Tarih, üzerinde uzlaşılmış bir yalanlar silsilesidir, demiş Napolyon. Bizim Bonapartımız ve onun avaneleri de iktidarlarının her yılında bu yalanlar silsilesine yeni katkılarda bulundular. “Milli gurur”u okşamak için 1915 Çanakkale savaşı hakkında üretilen ya da tazelenen yalanlara son yıllarda bir yenisi daha eklendi: Sarıkamış “destanı”!
2013 yılından bu yana, Aralığın son haftasıyla Ocak ayının ilk haftası içerisinde, ülkenin tüm kentlerinde Gençlik ve Spor Bakanlığının öncülüğünde anma törenleri düzenleniyor. Bunların en büyüğünü ise yine aynı yıldan bu yana Sarıkamış’ta düzenlenen anma yürüyüşü oluşturuyor. Allahuekber dağlarındaki birkaç kilometrelik bir parkur, çoğunluğunu gençlerin ve askerlerin oluşturduğu bir kortej tarafından yürünüyor ve katılımcıların o dağlarda vaktiyle can veren askerlerin çektiklerini içlerinde hissetmesi bekleniyor. Sıcak makam arabalarıyla ya da helikopterlerle bölgeye intikal eden devlet ricalinin yanı sıra kışlık kar giysilerini sırtlarına çekmiş haldeki sivillerin bu etkinliklerden neyi ne derece idrak ettikleri bilinmez. Ancak bildiğimiz bir şey var ki, bu tarz ikiyüzlülük gösterilerinde egemenlerimiz oldukça mahirdirler.
AKP’li egemenlerin Sarıkamış ritüelleriyle hedefledikleri güncel ve halklarımızın başına büyük belâlar açacak niyetlerine birazdan değineceğiz. Ama öncelikle işin tarihle ilgili boyutuna işaret etmekte yarar var. Çanakkale savaşı Türk egemen sınıfı için her daim bir suiistimal konusu olmuştur. Egemen sınıfın Kemalist bölüğü açısından bu savaş, Mustafa Kemal imajını parlatma araçlarından biri olageldi. İktidara geldikleri günden beri AKP’li egemenler de Çanakkale konusuna fazlasıyla yatırım yaptılar. Bir taşla iki kuş vurmayı hedefliyorlardı: hem bu “zafer”in nimetlerinden Kemalistlerin yanı sıra artık onlar da nemalanabilecek idi, hem de Milli Mücadeledeki Mustafa Kemal liderliğinin “kahramanlığı”nın karşısına Çanakkale zaferindeki Osmanlı ordusunun kahramanlık menkıbeleri alternatif bir tarih olarak konulabilecek idi. Yani Kemalistlere sizin Milli Mücadeleniz varsa bizim de Çanakkale destanımız var diyebilmek istiyorlardı. Ne var ki, Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki rolüne dair abartılı ve hatta düpedüz uyduruk değerlendirmeler toplumda o denli yer etmişti ki, AKP’li egemenler Çanakkale zaferinden kendilerine umdukları ölçüde fayda sağlayamadılar.[1] Aynı tarihsel dönemde gerçekleşen bir başka facia olan Sarıkamış harekâtı ise, Mustafa Kemal ve ekibindekilerle doğrudan ilgili değildi ve bu açıdan bakir bir suiistimal konusunu oluşturuyordu. Bu hezimeti bir zafer olarak sunmak, onun üzerinden kahramanlık menkıbeleri yaratarak bunu siyasi ranta dönüştürmek kârlı bir yatırım olarak gözüktü AKP egemenlerine.
Bugün hiç utanıp sıkılmadan adeta bir zafer, bir kahramanlık destanı olarak sunulan Sarıkamış harekâtı gerçekte tam bir facia, tam bir felâket idi. Gözünü askeri başarı hırsı bürümüş zamanın Osmanlı egemenleri, kafalarındaki yayılmacı emelleri hayata geçirebilmek için sonu aslında en baştan belli bir maceraya sürdükleri on binlerce genci Allahuekber dağlarında telef ettiler. Dünya savaşlar tarihinde eşi az bulunur bir hezimetti bu. Böylesi bir hezimeti hamasi bir yaklaşımla kutsamak, benzer askeri anmalar içerisinde en saçma örneklerden birini oluşturuyor.
