Latin Amerika ülkesi Kolombiya’da 19 Haziranda düzenlenen başkanlık seçimlerinin ikinci turunda sosyal demokrat bir programa sahip Gustavo Petro, yüzde 50,46 oy alarak ülkenin 60. devlet başkanı olmayı başardı. Eski bir gerilla olan Petro’nun faşist Rodolfo Hernandez’i geride bırakmasıyla ülke tarihinde ilk kez solcu bir aday başkanlık koltuğuna oturdu. Bu tarihsel gelişmenin geçtiğimiz yıllarda ülkeyi kasıp kavuran halk ayaklanmalarının ve devrimci durumun meyvesi olduğu bilinmelidir. Yine bilinmelidir ki Latin Amerika’nın diğer pek çok ülkesinde olduğu gibi Kolombiya’daki emekçilerin önünde de esas seçim halen tüm yakıcılığıyla duruyor: ya çürümüş kapitalist düzen ya devrim!
Petro’nun Latin Amerika için pek de ilginç olmayan bir arka plana sahip olduğunu vurgulamalıyız. 45 yıl önce 17 yaşındayken bir gerilla örgütü olan 19 Nisan Hareketine (M-19) katılan, ordudan silah çalınmasından evi ve işi olmayan aileler için mahalleler inşa edilmesine kadar çeşitli eylemler gerçekleştiren, işkenceden geçirilip tutsaklık yaşayan birisi… M-19 ile devlet arasındaki “barış” sürecinin ardından legal alanda siyasete katılan Petro, 1991 ve 1998’de milletvekili seçildi, 2006 ve 2010 yılları arasında Meclisin üst kanadı olan Senatoda görev aldı ve sonrasında ülkenin başkenti Bogota’nın Belediye Başkanlığını yürüttü. Petro, ABD’nin bölgedeki “ileri karakolu” olan ve köklü bir sağ geleneğin olduğu ülkede sol-sosyalist güçlerden sendikalara, kadın hareketinden yerli halklara, LGBT+ bireylerden çevre savunucularına kadar geniş bir cephenin, Tarihi İttifakın (Pacto Historico) adayı olarak başkanlık seçimlerine girdi. Toplumsal muhalefetin neredeyse tamamı İttifakın fiili bileşeni olmuştu.
Burada Petro’nun ikinci turdaki rakibi Hernandez’e ilişkin bir parantez açmakta da fayda var.[1] İkinci turda bütün sağcı parti ve hareketlerin arkasında birleştiği Hernandez, temsil ettiği ideolojik-politik arka plan sebebiyle haklı olarak “Kolombiya’nın Trump’ı” olarak adlandırılırken ülkenin en büyük emlak şirketlerinden birisinin de patronu! Venezuelalı kadınları “fakir çocuklar yapmak için bir fabrika” diye aşağılayan, bir röportajında “Büyük Alman düşünür Adolf Hitler’in takipçisi” olduğunu söyleyen Hernandez, son süreçte çektiği TikTok videolarıyla popülaritesini arttırdı. Bir zamanlar Belediye Başkanı olduğu Bucaramanga’da adeta kendisine bir imparatorluk kuran, adı yolsuzluklarla birlikte anılan Hernandez, eski hükümetin ayyuka çıkmış yolsuzluklarını “keskin bıçak gibi” bitirme vaadini yükseltmiş, hatta seçim grubunun adını “Yolsuzlukla Mücadele İdarecileri Birliği” olarak belirlemişti. Yolsuzluk suçlamalarıyla suçlanan bir yolsuzlukla mücadele adayı!
Kemer sıkma programlarını hayata geçireceğini ve güya yolsuzlukla mücadele için OHAL ilan edeceğini açıklayan Hernandez, Petro’ya karşı “sosyalizm öcüsü”ne başvursa da seçimlerden galip gelemedi. Ülkedeki 32 yönetim bölgesinden 18’inde en yüksek oyu elde eden Petro, sandığa giden yaklaşık 22 milyon 660 bin seçmenin 11 milyon 280 bininin oyunu aldı. Seçimlere katılım oranı 1998’den bu yana en yüksek seviyeye ulaşırken, Petro ülke tarihinin en çok oy alarak seçilen devlet başkanı oldu. Tarihi İttifakın ikinci koltuğa gösterdiği aday Francia Marquez ise ülkenin ilk Afrika kökenli kadın Başkan Yardımcısı oldu. Seçim sonuçları ülke için önemli bir dönemece işaret ediyor. Zira Kolombiya bugüne kadar sağın çeşitli tonlarından rejimler tarafından yönetilen, ABD’nin bölgedeki uydusu ve paramiliter çetelerin merkez üssü bir narko-devlet idi!
