İsrail’in 7 Ekimden bu yana sürdürdüğü Gazze’ye yönelik saldırılarında on binlerce Filistinli hayatını kaybetti, hayatta kalanlar ise açlık, yokluk ve hastalıkla boğuşuyor. Şu ana kadar en az 30 çocuğun açlık nedeniyle öldüğü belirtiliyor. Filistin davasının hamisi ve İslam âleminin lideri pozları kesen Erdoğan ise soykırım boyutuna varan bu katliam karşısında sermayenin ekonomik ve siyasi çıkarlarını önde tutan ikiyüzlü siyasetini sürdürüyor.
Kuşkusuz iktidarın Filistin konusundaki bu ikiyüzlü siyaseti yeni değildir. Ancak aylardır süren katliam karşısında yalnızca esip gürlemek, Filistin’e yardım götürüldüğünü söylemek, İsrail’i “kınamak” zevahiri kurtarmak için artık yeterli gelmiyor, bu ikiyüzlü siyaset her geçen gün daha görünür ve mide bulandırıcı bir hal alıyor. Gazze saldırısını iç siyasetinin propaganda malzemesi haline getirmekten zerre rahatsızlık duymayan iktidar, bir yandan da İsrail’le ekonomik ve askeri ilişkilerini sürdürüyor. İsrail’in saldırılarına ve iktidarın bu ikiyüzlü tutumuna yönelik protestoları polis şiddetiyle bastırmaya çalışıyor. Yalanları ortaya çıktıkça, foyası daha görünür oldukça da saldırganlığı artıyor.
İsrail’in Gazze’ye saldırısının ilk haftalarında katliama tepki gösteren emekçileri oyalamak için çeşitli kamu kurumları ve iktidarla bağlantılı örgütler tarafından boykot çağrıları yapıldı, “kampanyalar” düzenlendi. AKP Gençlik Kollarının, STK kılıklı tarikat örgütlenmelerinin, MHP örgütlerinin Starbucks’ı “protesto eylemleri” yapay kutuplaşmayı körüklemek amacıyla da kullanıldı. Her zamanki gibi mesele din meselesi olarak ortaya konuldu. Erdoğan’ın “olay haçlı-hilâl meselesidir” ifadesi de bu amaca hizmet etmekteydi. İktidar yanlısı olmayan protesto eylemleri şiddetle bastırıldı. İsrail’i kınamak, protesto etmek serbestti ama rejimi eleştirmeye zinhar izin yoktu! Bir miting olacaksa onu da ben yaparım diyen Erdoğan 28 Ekim ve 1 Ocakta iki büyük “Filistin’e destek” mitingi düzenleyerek içeriye gövde gösterisi yaptı. Amaç hem Gazze için bir şeyler yapıyor görüntüsü vermek hem de yerel seçimler öncesinde tabanını tahkim etmekti. İstanbul Belediye Başkanı adayı Murat Kurum, seçim konuşmasında “biz kazanırsak Gazze’deki mazlumlar sevinecek” diyecek kadar ileri gitti ancak iktidarın Gazze’ye yönelik bu ikiyüzlü tutumunun tabanında yarattığı tepki yerel seçim sonuçlarına oy düşüşü olarak yansıyan etmenlerden biri oldu.
Rejimin tatavacı trol ordusu, satılmış kalemşorları ve medyası Gazze saldırısının daha ilk günlerinde devreye sokuldu. İktidarın İsrail’i kınamaktan öteye geçmeyen politikasını ve İsrail’le ticaretin devam etmesini eleştirenler en hafifinden yalan söylemekle, provokasyonla suçlandı. Türkiye-İsrail ticaretine ilişkin belgeleri paylaşan gazeteci Metin Cihan hakkında çeşitli davalar açıldı. “İsrail’le ticaret Filistin’e ihanet” pankartı provokatif olduğu gerekçesiyle suç sayıldı. Son olarak Beyoğlu’nda İsrail’le ticareti protesto edenler yandaş medyada casuslukla itham edildi, şiddet uygulanarak, ters kelepçeyle gözaltına alındı. Bütün bunlar olurken Türkiye-İsrail ticareti tıkır tıkır işlemeye devam etti. TÜİK verilerine göre 2023 yılında 5,4 milyar dolarlık ihracatla İsrail Türkiye’nin ihracat listesinde 13. sırada yer aldı.