Sarıkamış’ta ne oldu?
Osmanlı egemenleri 1914 Ağustos ayında başlayan birinci emperyalist paylaşım savaşına Alman emperyalizminin yanında şevkle katılmıştı. Başta Enver Paşa olmak üzere iktidarı elinde tutan İttihat Terakki (İT) önderliği, Osmanlı ordularının genelkurmaylığını Alman generallere vererek işe girişmişlerdi. 1914 yılının sonlarında Enver Paşa en başta Alman emperyalizminin istekleri doğrultusunda Anadolu’nun doğusunda Rusya’ya karşı bir cephe açmaya pek hevesliydi. Böylelikle Rus orduları bölünerek bir kısmı doğu cephesine kaydırılacak ve Alman ordusunun işi kolaylaşmış olacaktı. Ancak İT liderliğinin ek hesapları da vardı. Enver Paşa, Rus ordusunu hızlı bir harekâtla yok edip, başta o sıralar Rusya’nın egemenliğinde olan Anadolu’nun doğusunu ve Kafkasya’yı ele geçirmek istiyordu. Böylelikle hem Kafkas petrolleri ve zengin bakır yatakları elde edilmiş olacak hem de Orta Asya’daki Türkî halklarla ilişki kurulabilecekti. Oradaki Türkî halklar Rus egemenliğine karşı kışkırtılarak Osmanlı’ya bağlanabilecek ve böylelikle Enver’in Turan hayali de gerçekleşmiş olacaktı. Böylelikle Anadolu’da ezilen bir halk olan Ermeniler de tam bir boyunduruk altına alınacak, Kafkaslar’daki Ermeni topluluğu da ezilerek “Ermeni sorununa” güya son verilmiş olunacaktı. Parantez açarak belirtelim ki, Orta Asya’daki Türkî halkları Rus egemenliğine karşı kışkırtmayı kendilerine hak gören Osmanlı egemenleri, Anadolu’daki Ermenilerin Rusya’nın da desteğiyle Osmanlı’dan hak talep etmelerini her daim vatana ihanet olarak cezalandırmaktan geri durmamışlardı. Egemenlere has tipik bir ikiyüzlülük ve çifte standart örneği!
Görülüyor ki, İT önderliği, yayılmacı emellerle bu savaşa girmişti. Ancak kâğıt üzerindeki bu planların hayata geçirilmesi mümkün gözükmüyordu. Osmanlı orduları çeşitli cephelere dağılmış durumdaydı, 1910’dan beri Trablusgarp ve Balkan Savaşları nedeniyle savaş halindeydi, bitkin düşmüş durumdaydı, yeterli silah ve mühimmattan yoksun olduğu gibi askerleri besleyebilecek ve hatta giydirebilecek durumda bile değildi. Bu koşullarda Ruslara karşı hızlı bir başarı hayali tam anlamıyla gözünü hırs bürümüş bir maceracılık örneği idi. Dönemin Savaş Bakanı Enver Paşa’ya bu doğrultuda itirazlar geldiyse de başta Enver olmak üzere İT önderliği uyarı ve itirazlara kulak asmamakla kalmadılar, bu itiraz sahipleri görevlerinden uzaklaştırıldı.[2] En başta da, 3. Ordunun komutanı Hasan İzzet Paşa itiraz ettiği için görevinden istifa ettirilmişti. Onu “eğer hocam olmasaydınız sizi idam ettirirdim” diye azarlayan Enver Paşa, ordunun durumundan haberdardı. 17 Aralıkta kolordu karargâhına gönderdiği emirde şunları söylüyordu Enver Paşa: “Askerler, hepinizi ziyaret ettim. Ayağınızda çarığınızın, sırtınızda paltonuzun olmadığını gördüm. Fakat karşınızdaki düşman sizden korkuyor. Yakın zamanda saldırarak Kafkasya’ya gireceğiz. Siz orada her türlü bolluğa kavuşacaksınız. İslam dünyasının bütün ümidi sizin son bir yardımınıza bakıyor.” Verilecek kayıplar onun açısından bir anlam ifade etmiyordu, zira hayatlarını kaybedecek olanlar emekçi halkın yoksul askerleriydi ve onlar “zaten öleceklerdi”.