Narko-paramiliter bir devlet
İspanyolların, 1 Eylül 1541’de bölgeyi sözde keşfiyle birlikte yerli halklar köleleştirildi, zengin maden havzalarında ve tarım arazilerinde zorla çalıştırıldı. “Beyaz adam” o tarihlerden itibaren dünyanın daha pek çok bölgesinde olduğu gibi burada da her türlü kaynağı asırlar boyunca yağmalayarak Avrupa’ya taşıdı. Kapitalizm ilksel sermaye birikimini bu şekilde elde edip dünya sahnesine çıkarken Kolombiya gibi sömürgeleştirilen topraklarda dehşetli bir tablo oluştu. Adını, ülkeye hiç ayak basmamış olmasına rağmen Amerika’yı “keşfetmesiyle” ünlü Kristof Kolomb’dan alan Kolombiya’nın tarihi, bir bölgenin halklarının nesiller boyunca nasıl bitimsiz felâketlere sürüklendiğinin tipik bir örneğidir.[2]
İspanyol sömürgecilerin yerli katliamlarından bu yana Kolombiya’nın tüm tarihine çok sayıda işçi ve köylü katliamı, sayısız “faili meçhul” damgasını vurmuştur. Bugün de devam eden bu şiddet sarmalının en önemli halkasını oluşturan La Violencia (Şiddet) olarak adlandırılan dönemde (1946-1958) en az 200 bin insanın öldürüldüğü ve 2 milyondan fazla insanın göçe zorlandığı belirtiliyor. “Şiddet” döneminde esas olarak ülkedeki yoğun köylü nüfusa yaslanan ve toprak sorununu merkeze alan çeşitli gerilla hareketleriyle birlikte, pıtrak gibi anti-komünizm motivasyonlu paramiliter çeteler oluşmaya başladı. Büyük toprak sahiplerinin ve ABD’nin desteklediği bu faşist çeteler daha en baştan devlet destekli bir karaktere sahipti.
Bir yandan devletle gerillalar arasında 60 yılı aşan savaş, diğer yandan devlet destekli paramiliter çetelerin köylü katliamlarından grevci işçilere yönelik saldırılara, yerliler başta olmak üzere çeşitli toplumsal hareketlerin liderlerine yönelik suikastlara varana kadar ülkenin her bir karış toprağı bugüne kadar kanla sulandı. “Toplumsal hayatın her alanını boğan bu atmosfer, milyonlarca emekçinin Kolombiya’yı terk etmek zorunda kalmasına yol açmıştır. Dünyada en fazla sendikacı katliamının yaşandığı bu ülkede son on beş yılda 3 bine yakın sendika yöneticisi ve üyesi öldürülmüştür. Devletin paramiliter güçlerle birlikte işlediği bu cinayetlerle işçi sınıfına, yoksul köylülere ve öğrencilere gözdağı vermek istediği bu ülkede, on yıllardır CIA’in kitle pasifikasyonu programları eşliğinde korkunç bir devlet terörü uygulanmaktadır.”[3]
Kolombiya paramilitarizmin köklü bir geçmişe dayandığı, bugün dünyaya en çok profesyonel katil ihraç eden ülkelerden birisi! Gündelik yaşamın parçası haline gelen paramiliter saldırılar son başkanlık seçimlerinde ayyuka çıktı. Başkan Petro ve Başkan Yardımcısı Márquez seçim çalışmaları boyunca defalarca ölüm tehditleri aldı. Mitinglerini çelik yelekler giyerek, etrafları kurşun geçirmez kalkanlarla örülüyken yaptılar. Sadece yıl içinde 100’e yakın sosyalistin ve sendikacının, insan hakları savunucusunun ve yerli hareketi üyesinin faşist çeteler tarafından öldürüldüğü düşünüldüğünde bu önlemler abartılı bulunmayacaktır.
