AKP hükümeti aylardır Kürt halkına karşı azgın bir savaş yürütüyor. Bir taraftan bölgede yaşanan katliamların Fırat’ın batısında duyulmasının önüne geçmeye, diğer taraftan medya üzerinden yalan ve uydurma haberlerle Türk işçi ve emekçileri Kürt halkına karşı düşmanlaştırmaya çalışıyor. AKP hükümetinin izlediği bu düşmanlaştırıcı politikaya karşı çıkan en ufak bir sese dahi tahammülü yoktur. İş o noktaya gelmiştir ki, ölümlerin son bulmasından, barıştan bahseden kim olursa olsun hakkında “terör örgütünün” propagandasını yapmaktan davalar açılıp, “vatan hainliği” ile suçlanmaktadır.
8 Ocakta Kanal D’de yayınlanan Beyaz Show programına Diyarbakır’dan telefon bağlantısıyla katılan Ayşe Çelik’in haykırışı, saldırgan devletin bütün mekanizmalarını harekete geçirdi. Ayşe Çelik, “Ülkenin doğusunda yaşananların farkında mısınız? Burada yaşananlar medyada çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın. İnsan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duyun ve artık bize el verin. Yazık! İnsanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın” diyerek bölgede yaşanan insanlık dramına karşı bir duyarlılık oluşturmaya çalıştı. Ayşe Çelik’in konuşması sırasında salondan kendiliğinden birkaç defa destek alkışları yükseldi. İnsanlara gerçekler sansürsüz, yalansız bir biçimde anlatıldığında tepkileri tıpkı bu örnekte olduğu gibi insani olmaktadır. İşte egemenlerin korktuğu da budur! Ana akım medyayı temsil eden bu kanallarda böylesi bir haykırışa yer verilmesi AKP hükümeti tarafından kabul edilebilir bir şey değildir. Egemenler örgütlü, planlı bir propaganda yürüterek halkları düşmanlaştırmaya ve kendi çıkarları için gerçekleştirdikleri katliamlara Türk işçi ve emekçilerin sessiz kalmasını sağlamaya çalışıyorlar.
Çelik’in sözlerinin ardından hassasiyeti için kendisine teşekkür eden Beyazıt Öztürk, “Elimizden geldiğince biz de duyurmaya gayret ediyoruz, emin olun. Ama bu söyledikleriniz bir kez daha bize ders oldu. Daha fazlasını yapmaya gayret edeceğiz. Oradaki insanlara selam olsun” diye konuştu. Ve salondan Ayşe Çelik için tekrar bir alkış istedi. İşte ondan sonra olanlar oldu. Hükümet yanlısı medyada “Beyaz Show’da PKK propagandası” başlığıyla bir linç kampanyası başlatıldı. Yeni Şafak, Akşam gazetesi ve Kanal 7 şöyle haber yaptılar: “Öğretmen olduğunu iddia eden Ayşe Çelik Beyaz Show’a telefonla bağlanarak HDP’li vekiller ve PKK yandaşlarıyla aynı ağızdan konuşmuş ve herkesin gözü önünde örgüt propagandası yapmıştır.” Takvim gazetesi ise “Yeni Türkiye’nin azılı düşmanlarından birisi olan Aydın Doğan, Kanal D ekranlarında canlı canlı PKK propagandası yaptırdı. Haber programları yetmedi, şimdi de eğlence programlarını PKK yandaşları ve HDP’nin hizmetine sundu” diyerek haberi topluma servis etti.
Bu gelişmelerden sonra Ayşe Çelik’e, Beyazıt Öztürk’e ve Kanal D’ye “terör propagandası” yapmaktan soruşturma açıldı. Hükümet, kendisine muhalif medya gruplarını türlü baskı ve sindirme operasyonlarıyla hizaya sokmaya çalışmaktadır. 7 Haziran seçimlerinden sonra Aydın Doğan da ağır vergi cezalarıyla tehdit edilmiş, başlarında AKP’nin yeni nesil milletvekillerinden biri olduğu halde bir faşist güruh Hürriyet gazetesini basmış, Erdoğan’ın istemediği gazeteciler işten atılmıştı. Baskılar istenilen sonucu vermiş, 1 Kasım seçimlerinden sonra Doğan medya grubu önemli ölçüde hizaya sokulmuştu. Ayşe Çelik olayı vesilesiyle bu sindirme operasyonu devam ettirilmektedir.
Tüm bu gelişmeler karşısında Doğan Holding ve Kanal D’nin yaptığı açıklama ise, evlere şenlik bir başka boyutu oluşturuyor: “Kanal D olarak hem böylesi bir provokasyonun hedefi olmanın hem de akla hayale gelmeyecek senaryolarla yıpratılma gayretinin üzülerek farkındayız. Doğan TV ve Kanal D ilk günden bugüne devletin yanında yer almıştır.” Hemen ardından Beyaz’a özürler diletilmiştir. Doğan medya grubu böylesi bir açıklama yaparak kendisini kurtarmaya çalışmaktadır. Ancak Erdoğan için bu medya gruplarının “devletin” yani Erdoğan’ın yanında olması yeterli değildir. Erdoğan daha fazlasını istemektedir. Yani kendisi için çalışmalarını istemektedir.
Lafa gelince tüm burjuva medya “doğru ve tarafsız” haberden, “basın özgürlüğü”nden ve “basın etiği”nden bahsetmektedir. Biz sınıf bilinçli işçiler olarak bunun gerçek olmadığını gayet iyi biliyoruz. Sermayenin denetimindeki medya, muktedirlerin kılıcını kuşanarak, burjuva çıkarlar temelinde toplumu yönlendirmeye çalışır.
Özür dileyen Beyaz, “ben bu zamana kadar siyasetten uzak durmaya çalıştım, şimdi ise tam ortasındayım” diyerek siyaset yapmamayı, politikadan uzak olmayı övünülecek bir şey olarak sundu. Aslında ona böyle konuşması tembihlenmiş. Egemenler, tüm meselelerde olduğu gibi siyaset meselesinde de toplumu kendi çıkarları temelinde belirlerler, yönlendirirler. Siyasetin kötü bir şey olduğu yönünde ve sadece siyasetten anlayan kişilerin yapabileceği bir şey olduğu algısını oluştururlar. Dolayısıyla da siyaseti sadece egemenlerin yapabileceği ve anlayabileceği bir kavram olarak değerlendirirler. Toplumun sınıflara bölündüğü kapitalist sistemde siyasetin dışında kalmak diye bir şey yoktur. Önemli olan kimin siyasetini yaptığımızdır. İşçi sınıfının siyasetten uzak olmaya değil, devrimci sınıf siyasetine ihtiyacı vardır. Sınıfın içinde bu siyaset hâkim kılınmadıkça egemenlerin şovenist milliyetçi siyaseti kardeş halkları birbirine düşmanlaştırarak birbirine kırdıracaktır. Kürt halkına karşı yürütülen haksız savaşa karşı duracak ve dünyayı bu kapitalist pislikten temizleyecek siyaseti büyütmeye omuz verelim.
link: Tuzla’dan MT okuru bir işçi, Barış İstemek Suç mu?, 16 Ocak 2016, https://marksist.net/node/4833
Sarıkamış Felâketinden Kahramanlık Çıkartma Gayretleri
Faşist Baskı Dalgası Genişliyor