Doğudaki 3.Ordunun komutasını doğrudan üstlenen Enver Paşa, 1914 Aralık ayının sonunda Sarıkamış harekâtını başlattı. Karakışın ortasında, yiyecek ekmekten, giyecek kışlık giysilerden, cephane ve ulaşım araçlarından yoksun haldeki on binlerce askere, Allahuekber dağlarında -39 dereceye varan soğuklarda, bir metreyi aşan karların içinde 40 kilometrelik bir yolu birkaç gün içerisinde yürüyerek Sarıkamış’ı ele geçirme emri verildi. 22 Aralık 1914 ilâ15 Ocak 1915 arasında süren harekâtın sonucu tam bir bozgundu. Askerlerin çoğu Rus ordusuyla hiç karşılaşmaksızın, “kurşun bile atmaksızın”, açlık soğuk ve hastalıktan kırıldı. Harekâtın başarısızlığını kabullenen Enver Paşa cepheyi 3 Ocakta terk ederek İstanbul’a geri döndü. Hükümet savaşı bir zafer olarak basına yansıttı, gerçekler hakkında ağır bir sansür uygulanarak bu savaş hakkında yayın yapmak yasaklandı. Savaşın gerçekleri, ancak yıllar sonra esir düşen bir subayın geri dönmesinin ardından kaleme aldığı anılarıyla gün yüzüne çıktı.
Bugün bile Sarıkamış’ta kaç askerin soğuk ve açlıktan kırıldığına dair üzerinde hemfikir olunmuş bir sayı mevcut değildir. Çeşitli kaynaklar, Enver Paşa’ya, İT’ye ve Osmanlı hanedanına bakış açılarına göre farklı sayılar vermektedirler. Zikredilen sayılar 40 bin ilâ 90 bin arasındadır. 3. Ordunun tamamının en fazla 120 bin kişi (kimi kaynaklarda 90 bin) olduğu ve bunun ancak 12 bininin savaştan geri dönebilip sayıma katılabildiği söylenir. Egemenlerin “gözü kapalı ölüme yürürler” diye övündükleri askerlerden 15 bini de bu katliamdan canını kurtarmak için firar etmiş ya da esir düşmüştü.
Yeri gelmişken belirtelim ki, Sarıkamış faciasının önemli sonuçlarından biri de, faciadan 4 ay kadar sonra Ermeni soykırımının başlamasıdır. Doğu Anadolu’yu ve Kafkaslar’ı ele geçirip Ermenileri tam boyunduruk altına alma hevesleri suya düşen İT önderliği, bu “sorunu” soykırım uygulayarak ortadan kaldırmaya giriştiler: “Doğu cephesinde Ruslara karşı alınan ağır Sarıkamış yenilgisi ve bu yenilgide Rus ordusundaki Ermeni subay ve gönüllü birliklerinin önemli rolü olduğuna dair kanı, İT’nin, kesin ve ayrıntılı soykırım planının yapılmasını hızlandırdı. 1914 sonu ve 1915 başında, uzun ve ayrıntılı tartışmalar sonucunda bu karar alınarak planlar kesinleştirildi. Görüntüde resmi bir tehcir (zorla göç) kararı alınacak, gerçekte ise çeteler ve jandarma vasıtasıyla imha harekâtı yürütülecekti. Kırım noktasına böyle gelindi.”[3]
Bu gerçeğe rağmen, Ermeni soykırımını Sarıkamış’ın rövanşı olarak sunup, “Sarıkamış bizim acımız, 1915 onların acısı” diyecek kadar faşist zihniyetli akademisyen sayısı hiç de az değildir. Onlara bir detayı hatırlatalım: Osmanlı ordusunun 40 ilâ 90 bin arasında verilen “zayiat”ının içinde binlerce Anadolu Ermenisi de vardı.