Bu paramiliter çetelerin önemli bir diğer işlevi ise Kolombiya’daki küresel uyuşturucu ticaretinin merkezinde olmaları! Orta Amerika’nın ikinci ve Latin Amerika’nın dördüncü büyük ekonomisi olan Kolombiya gelişmiş bir sanayi ülkesi değil ve adeta uyuşturucuyla ayakta duruyor. Kokain yıllardır ülkenin siyasi, toplumsal, ekonomik yapısının en önemli unsurlarının başında geliyor. Devletin uyuşturucu baronları ve paramiliter çetelerle iç içe geçtiği ülkede kokain üretiminde kullanılan koka ekinlerinin kapladığı alanın 2020 sonunda 245 bin hektara ulaştığı belirtiliyor. Üstelik koka plantasyonlarının yaklaşık yarısı milli parklar veya yerli rezervleri gibi korunan alanlarda! Kolombiya’da her yıl ortalama 1000-1300 ton kokain üretiliyor ve devlet destekli uyuşturucu baronları tarafından dünyaya ihraç ediliyor; buradan gelen paranın bir kısmı ülkedeki siyaseti fonluyor, geri kalan ise çeşitli şekillerde aklanıyor. Ülkedeki iç çatışmayı besleyen esas sebebi burada aramak gerekir. Zira Kolombiya dünyanın kokain laboratuvarıdır! Dünya kokain üretiminin yüzde 70’i burada yapılıyor, ABD’ye giren kokainin yüzde 90’ı bu bölgeden çıkıyor.
Geleneksel olarak, ordu, paramiliter güçler, sermayedarlar, toprak sahipleri ve uyuşturucu kartellerinin birbirleriyle kurduğu ilişkiler kombinasyonuyla şekillenen Kolombiya devletinin bir narko-devlete dönüşmesinin arkasında ise ABD emperyalizmi vardır. Sömürgecilik döneminin sona ermesinden bugüne ülkeyi nüfuz alanına dönüştüren ABD, kokain piyasasını daha en baştan eline geçirmiştir. Afganistan ve Meksika örneklerinde olduğu gibi ABD’nin bir narko-devlete dönüştürdüğü ülkede 1999 yılında devreye sokulan “Kolombiya Planı” neticesinde uyuşturucu üretimi yüzde 40 artmıştır. Üstelik ABD bu planı sözde uyuşturucu üretimini sona erdirmek adına devreye sokmuştu! Bu plan doğrultusunda Kolombiya asker ve polis gücü eğitilmiş, gerilla güçlerine karşı savaşta kullanılmış, neticede gerillalardan boşalan kırsal alanda kokain üretimi devletin, dolayısıyla ABD’nin eline geçmiştir. Kolombiyalı kartellerin milyarlarca dolarlık uyuşturucu parasının bizzat Amerikan bankacılık sistemi tarafından aklandığı da ispatlıdır.
2000’li yıllarda Kolombiya meclisindeki 10 vekilden 1’i uyuşturucudan sabıkalıydı, kokainle finanse edilen paramiliter güçlerin temsilcisi Alvaro Uribe’yi 2002’de iktidara bile getirdiler. Uribizm olarak bilinen bu hareketin siyasi temsilcileri bugün halen ülkede etkindir. Önceden Uribe’nin New York borsasında para aklayıcısı olarak çalışan eski Devlet Başkanı Ivan Duque’nin de paramiliter güçler ve uyuşturucu baronları tarafından desteklendiği dinleme kayıtlarıyla kanıtlanmıştır. Son başkanlık seçimlerine ise Duque’nin halefi olarak Federico Gutierrez girmiş, 5 milyondan fazla oyla Hernandez’in hemen ardında sıralanmıştır.
