Trump’ın Suudi Arabistan’da başlayan ve NATO zirvesiyle sonlanan ilk yurtdışı gezisi birçok önemli gelişmeyle sonuçlandı. Gezinin her durağında basına yansıyanlar, büyük emperyalist güçler arasındaki çelişkilerin daha da derinleşeceğine ve Ortadoğu’da yürüyen emperyalist paylaşım savaşının daha da kızışacağına işaret ediyor.
Trump’ın Suud’a yüklü miktarda silah satmış olması ve gezi sırasında bir tür “İslam NATO”sunun adımlarının atılacağının açıklanması, bölgedeki savaşın daha da kızışacağının işaretleriydi. Yapılan toplantılar ve basın açıklamalarında Trump ve bölgenin gerici liderlerinin İran’ı işaret eden açıklamaları ise, bu kızışacak savaştaki yeni cephe hakkında yeterli veriyi sunuyordu.
Ama işler bu noktada da kalmadı. Suud önderliğindeki dört Arap ülkesi (Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn) bir gün ansızın, IŞİD dahil terörist güçleri desteklemekle ve İran’la işbirliği yapmakla suçlayarak Katar’a karşı tavır aldılar. Bu ülkeler Katar’la diplomatik ilişkilerini kestiler, sınırlarını kapadılar ve ona karşı ambargo uygulayacaklarını açıkladılar. Ardından bu ülkelere bölge dışından birkaç küçük ve etkisiz İslam ülkesi daha katıldı. Birkaç gün sonra da aralarında Katarlı siyasetçi ve diplomatların da bulunduğu onlarca kişiyi ve ondan fazla kurumu terörist ilan eden bir liste yayınlandı.
Doğan Katar krizine dair ABD’den gelen farklı tonlardaki açıklamalar hiç kimseyi aldatmamalıdır. Trump’ın “arabuluculuk yapabilirim” açıklaması ve onun dışişleri bakanından gelen “krizi daha fazla tırmandırmama” çağrısı, emperyalistlere has mide bulandırıcı bir ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. Bu krizi doğuran, örgütleyen ve ipleri elinde tutan ABD emperyalizmidir. Bölgesel güçlerin bu krizde oynadıkları rol küçümsenemez ama asla belirleyici değildir. Krizden çıkartılması gereken en önemli ve birinci husus budur.
İkinci nokta: mesele Katar meselesi değildir, ona indirgenemez. Daha kriz patlak verir vermez, bu “kriz”in gerçek adresini gösterircesine İran Meclisi ve Humeyni’nin türbesi ile İran’daki birkaç noktada daha saldırılar gerçekleşti. Sembolik noktalara dönük bu saldırılarda ondan fazla insan öldürüldü. İranlı yöneticiler saldırıların sorumlusu olarak açıkça Suud’a işaret ettiler ve hesap soracaklarını açıkladılar.
Bu karşılıklı tehditlerin yanı sıra İran’ın Katar’a açıkça arka çıkması, yaşanılan krizin gerçek ve nihai hedefinin kendisi olduğunu bilmesinden kaynaklanıyor. Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte bizler Suriye’nin İran’a açılan bir kapı olduğunu ve sıranın İran’a geleceğini belirtmiştik. Suriye’de yaşanan iç savaşta İran zaten bugün açıkça ve resmen bir taraftır. Besbelli ki ABD emperyalizmi İran’a karşı savaşın hazırlıklarını hızlandırmaktadır.
Gelelim üçüncü noktaya. Türkiye ve Pakistan, Katar krizinin diyalogla bir an önce çözülmesi doğrultusunda açıklamalar yaparak Katar’a diplomatik ve siyasi destek sundular. Her iki ülke de Katar’a asker göndereceklerini açıkladılar. TC’nin Katar’a arka çıkmasının türlü nedenleri vardır. Katar’dan gelen milyarlarca dolarlık yatırım Türk ekonomisinin bu “zor günlerde” ite kaka dönmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Doğrudan ve resmi kanallardan gelen bu yatırımların birkaç mislinin ise egemenlerin manevralarını fonlamak için farklı yollardan akıtıldığı ve hatta Katar bankalarındaki hesaplarda egemenlerin yüklü varlıkları olduğu yönündeki haberler burjuva basınında da sıklıkla gündeme getirilmektedir.