AKP’nin Sarıkamış suiistimalinin kaynağı
Bu gerçekler neredeyse tüm tarihçiler tarafından kabul ediliyor. Buna rağmen bugünün AKP’li egemenlerinin böyle bir felâketi, buna yol açan zihniyetle hesaplaşmak ve ders çıkarmak için değil de, sanki ortada övünülecek bir şey varmışçasına akıl ve izandan uzak bir övgüyle gündeme getirmelerinin temelinde ne yatıyor acaba? Neden bariz bir felâket tablosunu, “şanlı tarihimiz” kutsamasıyla örtbas etmeye çalışıyorlar?
AKP’li egemenler geniş emekçi kitlelere şu mesajı veriyorlar: “Şehitlere layık olduğunuzu göstermek için” hiç aklınıza yatmasa dahi, gerekli hazırlık ve donanımdan yoksun olsanız bile, sonunun ölüm olduğunu bile bile gerektiğinde verilen emir üzerine ölmeye hazır olun!
AKP’ye göre, Osmanlı’nın yayılmacı arzularla yanıp tutuşan ve kişisel ihtiraslarıyla körleşen paşalarının verdiği emirlerle on binlerce insan göz göre göre ölüme gidebildiyse, bugünün yoksul emekçi çocukları da aynısını yapmalıdır! Osmanlı’ya atıflarda bulunarak, onun “cihan devleti vasfını” ihya etmek üzere, “yeni büyük Türkiye” perspektifiyle macera peşinde koşan günümüz egemenlerine böylesi itaatkâr ve fedakâr bir gençlik ordusu gerekiyor.
2011’de zamanın Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Sarıkamış’ta donarak ölenlere atfen, gerekirse “bir doksan bin şehit daha verebileceğimizi” söylemişti. Bugün aynı kişi bu kez Başbakan sıfatıyla, Kürt halkına karşı yürüttükleri savaşta, “evlatlarınızı şehit vermeye hazır olun” diye buyuruyor. Kurban ettikleri çocuklar emekçi halkın çocukları olduğu için böylesine pervasızca konuşabiliyorlar. Görüyoruz ki, Sarıkamış’ta kurban ettikleri canların ardından bugün döktükleri timsah gözyaşlarının bir nedeni de bir kez daha emekçi çocuklarının verilen emir üzerine itaatkârca ölüme koşmalarını sağlamaktır; şimdilik Kürtlere karşı yürütülen savaşta, yarın ise belki de çok daha açık bir şekilde dahil olacakları Ortadoğu savaşında. Ne de olsa, emekçi halkın çocuklarını gözlerini kırpmadan kurban etmek, egemenlerin milliyetçilik yarışındaki en temel meziyetlerindendir. Emekçilerin payına, sefalet içinde yaşamak, emperyalist/haksız savaşlarda ölmek, yaralanmak, sakat kalmak ya da esaret düşecekmiş, ne gam, nasılsa onları cephelere sürenler ve “tereddütsüz ölmelerini” emredenler eğer amaçlarına ulaşabilirlerse kahraman ilan edilecektir!
Çanakkale ve Sarıkamış atıflarıyla AKP iktidarı, toplumu bugün yürüyen emperyalist savaşta girişmek istediği daha saldırgan adımlara hazırlamak istiyor. Bir yıl önce Erdoğan’ın cumhurbaşkanı sıfatıyla yaptığı konuşma tüm çıplaklığıyla bu emperyalist niyetlerini dile getiriyor: “Birinci Dünya Savaşını ve Sarıkamış harekâtını tekrar hatırlamanın önemli olduğuna inanıyorum. Bizden öncekilerin ne tür fedakârlıklara katlandıklarını bilmezsek ne ülke, ne millet olarak sapasağlam ayakta kalamayız. … Bu aziz millet bütün dünyaya «ben de varım» diye haykırıyor. … 1 milyona yakın kişi hayatlarını feda ettiler. Bütün o kahramanlık 1923’ün yolunu açtı. Cumhuriyet’in ilanına giden yolu hazırladı. 2023’e inanıyorsak bunun mücadelesine bugünden itibaren başlamak zorundayız. … 2023’e giden yol bir gülistan olmayacaktır, bu sürecin sıkıntıları olacaktır.”