Petro’yu iktidara taşıyan değişim arzusu
Ekonomisi uyuşturucu üzerine kurulu olan, yoğun bir kırsal nüfusun bulunduğu 50 milyonluk bu Latin Amerika ülkesinde nüfusun yarısı sefaletin kucağında yaşıyor. Ayrıca her iki kişiden birisi kayıt dışı çalışırken her bin çocuktan 14’ü yetersiz beslenme nedeniyle ölüyor. Öte yandan Kolombiya, gelir uçurumunun en yüksek olduğu ülkeler sıralamasında kıtada başa oynuyor. Çoğunluğunun uyuşturucuyla resmi/gayri resmi bağlantısı olan Kolombiya burjuvazisi muazzam bir zenginlik içinde yüzüyor, nüfusun en zengin yüzde 10’u ülke gelirinin yüzde 40’ından fazlasını alıyor.
Hatırlanacaktır işte tam da böylesi koşullarda Kolombiya muazzam bir patlamaya sahne olmuştu. 2019’da Duque hükümetinin saldırı yasalarına karşı 1 milyon işçi genel greve çıkmış, hemen arkasından yoksulluğa, eşitsizliğe, adaletsizliğe ve faşist teröre karşı ülke geneline yayılan protestolar yaşanmıştı. Bu, 1980’lerden bu yana görülen en kitlesel eylemdi. Bir buçuk yıllık aranın ardından Duque’nin yeni bir saldırısına da “nerede kalmıştık” diyerek yeniden isyanla cevap verdi Kolombiyalı emekçiler! KDV ve akaryakıt zammına karşı başlayan protestolar, pandemiyle birlikte iyice artan ülkedeki gelir eşitsizliğini ve devlet terörünü hedefe almıştı. Çünkü bu süreçte sağlık sistemi çökmüş, 3,5 milyon insan daha yoksulluk çukuruna itilmiş, devlet terörü azdırılmıştı. Hükümetin olağanüstü hal tehditlerine, tanklarına, helikopterlerine, otomatik silahlarına karşı Kolombiya işçi sınıfı ayağa kalkmıştı. Ülkede devrimci bir durum oluşmuş; narko-paramiliter devletin azgın terörüne, onlarca insanın öldürülmesine rağmen geri adım atılmamıştı. “Fakirlere ekmek yoksa zenginlere huzur yok” sloganı bu isyanla özdeşleşmişti.[4]
İşte “değişim” vaadini dillendiren Petro’yu zafere taşıyan bu toplumsal hareketin artçı dalgasıdır. Bir önceki başkanlık seçimlerine de katılan ve 4 milyon 850 bin oy alan Petro’nun son seçimlerde oyunu 11 milyonun üzerine çıkarması başka türlü okunamaz. Onyıllardır kanlı bir iç savaşın yaşandığı Kolombiya’da 2016’da FARC ile devlet arasında imzalanan “barış”la birlikte silahlar kısa süreliğine de olsa susmuştu. FARC, devletin “barış” komplosuyla adeta felç edilse de toplumsal, sınıfsal, ekonomik sorunlar ve çelişkiler tüm çıplaklığıyla görünür olmuştu. Gözler bir kez aralanınca da değişim arzusu toplumsal bir karaktere bürünmüştü. Lakin devrimci önderliğinden yoksun Kolombiyalı emekçiler bu arzuyu hayata geçirememiş, ayaklanma geri çekilmişti.
Bugün görüyoruz ki Kolombiyalı emekçiler “değişim” istemekten geri durmayarak, şimdilik bunu Petro’nun başarabileceği zannıyla onu iktidara taşımıştır. Üstelik değişim arzusunun Kolombiya’nın ötesine taşarak Latin Amerika’nın genelinde kendisine yeniden alan bulduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır.
