Türkiye artan tempoyla kritik bir çarpışma noktasına doğru ilerliyor. Seçim yaklaştıkça çelişkiler yüzeye daha çok yaklaşıyor, siyasal tansiyon yükseliyor. Depremin yarattığı kırılmayla oluşan siyasal atmosfer değişimi de sürecin genel akışına yeni bir boyut, yeni bir ivme kazandırıyor. Son olarak Millet İttifakı cephesinde yaşanan ve tüm gündemin odağına oturan sarsıntılı gelişmeler de, hızlanan ve daha tansiyonlu hale gelen politik sürecin bir parçasıdır.
3 Martta Akşener’in CHP liderliğindeki burjuva muhalefet cephesine saldırarak “6’lı masa”dan kalkması, egemen sınıf içinde derinleşen krizden bağımsız düşünülemez. Birçok kez vurguladığımız üzere, faşist iktidar bloku zihinsel olarak dağılmış, bütünlüğü zayıflamış ve çözülme süreci hızlanmıştır. 6 Şubat Maraş depremleriyle birlikte, Erdoğan rejiminin düşünülenden çok daha büyük bir çöküşe neden olduğu görüldü. Uzun zamandır, iktidarı gasp eden faşist blok altında Türkiye kapitalizminin sorunlarının giderek büyüdüğüne dikkat çekiyoruz. Kürt sorunu başta olmak üzere TC’nin yüz yıllık tarihi boyunca çözümsüz kalan toplumsal sorunlar bir yumağa dönüşmüş durumda. Esasında Batılı emperyalist güçler, tekelci burjuvazinin bir kesimi (TÜSİAD), devlet güçlerinin belirli kesimleri bugünkü durumun sürdürülemeyeceğinin farkındadır. Ancak bu rejimin nasıl tasfiye edileceği ve yerine neyin konacağı konusunda egemen sınıf (sermaye sınıfı/devlet bürokrasisi/siyaset esnafı) içinde büyük bir kriz yaşanmaktadır. İYİP’in yıkıcı hamlesini buradan hareketle okumak gerekiyor.
Kaç zamandır Millet İttifakı içinde ve aslında Kılıçdaroğlu CHP’si ile İYİP arasında bir farklılaşma var. Daha önce Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı gündeme geldiğinde, “herkesin aday gösterdiği bir insan reddedilir mi?” yanıtını veren, “6’lı masayı devirmem, millete ihanet etmem” diyen Akşener, daha sonra farklı bir çizgi benimsedi. Bu farklı çizginin nedeni, bugünlerde daha fazla ifşa edildiği gibi, esasında başta faşist rejimle kader birliği etmiş sermaye kesimleri, bu rejimle birlikte önemli mevkileri doldurmuş asker-sivil bürokrasi ve genel olarak devletçi kesimler olmak üzere sermayenin bir bölümünün Kılıçdaroğlu’nun adaylığına itiraz etmeleridir. İYİP üzerinden “kazanacak aday” ve “Kılıçdaroğlu kazanamaz” propagandası eşliğinde İmamoğlu ve Yavaş’ın gündeme sokulmaya çalışılmasının hedefi de Kılıçdaroğlu’nun önünün kesilmesiydi. Akşener’in başbakan yetkileriyle donatılmış cumhurbaşkanı yardımcısı olmak istemesi de aslında söz konusu kesimlerin Kılıçdaroğlu’nun önünü kesmeye dönük arayışlarının bir başka ifadesiydi.
Kürt sorununda kimi açıklamalar yapan, “5’li çete” diyerek en azından yandaş sermayenin bir kesimini karşısına alan, çeşitli vaatlerde bulunan ve cılız da olsa sosyal demokrat bir söylem tutturan Kılıçdaroğlu, söz konusu kesimleri rahatsız etmekteydi. Kılıçdaroğlu’nun “418 milyar doları gasp edenlerden geri alıp halka vereceğiz” söylemi, bu rahatsızlığı daha da derinleştirmişti. Mesela CHP ve Kılıçdaroğlu’nun söyleminin aksine, İYİP Genel Sekreteri Uğur Poyraz şöyle diyordu: “Hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkelerini savunan İYİ Parti olarak, iç ve uluslararası hukuka aykırı bir eylem ve faaliyeti biz uygulamayız, bunu meşrulaştıramayız.” Bu ve benzeri daha nice belirtinin de açıkça işaret ettiği üzere, çeşitli kesimleriyle burjuvazinin bir bölümü “yumuşak geçiş” diye formüle edilen bir geçiş sürecinden yanadır. Kılıçdaroğlu’nun Kürt hareketiyle belli bir yakınlaşmayı da içeren sınırlı “hesaplaşma” programı bile fincancı katırlarını ürkütmeye yetmektedir. Kapitalizmin büyük bir kriz içinde olduğu ve buna Türkiye’nin özgün krizlerinin de eklendiği bir dönemde, bu krizi çözmeye dönük ekonomik programların, emekçileri ağır kemer sıkma programlarına maruz bırakırken sermayenin cebine de el uzatıp uzatmayacağı, emekçiler açısından olduğu kadar burjuvazi açısından da büyük önem taşımaktadır.