Tarihe ilişkin menkıbeler yaratarak bunu zihinlere nakşetmek, sessiz ve sorgulamayan bir toplum yaratmak için birebirdir. AKP’nin emperyalist ideolojisinin merkezine Osmanlı’ya dair efsaneler koymasının nedeni de budur: “«Şanlı Osmanlı» efsanesi üzerinden «Büyük Türkiye»nin emperyalist ideolojisi yaratılıyor. Bu efsanesinin amacı, toplumu bir taraftan baskı altına almak ama öte taraftan da kutsal ve kahramanlık dolu bir tarihsel kimlik etrafında toparlamaktır.”[4] Bu uğurda, saldırı ve kuşatma altında olunduğunu ve buna karşı kutsal bir savaş verildiğini propaganda etmektedir AKP. Birinci Dünya Savaşına ve bu savaşın çeşitli cephelerine bunca atıf yapılmasının temel nedeni, bu duyguyu pekiştirmektir.
AKP’li egemenler, geçmişte yerin dibine soktukları İttihat ve Terakki ile barışmaktan, onun yaptığı işleri sahiplenmekten de çekinmiyorlar. İşe Osmanlıcılıktan başlayan İttihat Terakki, giderek Türk ve Müslüman bir devlet kurma çizgisine evrilmiş, savaşın doğurduğu fırsatlardan yararlanarak hasta adam Osmanlı’yı tedavi edip diriltme hayalleriyle milyonlarca insana büyük acılar yaşatmış, tüm toplumu felâketten felâkete sürüklemişti. Bugünün yeni-Osmanlıcısı AKP de aynı yolu takip etmekte, aynı hayalperestlikle maceralar peşinde koşmakta ve bu uğurda tüm toplumu giderek daha ağır bir milliyetçilik, din ve militarizm bombardımanına tâbi tutmaktadır. Böylelikle toplumun sorgulamaktan uzak durup kaderine razı gelmesi amaçlanmaktadır. Ama buna salt ideolojik propagandayla ulaşamayacağının, böylesi maceralara ancak içeride en sıkı otoriteyi sağlayarak atılabileceğinin farkındadır AKP-Erdoğan liderliği. Sergiledikleri başkanlık ısrarı da buradan kaynaklanmaktadır.
AKP’nin tuttuğu yol, içeride faşizan bir rejimi inşa etme, Kürt halkına dönük kanlı bir imha savaşını yürütme ve dışarıda (Ortadoğu’da) sonu felâketler getirecek maceralara girişme yoludur. Eğer bu gidişat durdurulamazsa, emekçi halkları bugünkünden çok daha büyük bir felâket, çok daha büyük acılar beklemektedir.
[1] Çanakkale savaşlarına dair TC egemenlerinin ürettiği yalanlar hakkında bkz. Selim Fuat, Çanakkale Muharebelerine Dair Yalanlar ve Gerçekler, Mart 2014, marksist.com
[2] Bu itirazları yükseltenlerden biri olan Kazım Karabekir kendisinden bilgi talep eden komutanlarını şöyle uyarıyor: “Efendim, Kars Kalesi hakkında incelemeniz Doğu Anadolu’da bir saldırı istenildiği yolunda bende kaygılar uyandırıyor… Tümüyle dağlık olan o kesimdeki arazi ve şiddetli kış saldırıya kalkışacaklara karşı pek yaman bir düşmandır. Böyle bir girişim varsa bütün gücümüzle önlemeliyiz. … Kışlık giyimi ve donatımı çok eksik olan III. Ordumuzun yıkımına yol açmayalım.”
[3] Deniz Moralı, Ermeni Sorunu: Gerçekler Direngendir, 24/4/2005
[4] Utku Kızılok, AKP’nin Kendi Suretinde Bir Toplum Hayali, 29/12/2014
link: Oktay Baran, Sarıkamış Felâketinden Kahramanlık Çıkartma Gayretleri, 10 Ocak 2016, https://marksist.net/node/4832
Üretim Araçlarının Özel Mülkiyeti ve Savaş
Barış İstemek Suç mu?