Mafya lideri Sedat Peker’in geçtiğimiz günlerde yaptığı yeni ifşaatlar rejimin lağım borularından birinin daha patlamasına yol açtı. Peker, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) eski Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu, kardeşi AKP Erzurum milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu, Cumhurbaşkanı Danışmanı Serkan Taranoğlu ve eski Kıyı Emniyeti Genel Müdürü Salih Orakçı’nın bir rüşvet sarmalı içinde olduğu iddiasında bulundu. Ayrıca Hürriyet gazetesinin ekonomi yazarı Burak Taşçı’yı da hedef aldı. Bu ifşaatlar bir yandan rüşvet çarkının boyutlarını ve rüşvet ağının nerelere uzandığını ortaya koyarken, diğer yandan borsada insanların nasıl dolandırıldığını da gözler önüne seriyor.
Peker’in ifşaatlarının ardından Halk TV’de canlı yayına çıkarak bu iddiaları doğrulayan Mine Tozlu Sineren’in anlattıklarından, aslında içi boşaltılarak batık duruma getirilen şirketlerin yeniden borsada işlem görür hale getirilmesi için yürütülen dümenlerde, ismi sayılan kişilerin nasıl bir rüşvet çarkı döndürdükleri, bunun ucunun nerelere uzandığı net bir şekilde görülüyor. Canlı yayında yaptığı konuşmada rüşvet vermeyen tek patron olduğunu söyleyen Sineren, “bunu yaşayan sadece ben değilim. Türkiye’de kaç tane borsa patronu varsa bunu yaşıyorlar” diyor. Mevcut rejim altında artık patronların önüne konan gerçek şu: “Vereceksin. Vermezsen ilerleyemezsin, durdururuz... Paylaşmak zorundasınız.”
Su testisinin su yolunda kırıldığı bu “mağduriyet” hikâyesi bir yönüyle rejimin beslendiği, güçlendiği, güçlendikçe derinleştirdiği vurgun, soygun, rant, kayırma, kendi suyuna gitmeyen herkesi yok olmaya sürüklediği bir sistemi, o sistemin karakterini özetliyor. Diğer yönüyle borsa adı altında sermayenin işçi ve emekçilerin cebindeki son kuruşa da nasıl göz diktiğini ortaya koyuyor. Sineren’in açıklamalarıyla, borsa mekanizmasının nasıl işlediği, halkın nasıl yolunduğu, küçük yatırımcıların satın aldığı hisselerden gelen milyonlarca liranın şirket patronlarıyla rüşvet çarkı içindeki diğer unsurlar arasında nasıl pay edildiği ortaya çıkıyor. Biraz birikimi olan insanlar ve hatta pek çok işçi bir parça gelir elde edeyim diye düşünürken, aslında nereye yatırım yaptıklarını bilmeden, üzerinde hiçbir denetim haklarının olmadığı bir şirkete yatırım yapıyorlar. Oysa bir şirketin %20’sini blok olarak kontrol eden bir patron tüm şirkete hükmediyor. Sonuçta halka açılma denen şey bu yolla eksik olan sermayenin toplanması ve yatırım yapılmasıdır. Şirketler hisselerini halka arz ederler, bu aslında insanların elindeki paranın borsa yoluyla sermayenin kasasına çekilmesinden başka bir şey değildir.
Tıpkı ifşası yapılan rüşvet çarkı gibi borsada da küçük yatırımcıyı ağa düşüren bir çark işliyor. Medyada borsayla ilgili çeşitli gruplar, yatırımcıyı çekmek, patronların hisselerinin değerini yükseltebilmek için haberler yapar. Borsada gerçekte hangi şirketin ne durumda olduğunu bilmeden, bu medya manipülasyonlarının da etkisiyle, küçük yatırımcı bu şirketlere para yatırır. Bu tip işleri yapan kişiler bunun karşılığında yüklü paralar alır. Para alamadıklarında ise tersi yönde haberler yaparlar. Nitekim rüşvet iddialarında borsada manipülasyon yapan Burak Taşçı’nın bu rolü üstlenen bir kişi olarak adı geçiyordu. Peker’in paylaşımlarının hemen ardından Hürriyet gazetesi jet hızıyla Burak Taşçı’nın tüm yazılarını internet sitesinden kaldırdı.