Gazeteci Metin Cihan TÜİK veri tabanını kullanarak, uluslararası deniz trafiği kayıtlarını inceleyerek İsrail’le ticaret yapan şirketleri ve giden ürünleri belgeleyen yüzlerce kayıt ortaya çıkardı. Bu şirketlerin arasında AKP’li, MHP’li, BBP’li isimlere ait şirketler, TÜSİAD’ından MÜSİAD’ına, beşli çetesinden kamu şirketlerine pek çok şirket bulunuyor. Örneğin Limak Holding’in işlettiği İskenderun’daki Limakport limanından İsrail’e yüz binlerce ton yük taşıyan gemiler gidiyor. MÜSİAD üyesi bir şirketin Gazze’deki katliam süresince İsrail’den 1 milyon ton plastik çöp ithal ettiği de ortaya çıktı. Türk Uçak Sanayi Anonim Ortaklığı TUSAŞ, uçak, helikopter ve İHA aksamlarını İsrail’den ithal ediyor. Tübitak, Aselsan, Roketsan ve Havelsan da savaş sanayii alanında İsrail’den ürün ithal ediyor. Türkiye Varlık Fonuna (TVF) ait şirketlerden ETİ Maden, İsrail’e bor ihraç ediyor. İsrail’de üç elektrik santralinin ortağı olan Zorlu Holding, İsrail elektriğinin yüzde 8’ini üretiyor.[1] İsrail’in petrol ihtiyacının yüzde 40’ını karşılayan Azerbaycan petrolü, Türkiye üzerinden geçen ve TVF şirketlerinden BOTAŞ tarafından işletilen Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından gidiyor. İşçilerin sendikalaşma hakkını tanımayan, hukuksuz bir şekilde Hindistan’dan işçi getirerek grev kırıcılığı yapan Abalıoğlu Lezita da İsrail’le ticaret yapan şirketler arasında yer alıyor. Geçtiğimiz günlerde hakkını arayan Lezita işçilerine saldıran jandarma, kalkanlarına vurarak, işçilerin üzerine yürüyerek terör estirmişti.
Kasım ayında yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi Olağanüstü Ortak Zirvesine katılan Erdoğan burada yaptığı konuşmada “zulüm karşısında susanlar da en az zalimler kadar akan kana ortaktır” diyordu. Oysa içi boş gürültü çıkarıp İsrail’le ticari ve askeri faaliyeti sürdürenler zulme doğrudan ortaktırlar ve susanlardan daha ikiyüzlüdürler. Ama çıkarılan gürültü ne kadar fazla olursa gerçeklerin duyulmasının ve görülmesinin o kadar zorlaşacağını da gayet iyi bilirler. Yine de işler, bu yöntemin daha öncekiler gibi tutacağını düşünen iktidarın istediği gibi gitmedi. İsrail’le devam eden ticarete ilişkin belgeler ortaya çıktıkça gerçekler inkâr edilemez oldu, bu kez inkâr yerine mazeret üretme arayışları başladı. “Filistin’e giden mallar İsrail üzerinden geçmek zorunda kalıyor”, “başka ülkelerden gelen transit gemiler Türkiye’de yükünü indirip İsrail’e devam ediyor”, “jet yakıtı değil jel yakıt gidiyor” gibi absürt gerekçeler ve yalanlarla ticaret meşrulaştırılmaya çalışıldı. Hatta bir MHP’li vekil, İsrailli tarım şirketinin Türkiye’deki ayağı olan şirketin sahibi olduğu ortaya çıkınca İsrail’le ticareti milli görev olarak savundu! Ancak bu meşrulaştırma çabaları da tutmayınca ve son olarak Beyoğlu protestosundaki polis şiddetine yönelik tepkiler büyüyünce, İsrail saldırısının 186. gününde Ticaret Bakanlığı 54 ürün grubunda İsrail’e ihracat kısıtlaması getirildiğini açıklamak zorunda kaldı. Aslında bu karar, iktidarın suçunu da yalanlarını da ikrar etmek anlamına geliyordu. Kısıtlama getirildiği açıklanan ürünlerin arasında demir-çelik ürünleri, inşaat malzemeleri, çimento, tel çekme makineleri, uçak benzini ve “jel yakıt o” denilerek inkâr edilen jet yakıtı da bulunuyor!