TC egemenlerinin Katar’a arka çıkmalarının nedeni, yakın ilişkilerin yanı sıra aslında Katar’a reva görülen muameleyle kendilerinin de karşı karşıya kalabileceklerini, hedefte Türkiye’nin de olduğunu bilmeleridir. Çok açık ki, ABD emperyalizmi Katar’a ve bu arada “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” kabilinden TC’ye, bölgede kendi kafasına göre daha fazla iş yapmaması ve ABD’nin planlarına tam uyması için mesaj vermektedir. Zira Katar ve TC, Mısır’da gelişen sürece müdahil olmuşlar ve oradaki darbeye karşı çıkarak Müslüman Kardeşler’i bugüne dek desteklemişlerdi. Filistin sorununda her iki ülke de Hamas’a hamilik yapmış, destek olmuş ve kucak açmıştır. Dahası her iki ülke de işbirliği içinde en başından itibaren Suriye’de Esad rejimini yıkmak için savaşan radikal İslamcı çeteleri finanse etmiş, eğitmiş, silahlandırmış ve yönlendirmiştir. Destek verilenler arasında IŞİD ve el-Kaide bağlantılı grupların olduğu da sır değildir. Ancak ABD’nin Esad rejimine dönük tavrındaki kimi değişiklikler ve Rusya’nın doğrudan Suriye’de sahne almasıyla birlikte Suriye’de güçler dengesi değişmiş, Katar ve TC’nin izlediği politika ABD’den farklılaşmış, bu ülkeler kendi hesapları doğrultusunda işler çevirmeye kalkmışlardır. Bugüne kadar bunların hepsi bilinmekle birlikte diplomatik alanda öyle değilmiş gibi pozlar kesilmekteydi. Yaşanan kriz bu tiyatronun (daha doğrusu tiyatronun bu sahnesinin) sona erdirilip, yürüyen savaşta safların belirginleştirilmesine dönük bir hamledir. Kürt sorununda, Filistin sorununda ve Suriye’de farklı politikalar geliştirmeye çabalayan TC ve Katar’a ABD’nin tahammülü belli ki azalmıştır ve onları hizaya çekmek için bastırmaktadır. Rusya-İran blokuna karşı savaşı ilerletip zafere ulaştırabilmek için ABD, bölgede daha net bir tablo arzuluyor. Üçüncü nokta budur.
Ek olarak, ABD, bölgede kendi safında yer alacak Arap ülkelerine Suudi Arabistan ve Mısır’ın arkasında sıralanmalarını dikte etmektedir. Ortadoğu’daki yerel ve bölgesel güçlerin birbiriyle çekişmeleri meşhurdur. Ortadoğu coğrafyası büyük emperyalist güçler eksenindeki saflaşmalarla, (gayrı Müslimleri bir tarafa bıraksak bile) İslamın iki ana mezhebi ve sayısız alt mezhepleriyle, farklı etnik ve ulusal kimliklerle, ulusal sorunlarla (Filistin ve Kürt sorunu) ve hatta kimi ülkelerde aşiretler arasındaki rekabetle o denli parçalanmış durumdadır ki, bu temellerde şekillenen iktidar ve güç kavgaları emperyalistlerin genelde işine gelse de zaman zaman da onların atacağı adımlarda bir ayak bağı haline gelebilmektedir.
Tüm bu iç denge ve kapışmalara bağlı olarak ABD’nin bölgedeki şekillendirici gücünü küçümseyen ve “iç ferahlatıcı” yorumlar yapan burjuva akademisyenler fena halde yanılıyorlar. Ortadoğu merkezli üçüncü dünya savaşı kızışıyor ve ABD yeni adımları hayata geçirmeye çalışıyor. Planlarını ne ölçüde başarabileceği sorunundan bağımsız olarak, her halükârda paylaşım savaşının çok daha fazla kızışacağı, yeni cephelerin açılacağı, bölgesel güçleri giderek daha fazla ve doğrudan içine çekeceği ve büyük dünya güçlerinin çok daha doğrudan karşı karşıya geleceği bir noktaya gidebileceği açık bir gerçektir. Tüm bunların anlamı emekçi kitleler için bellidir: Daha fazla ölüm, daha fazla acı ve çok daha derin bir sefalet.
Bölge ülkelerindeki rejimlere şöyle bir göz atmak bile, hepsinin ne denli gerici, ne denli emekçi düşmanı olduğunu görmemize yeter. IŞİD ve el-Kaide gibi canavarları halen el altından destekleyen ülkelerle bunlara karşı güya savaşan ülkeler arasında bir fark yoktur. İran gibi, işçilerin en küçük demokratik haklarını bile otuz yıldan uzun bir süredir tanımayan, Kürt ve diğer halklardan devrimcileri halen idam sehpalarında sallandıran bir faşizan molla rejimiyle Suudi gericiliği arasında da öyle. Bölge ülkelerindeki rejimlerin gerici, emekçi ve ezilen halkların düşmanı olduğu gerçeği bilince çıkarılıp bu temelde bölge emekçilerinin mücadelesi yükseltilmediği sürece, Ortadoğu’nun yoksul emekçi halkları gün yüzü göremeyecekler.
link: Oktay Baran, Katar Krizi: Emperyalist Savaşta Yeni Bir Evre, 11 Haziran 2017, https://marksist.net/node/5697
İnşaatlar Tozu Dumana Katarak Yükseliyor
Sermayenin Derdi: İşçi Sınıfını Nasıl Emekli Etmemeli?