Latin Amerika devrimci önderliğini arıyor
2000’li yıllar Latin Amerika’da kapitalist saldırılara karşı toplumsal mücadelenin yükseldiği, devrimci durumların oluştuğu bir dönem olmuştu. SSCB’nin çökmesi üzerine dünya burjuvazisinin zafer sarhoşluğu yaşayarak girdiği milenyum, kıtada kitle hareketi dalgasıyla açılmıştı. Ancak ne yazık ki devrimci önderliklerinden yoksun kıtanın talihsiz emekçileri oluşan nesnel durumdan yararlanamamış, iktidara reformist sol parti ve liderler oturmuştu. 1999 yılında Venezuela’da reformist solun iktidara gelişi sırasıyla Şili’den Arjantin’e, Brezilya’dan Bolivya’ya, Honduras’tan Nikaragua’ya, Ekvador’dan Uruguay’a, Paraguay’dan El Salvador ve Peru’ya sıçradı. Chávez’ler, Nestor’lar, Lula’lar, Morales’ler, Ortega’lar, Mujica’lar… Devrimci kitle hareketi dalgasının üzerine oturan reformist solun çeşit çeşit bileşimi 2010 yılına kadar Latin Amerika’nın yaklaşık üçte ikisinde “sosyalizm” diyerek iş başına gelmişti.[5]
Bu süreç ve örnekler kimilerince “Yeni Sol” veya “21. Yüzyıl Sosyalizmi” olarak adlandırılmış, buradan hareketle devrimci önderlik anlayışının eskidiği, bu yeni sözde sosyalizm örneklerine odaklanmak gerektiği muştulanır olmuştu. Oysa olup biten bunun tersiydi, bu reformist sollar kitlelerin enerjisini emip onları yatıştırmaktan başka hiçbir rol oynamadılar. Fırsat kaçtı, devrimci kabarmalar geri çekildi. Hatta Arjantin gibi kimi örneklerde görüleceği üzere umudu kesen kitleler kendilerine “güvenli liman” olarak sunulan sağa, hatta faşist hareketlere doğru savruldular.[6]
Sıklıkla vurguladığımız gibi Latin Amerika, 2018’den bu yana yeniden domino taşı misali birbiri ardına patlak veren isyanlarla gündeme geliyor. Şili, Brezilya, Peru, Bolivya, Haiti, Ekvador, Arjantin, Meksika ve Kolombiya… Bölgede halk isyanlarının, genel grevlerin, kitlesel protestoların ve hatta devrimci durumların uğramadığı ülke neredeyse yok. Bolivya’da Arce, Peru’da Castillo, Honduras’ta Castro, Şili’de Boric derken şimdi de Kolombiya’da Petro, yeni dönemin reformist sol iktidarları olarak karşımıza çıkıyor. Ekvator hâlihazırda büyük bir isyana sahne olurken Brezilya’da Ekim ayında yapılacak seçimlerde sağcı Jair Bolsonaro’ya karşı aday olması muhtemel solcu eski Devlet Başkanı Lula iktidar için gün sayıyor. Latin Amerika adeta bir döngüye girmiş durumda!
Güneşin altında yeni bir şey yok. 2000’lerde olduğu gibi bugünün reformistlerinin de kitlelerin değişim arzusuna cevap verebilmeleri; bıraktık sosyalizmi ciddi dönüşümler gerçekleştirmeleri mümkün değildir. Üstelik bugünün Latin Amerika’sında işbaşına gelen reformist sol, 2000’lerin Chávez’lerine nazaran bile daha merkezci, ABD ile ilişkilerde daha ılımlı ve uzlaşmacı! Mesela Petro da zafer konuşmasında “Kolombiya’da kapitalizmi geliştirmeyi” vaat ederken ABD’ye karşı hiçbir çıkış yapmadı, aksine “yeni bir dostane ilişkiden” söz etti. Ertesinde de ABD Başkanı Biden ile görüştü.
Şili’de geçmişin öğrenci liderlerinden bugünün devlet başkanı Boric’i görüyoruz; Şili’de öğrenci protestolarına polis saldırıları gerçekleştiriliyor, yerli örgütleri terör örgütü ilan ediliyor. Kanada’ya giden Boric nasıl bir zenginliğe sahip olduklarını söyleyip Kanadalı vampirlerden ülkesine yatırım yapmalarını istiyor. Boric’i gördüğümüz gibi Petro’yu da göreceğiz. Herkese temel gelir sağlanması, vergi reformu, kolluk kuvvetlerinin yeniden yapılandırılması, 2026’ya kadar herkesin internet erişimine kavuşması, kadınlar ve yerli halklar için eşitlikçi politikalar, tarım reformu ve FARC ve ELN gibi gerilla hareketleriyle kalıcı bir barışın tesisi… Muazzam bir çıkışsızlığın yaşandığı, ABD ve devlet destekli narko-paramiliter çetelerin cirit attığı, ordunun sürekli darbe tehditleri savurduğu ülkede 7 Ağustosta görevi devralacak Petro’nun (eğer alabilirse!) bu adımları kolayına atabilmesi mümkün değildir.