Sermaye sınıfının unsurları krizi fırsata çevirmeye çalışırken, Türkiye gibi ülkelerde özellikle Erdoğan rejimi içindeki fırsatçılara da önemli bir pay vermek zorunda kalıyor. Rüşvet iddialarıyla gündeme gelen ifşaatlar medyada bol bol tartışılırken milyonlarca işçi ve emekçinin borsada tüm bu fırsatçılar çetesi tarafından soyulması üçüncül bir mesele gibi algılanıyor, meselenin bu kısmına ancak geçerken şöyle bir değiniliyor. Bu son yaşananlar aslında borsa gerçeğine projeksiyon tutup, o alanda ne dolaplar döndüğünü çırılçıplak ortaya koyuyor. Üstelik son yıllarda gelecek kaygısı ile borsaya parasını yatıranların sayısı çok fazla artmış durumda. Birilerinin önerisiyle, gazetedeki köşe yazarının yalan haberleriyle, internette para banknotlarının üstüne oturan sanal figürlerin albenisiyle, bazen işyerindekilerin yönlendirmesiyle borsaya para yatıran işçiler günden güne artıyor. Bir ihtiyacını karşılamak için mağaza mağaza dolaşan, ürünün altını üstünü inceleyen bir emekçi, sıra borsaya geldiğinde, işin aslını bilmeden, önünü arkasını düşünmeden tüm parasını yatırabiliyor.
Reel ücretler düştükçe, hayat koşulları zorlaştıkça, yoksulluk derinleştikçe işçi ve emekçiler, onları daha da dibe götüren alternatiflere sarılıyor: Loto-toto, piyango, iddia, borsa... 2020 yılında 1,2 milyon kişinin borsada hisse senedi varken 2021 yılında borsaya para yatıranların sayısı ikiye katlanarak 2,4 milyona yükseldi. Hatta Nisan 2021’de borsa 2,7 milyonla zirveyi gördü. İşçiler ellerinde telefon, etraftan duydukları, medyadan takip ettikleriyle borsa uzmanı kesiliyorlar. Gün boyunca ağır bir işte çalışıp, gece de borsayı takip eden işçi sayısı hiç de az değil! Elde avuçta ne varsa yatırılarak başlanan borsa hikâyeleri kredilerle, borçlarla devam ediyor. Küçük birikimini ya da çektiği krediyi borsaya yatıran birisi artık günde 3-4 saatini doğrudan borsa piyasasını takip etmekle geçiriyor. Kaybettiğini gördüğünde bile yeniden yeniden bu işe girmekten kendini alıkoyamıyor. Ama bu sürecin içine girdiğinde psikolojisi değişmeye başlıyor. Kimi zaman bir bakanın tek bir sözüyle, kimi zaman ABD’ye çekilen restlerle hisseler ya düşüyor ya yükseliyor. Bazen yatırılan paralar dakikalar içinde buhar olup uçuyor. Hikâyenin devamı genellikle çok da iç açıcı bitmiyor: Psikolojik sorunlar, depresyonlar, boşanmalar, intiharlar...
Rüşvet iddialarında sermaye ile iktidar arasında kimin kimi nasıl ihya ettiği veya nasıl tezgâh kurduğuna bakıldığında en büyük tezgâhın işçi ve emekçilere kurulduğu ortaya çıkıyor. Kendi aralarında yaşadıkları sorunlardan “mağduriyet” çıkaran patronlar kitlelerin mağduriyetini başarı olarak görüyor. Sömürü çarkı sadece üretim alanında değil her alanda işlemeye devam ediyor. “Kurtuluşu” mücadele dışında arayan milyonlar sermayenin gönüllü kurbanlarına dönüşüyor. Bu çarkı durdurmanın yolu yaşananlardan, ortaya çıkarılan pisliklerden doğru sonuçları çıkarmak, sınıf tutumunu takınmaktır. Her yönüyle, her haliyle bir sömürü sistemi olan kapitalizmin çarkını kırmak için mücadele edenlerin yanında saf tutmaktan başka bir kurtuluş yolu yoktur!
link: Aylin Dinç, Bir Patronun “Mağduriyet” Hikâyesinin Ardındaki Gerçek Mağdurlar, 3 Eylül 2022, https://marksist.net/node/7742
Bir Torba Kemik, Bitmeyen Zulüm
Kapitalist Düzen Gıdalarımızı Bozuyor, Sağlığımızla Oynuyor