Aslında İYİP’in son dönemde devlet vurgulu bir kampanya başlatması da Millet İttifakı içindeki farklılığın ifadesiydi. Deprem bu farklılaşmayı çok sert bir şekilde açığa çıkardı. Kılıçdaroğlu depremin ardından devleti sorgulayıp Erdoğan ile hizalanmayacağını söylerken, Akşener “şimdi devletin konuşma, bizim susma zamanımız” diyerek devletçi tutumunu belirginleştirmiş, Erdoğan’la telefon görüşmeleri yapmaktan geri durmamıştır. Aşikâr ki, bu devletçi güçlere verilen açık bir mesaj, bir konum bildirme eylemidir.
CHP ve Kılıçdaroğlu’nun İYİP/Akşener’in masayı dağıtma noktasına kadar ileri gidebileceğinin farkında olduğu görülmektedir. Akşener’in sürecin çeşitli aşamalarında yaptığı çıkışlar zaten buna işaret ediyordu. Ancak Kılıçdaroğlu kendi çizgisini sürdürmekten vazgeçmeden son aşamaya kadar masayı ayakta tutmayı ve Akşener’in manevra alanını daraltmayı başardı. Esasında iki taraf da karşılıklı olarak birbirlerini sıkıştıracak ve geri adım attıracak bir oyun kurdular ve sonunda gerilim 2 Martta patladı.
Elinde bir hamlesi kalmayan Akşener, önce “6’lı masa” bildirisine imza attı, daha sonra da tam tersi şekilde bir hareket çizgisi tutturdu. Akşener’in konuşmasının içeriği, ses tonu ve önerilerinin amacı çok açık ki burjuva muhalefet cephesini dağıtmak ve hatta CHP içinde çatlak oluşturmaktı. Bu hamlesiyle Akşener, resmi olmasa da fiilen faşist blokla hizalanabileceğini sergilemiş oldu. Zira ortaya çıkan “dağılma manzarasının” rejime hizmet edeceği açıktı ve Akşener’in bunu bilmemesi düşünülemezdi. Ancak istediği sonuca ulaşamadı ve hatta attığı adım kendisi açısından çok daha büyük yıkıcı sonuçlar ortaya çıkardı. Nitekim bu çıkışın ardından kendi tabanında da hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaştı, binlerce insan parti üyeliğinden istifa ettiğini açıklayıp Akşener’e ateş püskürdü. Görünen odur ki, İYİP’in CHP’den devşirdiği seçmen kitlesi CHP’ye geri dönmüştür ve bu hiç de azımsanacak bir oran değildir. Sadece CHP’den değil ANAP, Doğruyol vb. kökenli kesim de Kılıçdaroğlu’nun yanında saf tutmuştur.
İşte bu tablo karşısında Akşener ancak dört gün dayanabilmiş ve bütün afra tafrasına rağmen kuyruğunu kıstırıp masaya geri dönmek zorunda kalmıştır. İmamoğlu ve Yavaş’la görüşmesinin ardından, onlara “icracı cumhurbaşkanı yardımcılığı verilmesi koşuluyla” masaya geri döneceğini açıklaması ve dönmesi “istediğim kabul edildi” mesajı vererek kuyruğu dik tutma hamlesiydi. Oysa “Kılıçdaroğlu’nun kazanamayacak bir aday olduğu” iddiası ile bu yeni teklifin hiçbir ilgisi yoktur. Bu da Akşener’in derdinin bu iddiada dillendirilen şey olmadığını göstermektedir. Üstelik bu önerinin bile CHP mutfağından çıktığı anlaşılmıştır. Günün sonunda “Altılı Masa” toplantısında Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kabul edilip ilan edilerek, Akşener’in manevrası boşa çıkarılmıştır. Millet İttifakı toplantısı sonrasında Kılıçdaroğlu tüm parti genel başkanlarının cumhurbaşkanı yardımcısı olacağını açıklarken, yayınlanan bildiride ise İmamoğlu ve Yavaş’ın cumhurbaşkanı yardımcıları olarak atanmaları konusu belirsiz bir sürece bırakılmıştır. Çok açık ki bu formülasyon ile Akşener cephesinin ilan ettiği formülasyon aynı değildir. Nitekim Kılıçdaroğlu’nun aday ilan edildiği basın toplantısında Akşener’in yüzünün rengi ve ifadesi çok şey anlatmaktadır.