Üstelik parlamentoda yeterli çoğunluğa ulaşamadığı için attığı her adımda diğer partilerin kapısını çalmak zorunda kalacağı da düşünüldüğünde Petro iktidarı için bu daha fazla taviz ve daha fazla sağa kayış olasılığı demektir. Daha da ötesini vurgulayacak olursak, Kolombiya derin bir siyasi yarılmanın yaşandığı Venezuela üzerinden “sosyalizm öcüsünün” üzerinde tepinilen bir ülke. Petro’nun seçim sürecinde bile kara propaganda aygıtları son sürat çalıştı; Petro’nun eski gerilla kimliği öne çıkarıldı, ülkeyi iç savaşa ve kaosa sürükleyeceği söylendi, sosyalistlerin sokağa ineceği korkusu yayıldı. Kitlelerin böylece “güvenli limana” yani sağa, ırkçı-faşist hareketlere meyletmesi istendi. Bu aygıtların önümüzdeki süreçte nasıl çalışacağını, karanlık ellerin ülkeyi nasıl bir toplumsal iklime sürükleyeceğini hep birlikte göreceğiz. Zira biliyoruz ki devrimci umut örgütlenemediği takdirde umutsuzluk hali gerek tarihsel gerekse de güncel tüm örneklerde görülebileceği üzere ırkçı, faşist hareketleri iktidar koltuğuna taşımıştır.
Kolombiya’da Petro’nun seçim zaferi önemlidir; ancak bu Petro’nun kitlelerin değişim isteğine cevap verebilme potansiyeli açısından değil, Kolombiya gibi bir ülkede kitle hareketinin geldiği aşamayı somutlaması bakımından önemlidir. Kolombiya’da ve bir bütün olarak Latin Amerika’da giderek sertleşen sınıf mücadelesinin seyri döne döne aynı şeyi ortaya koyuyor, döne döne devrimi hatırlatıyor! Doğan devrimci durumların devrime ilerleyebilmesinin kilit koşulunun, devrimci bir önderliğin eksikliği ise çağımızın en temel sorunu olarak insanlığın önünde duruyor.
[1] Mayıs ayı sonunda yapılan seçimlerin ilk turunda eski devlet başkanı Ivan Duque’nin halefi sağ görüşlü Federico Gutierrez ve “Kolombiya’nın Trump’ı” olarak adlandırılan Rodolfo Hernandez’e karşı yarışan Petro oyların yüzde 40,32’sini alarak birinci olsa da hiçbir aday yüzde 50’nin üzerinde oy alamadığı için seçimler ikinci tura kalmıştı.
[2] Ayrıntılı bilgi için bakınız: Serhat Koldaş, Kolombiya Devleti Gerillalarla Müzakere Masasına Oturuyor, Kasım 2012, marksist.com
[3] İlkay Meriç, Kıtadaki İsyan Dalgası Kolombiya’yı da İçine Aldı, Aralık 2019, marksist.com
[4] İlkay Meriç, Kolombiya: “Fakirlere Ekmek Yoksa Zenginlere Huzur Yok”, Mayıs 2021, marksist.com
[5] Ayrıntılı bilgi için bakınız: İlkay Meriç, Latin Amerika: Sevinç Fırtınalarının Gölgede Bıraktıkları, Ocak 2007, marksist.com
[6] Ayrıntılı bilgi için bakınız: Levent Toprak, Latin Amerika Dersleri, Aralık 2018, marksist.com
link: Yılmaz Seyhan, Kolombiya’da Petro’nun Zaferi ve Bekleyen Tehlikeler, 4 Temmuz 2022, https://marksist.net/node/7689
Emperyalist Egemenlerin İkiyüzlülüğü
Kürtaj ABD’de Artık Anayasal Bir Hak Değil!