Ticaret Bakanı, kısıtlama kararı alarak iktidarın bugüne kadar yalan söylediğini ikrar ettiği halde yalan söylemeye devam ediyor. Neden bugüne kadar ihracat kısıtlanmadı sorusuna şöyle cevap veriyor: “Mal İsrail gümrüğünden geçtikten sonra ne tarafa gidebileceği değişebiliyor. Bazen de İsrailli tüccarlar alıyor malı, bu malı getirdikten sonra oradaki 8 milyon Filistinliye satıyor. Böylesine karmaşık bir yapı var. O nedenle biz başından beri hükümet olarak bu noktada dikkat ettik. Filistinli kardeşlerimizin ticaretinin, alım satımlarının zarar görmemesi, ihtiyaçlarının karşılanması noktasında.” Ne var ki Bakanlığın bu kararının göstermelik olduğunu, kısıtlamanın ne düzeyde olacağına dair hiçbir bilginin yer almamasından bile anlamak mümkün. Üstelik ihracatın başka ülkeler üzerinden devam etmesinin önünde de bir engel yok. Ayrıca meyve sebzeden kuruyemişe, tütünden tekstile son aylarda ihracatı artan çok çeşitli ürünün ihracatına yönelik herhangi bir kısıtlama kararı da yok. Saadet Partisinin İsrail’e ihracatın ve ihracat kısıtlamalarının Gazze halkına olumsuz etkilerinin araştırılması ile ilgili verdiği önergenin AKP ve MHP oylarıyla reddedildiğini de belirtelim.
Geçtiğimiz günlerde AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Ekonomi İşleri Başkanı Nihat Zeybekçi bütün bu zevahiri kurtarma çabalarına tüy diken bir konuşma yaptı. Kendisi de bir tekstil patronu olan Zeybekçi’nin iktidarın ve sermayenin ikiyüzlülüğünü açık eden konuşması şöyle: “İsrail’de çok önemli bağlantıları olan arkadaşlarımız da var. Yani, eyvallah, İsrail’in Filistin’de, Gazze’de Müslümanlara yaptığı soykırımı, katliamı, bebek katliamını, nefretle, şiddetle kınıyoruz, eyvallah, buna diyecek hiçbir şey yok. Ama diğer taraftan da ticaretin hiç kimseye zarar vermeyen bölümleriyle ilgili de… Çünkü İsrail serbest ticaret anlaşmamızın olduğu bir ülke, yani 6 satıp 1 aldığımız bir ülke. O anlamda, daha hassas olmamız gerektiğine inanıyorum.” Zeybekçi’nin bu açıklaması ikiyüzlü bir suskunlukla veya inkârla geçiştirilen, söylenmeyen gerçeklerin itirafı niteliğinde. İslamcı ya da seküler fark etmeksizin sermaye sınıfının ve egemenlerin düşündüğü tek şey kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarıdır, tatlı kârlarıdır. Dolayısıyla sermaye için 6 satıp 1 almak on binlerce insanın katledilmesinden daha önemlidir. Hassas olunması gereken konu çocukların ölmesi değil ekonomik çıkarlardır. Yeni Şafak yazarlarından İsmail Kılıçarslan’ın Zeybekçi’nin açıklamasına dair “bundan daha gerizekalıca bir açıklama duymadım” derken rahatsız olduğu şey ise İsrail’le ticaret yapılması değil iktidarın gerçek zihniyetinin, Gazzeli çocukların katledilmesini aslında zerre kadar umursanmadığının bu kadar açık dile getirilmesidir.
