolojilerini bozan, rekabetçi, bireysel insanlar haline getiren eğitim sisteminden ve bu yüzden başarısız olanlardan bahsedilmiyor bile. Sınavda sıfır çeken öğrenci sayısı açıklanmıyor.
Meselâ “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” olan PISA değerlendirmesinde Türkiye son sırada bulunuyor. Bundan bahsedilmiyor! Bizlere gerçekçi olmayan “istenirse her şey başarılabilir” yalanını söyleyip gerçek sorunları görmemizi engellemeye çalışıyorlar. Sınavı kazanan kişilerin üniversiteleri nasıl okuyacağı, (ola ki okudu ve bitirdi diyelim) nasıl iş bulacağı (Türkiye’de işsizlerin önemli bir kısmı üniversite mezunu) konuları hiç anlatılmaz.
Daha önce bir işçi gazetesinde (İşçi Dayanışması) yayınlanan Ümmiye teyzenin hikâyesi geliyor aklıma. İlkokul mezunu Ümmiye teyze azmetmiş ve köy yerinde başladığı “yazar ve yönetmenlik” hayatını ünlü futbolcu Ronaldo’nun oynadığı bir reklâm filmi çekmeye kadar götürmüş. Yani Ümmiye Teyze de “istemiş ve başarmış” tıpkı Tunceli’deki, Muş’taki çocuklar gibi…
Bugün yaşadığımız dünya acılarla, savaşla, ölümle, çelişkilerle, işsizlikle, mutsuzlukla dolu. Eğitim sistemindeki, sağlık sistemindeki eşitsizliklerle dolu. İstenilirse bir şeylerin değişeceği kesindir. Ama bu değişim sadece 3-5 öğrencinin veya Ümmiye teyzenin hayatı olmamalı. Geriye kalan milyonlar ve hatta milyarların hayatı olmalıdır. Çünkü gerçek olan, asıl başarılabilecek olan ve olması gereken budur. İşte bizler bunu istemeli, buna inanmalıyız. Bunun için çalışmalıyız. Çünkü daha güzel bir dünya böyle mümkün olur ancak!
link: Tuzla’dan bir işçi , “Başarının” Sırrı! , 26 Haziran 2017, https://marksist.net/node/5714
Totaliter Diktatörlüğün Mahalli Ayağı
Spor Kisvesi Altında Körüklenen Milliyetçilik