Bu geri adımın iki temel nedeni vardır: Birincisi Akşener tek başına ciddi bir gücü olmadığını büyük bir kumar oynama pahasına görmüştür. İkincisi, CHP’yi kontrolsüz bırakmamak için o masada yer almaya devam etmenin zorunlu olduğunu görmüştür. En azından, seçimden önce ya da sonra gerçekleşecek yeni bir krize kadar, İYİP’in Altılı Masada olacağı görülmektedir.
Çok büyük bir hızla ilerleyen ve ani değişimlere gebe olan bu süreçte aceleci değerlendirmelerden uzak durmak gerekiyor. Ancak mevcut aşama itibariyle yapılabilecek tespitler de bulunmaktadır. Bunlardan birisi İYİP masayı terk ettiğinde geniş muhalif kitlenin önemli bölümünde en başta yaşanan moral bozukluğuna ilişkindir. İYİP’in masayı terk etmesini faşist rejim karşısındaki muhalefetin zayıf düşmesi olarak okumak doğru değildir. CHP’nin aşırı milliyetçi bir yük olan İYİP’ten kurtulması, siyasetin böylesine kızıştığı bir süreçte Türkiye işçi sınıfı, emekçileri ve ezilen Kürt halkı açısından süreci daha da olumlu hale getirirdi. Millet İttifakını esir alan İYİP’in gitmesi, CHP’nin hem HDP hem de sosyalist güçlerle çok daha kolay bir ilişki kurmasının ve bu sonuncuların oluşturduğu faşizme karşı mücadele cephesinin güçlenmesinin önünü açabilirdi. Aslında bu olasılıkların derhal kendini göstermesi de Akşener’in kuyruğunu kıstırıp masaya dönmesinin nedenlerindendir. Ancak İYİP masaya dönse de masada eski ağırlığına denk bir durumda değildir. Kitlelerin bir bölümünün gözünde oluşturduğu olumlu imge ciddi bir yara almıştır. Bunun ne gibi sonuçları olacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz kuşkusuz. Akşener’in şimdiden HDP aleyhinde beyanları hiç kuşkusuz Kılıçdaroğlu’nun Kürt hareketiyle yakınlaşmasını engellemeye dönük ön alıcı bir hamledir.
Karşımızda güçlenen değil depremle birlikte daha da güç kaybeden bir rejim bulunmaktadır. İYİP’in Altılı Masaya attığı tekme bu durumu değiştirmemiştir. Rejim aparatlarının ve trol ordusunun yaymaya çalıştığı havaya kesinlikle aldanmamak gerekir. Erdoğan’ın depremde geri dönülmez bir şekilde kaybettiği psikolojik üstünlüğü yeniden kazanmasına asla izin verilmemeli, umutsuzluğa düşen emekçilere gerçek durum döne döne anlatılmalıdır.
Rejim elbette dört bir koldan saldırılarını yoğunlaştıracaktır ve bunu yapmaktadır da. Bursa’da Amedspor oyuncularının ve taraftarlarının maruz bırakıldıkları faşist terör ve devreye sokulan faşist provokasyon ortadadır. Ama sahalardan yükselmeye devam eden “hükümet istifa” sloganları da, emekçilerin genel ruh hali de, kadınların polis saldırısına karşı direnişi de ve hepsinden önemlisi sosyalist hareketin deprem bölgesinde yaptıklarının tüm Türkiye’ye olumlu yansıması da ortadadır.
Emek ve Özgürlük İttifakı, her iki depremle yani jeolojik ve Akşener depremiyle, kendi gücünü göstereceği bir ortam yakalamıştır. Maraş merkezli depremlerde devletin “yardım” aygıtları çökmüşken bölgeye kimin yardıma koştuğu, orada hâlâ kimin olduğu emekçi kesimler tarafından net olarak görülmektedir. Bu güç, sosyalistlerin insan sayısından çok daha büyük bir güce sahip olduklarını göstermiştir. Akşener depremi ise neden Millet İttifakı dışında bir ittifaka, bir işçi-emekçi ittifakına, bir emek cephesine ihtiyaç duyulduğunu çok daha çarpıcı biçimde göstermiştir. Dolayısıyla, yazının başlığındaki soruya çeşitli yönlerden verilebilecek yanıtlar olsa da, öncelikle emek cephesi açısından verilebilecek bir yanıtı öne çıkarmak yerinde olacaktır: Masalara hapsolmamak için emek cephesi!
link: Marksist Tutum, Altılı Masa Depremi Ne Anlatıyor?, 9 Mart 2023, https://marksist.net/node/7931
Kartaca Yıkılmalıdır!
8 Mart’ta Faşizme Öfke Alanlara Yansıdı