Zeybekçi’nin, toplumda tepki çekeceği belli olan bu açıklamasına sermaye kesimlerinden destek gelmedi elbette. Sessiz kalarak tepkilerin soğumasını beklemeyi tercih eden patron örgütlerine ve kurumlara sitem eden Zeybekçi’nin sosyal medya paylaşımı da ibretlikti: “Yalnız bizim dile getirdiğimiz sorunun asıl muhatabı olan kurumlar, kuruluşlar, birlikler, ..siadlar, mensuplarının menfaatlerini korumak, sorunlarının takipçisi olmak yerine sessizliği tercih etmeleri… Tek konuşan biz olmuşuz, olsun varsın.” Yani diyordu ki “hepiniz yapıyorsunuz, hepiniz benim gibi düşünüyorsunuz ama susuyorsunuz!”. Zeybekçi, Türkiye’deki sermaye sınıfının ve siyasi iktidarın ikiyüzlülüğünü bu sözleriyle bir kez daha tescilledi. Ancak ister Türkiye’deki gibi suskunlukla geçiştirilsin ister Batı’daki gibi İsrail’e açık destek verilsin tüm dünyada egemen sınıflar aynı güdülerle hareket ediyorlar. Ekonomik ve siyasi çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar. Levent Toprak’ın gerek Türkiye’nin gerekse de Arap ve İslam ülkelerinin riyakârlığını anlattığı makalesinde dediği gibi,
“Tüm bu manzaranın işaret ettiği gerçeklerden birisi, birçok emekçiye telkin edilmiş olan «Müslümanın Müslümandan başka dostu yoktur» sözünün boşluğu ve aldatıcılığıdır. «İslam âlemi», «Müslüman ülkeler» gibi genel kategorilerin bir birlik, ortaklık, dayanışma anlamında hemen hiçbir hükmünün olmadığı, gerçek olanın farklı ulusal sermaye gruplarının çıkarları olduğu bir kez daha çarpıcı biçimde ortaya çıkmıştır. Devletler dini ne olursa olsun burjuvazilerin devletleridir ve o burjuvazilerin ekonomik, politik, jeostratejik vb. çıkarları neyi gerektiriyorsa onu takip etmektedirler.”[2]
Türkiye’de rejim İsrail’i protesto edenleri şiddetle bastırırken, İsrail’de tüm yasaklara ve baskılara rağmen binlerce Yahudi emekçi her hafta meydanlara çıkarak kendi hükümetlerinin sürdürdüğü savaşı protesto ediyor. Dili, dini, ırkı ne olursa olsun emperyalist savaşlarda ölenler de emekçilerle gerçek dayanışmayı gösterenler ve emperyalist savaşın sona ermesini isteyenler de emekçilerdir. Aylardır ABD’den Avrupa’ya Yahudi, Hıristiyan, Müslüman fark etmeksizin yüz binlerce emekçinin Filistin halkına yapılan zulmün sona ermesi için sokaklara çıkması da bu gerçeği göstermektedir.
[1] 2017’nin Ocak ayında Fortune dergisine verdiği bir röportajda Zorlu Holding CEO’su Ömer Yüngül şöyle demişti: “İsrail elektriğinin yüzde 8’ini üretiyoruz. İlişkilerimiz var, İsrailliler «Gelin daha fazla yatırım yapın» diyor. «İş ayrı, siyaset ayrı» teziyle hiçbir olayda gazı kesmedik.”
[2] Levent Toprak, Siyonist Zulüm Makinesi ve Filistin Halkının Gerçek Dostları, 21 Mart 2024, marksist.net/node/8222
link: Demet Yalçın, “Eyvallah, Katliamı Kınıyoruz Ama Ticaret Önemli!”, 24 Nisan 2024, https://marksist.net/node/8248