Yıllar önce dillendirilen “Türkiye’yi Avrupa’nın Çin’i yapacağız” söylemi siyasi iktidarın emeğe yaklaşımını özetler nitelikteydi. İşgücünün her geçen gün ucuzlaması neredeyse Türkiye’yi Hindistan, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerle yarışır duruma getirdi. Ucuz işgücü cenneti mertebesine erişen Türkiye, dünyada sadece bununla tanınmıyor elbette. Çalışma koşullarının elverişsizliği, iş güvenliği önlemlerinin alınmaması, gerekli denetimlerin yapılmaması, doğanın ve doğal kaynakların talan edilmesinde bir engel bulunmaması gibi faktörler Türkiye’yi yabancı sermaye için cezbedici hale getiriyor. Özellikle AB ülkelerinin sermayesinin nemalandığı bu durum, yerli sermayedarların da iştahını kabartıyor.
Bilindiği üzere Türkiye 2012’den itibaren Avrupa’dan tonlarca çöp ithal eden bir ülke. Doğada çözünmeyen plastik ve benzeri atıkların sözde geri dönüşüm amacıyla alınıp, suyun, toprağın, havanın kirletilmesi pahasına kâra dönüştürülmesi işlemi yıllardır sürdürülüyor. Benzer bir durum da gemi söküm sektöründe yaşanmakta. Avrupa’nın tonlarca çöpü nasıl Türkiye’ye getiriliyorsa, aynı şekilde Avrupa’nın kullanılamayan yani “çöp” olan gemileri de sökülmek üzere Ege kıyılarına yanaşıyor. Türkiye burjuvazisi gelen hurda gemilere büyük bir iştahla kollarını açmış durumda. Peki, bu hurda gemiler burjuvaziye devasa kârlar getirirken işçi sınıfına ne getiriyor?
Gemi sökümü, 20-30 yılın ardından kullanım ömürlerini tamamlayan gemilerin özellikle metal aksamlarının parçalanarak yeniden üretim sürecine dâhil edilmesidir. Tankerler, kuru yük gemileri, savaş gemileri, kruvaziyerler gibi devasa boyutlardaki gemilerin parçalanması işlemi uzun yıllardır yapılmaktadır. Gemi söküm faaliyeti 1970’lere dek Amerika ve Avrupa ülkelerinde yapılmasına karşın, gelişmiş kapitalist ülkeler 1970’ten sonra bu sektörü tıpkı diğer emek yoğun sektörlerde olduğu gibi Asya ülkelerine kaydırmayı tercih ettiler. Bu tercihin altında yatan sebep, yoğun emek gücüne dayalı bu sektörde işçi sağlığı ve güvenliği ile çevrenin zarar görmemesi için alınması gereken önlemler konusundaki mevcut standartların maliyetleri arttırmasıdır. Yani yasal tüm prosedürler kapitalistlerin kârlarını azaltacak, sektöre olan iştahlarını kaçıracaktır. Dolayısıyla Avrupa sermayedarları astarı yüzünden pahalıya gelen bu sektörü, tıpkı çöp meselesinde olduğu gibi başka kapıya süpürmek istemiştir. Diğer yandan Çin, Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Türkiye gibi ülkeler için de söz konusu sektörün diğer sektörlere nazaran daha az sermaye yatırımı gerektirmesi, daha ziyade emek gücüne dayalı bir sektör oluşu muazzam bir kâr kapısı anlamına gelmektedir. Kaldı ki bahsedilen iş güvenliği ve çevre koruma önlemlerinin alınmasının bu gibi ülkelerde pek bir kıymeti yoktur. Bu ülkelerde yasal mevzuat kolaylıkla delinebilmekte, örgütsüz işçiler kötü çalışma koşullarına razı gelmekte, dolayısıyla sömürü mekanizması tıkır tıkır işletilebilmektedir.
OECD ülkeleri içinde tek gemi sökümü yapan ülke olan Türkiye’de resmi olarak gemi sökümü yapan 22 şirket bulunmakta ve bunlar İzmir Aliağa’da faaliyet göstermektedir. Bunlar dışında Yalova tersanelerinde de gemi sökümü yapıldığı bilinmektedir. İlk başlarda diğer ülkelere oranla sektörde en düşük sayıda söküm yapan ülke konumunda olan Türkiye, 2019 itibariyle dünyada ilk üçe yükselmiştir. 2020 yılında resmi kayıtlara göre sökülen gemi sayısı 108 iken sonraki yılın ilk altı ayında 60 gemi söküldüğü ve kayıt dışı sökümlerin de yapıldığı bilinmektedir. Nitekim Gemi Sanayicileri Derneği Başkanı pandemi sürecinde yaptığı açıklamalarda Türkiye’nin her şeye rağmen sektörde dünyada bir numaraya yükseldiğini sevinçle ilan ediyordu. Pandemiyle birlikte kullanılmayan ve hurdaya ayrılan gemilerin sayısında artış yaşanmış ve sektör sadece Türkiye’de değil dünya çapında bir büyüme yaşamıştır. Her yıl ortalama 1250 büyük gemi hurdaya ayrılmakta, bu da yılda yaklaşık olarak 30 milyon ton ağırlığında gemi ölüsüne tekabül etmektedir. İşte bu ölü gemiler patronlara yüz milyonlarca dolar kazandırırken, işçilere ve çevreye geri dönüşü olmayan zararlar vermektedir.
“Yeşil endüstri”
Gözlerinizi kapatıp “yeşil” imgesini hayal ederseniz, zihninizde ilk olarak özlemini duyduğunuz doğadan muhteşem manzaralar canlanacaktır. Peki ya yeşil endüstri, yeşil teknoloji, yeşil perspektif, yeşil kapitalizm… Bunlar, sermayenin büyümesi için gerekli yatırımların yapılması, teşviklerin alınabilmesi için tasarlanmış; toplumun gözüne şirin görünmek için kapitalistlerin uydurduğu masallardır. Yine benzer bir ifadeyle “geri dönüşüm” de kulağa hoş gelen terimlerden biri. Geri dönüşüm son derece masumane, doğa dostu, dünyanın ve canlıların hayatına olumlu etkide bulunacak işlemler getirir akıllara. Çünkü aslında geri dönüşüm, yeniden değerlendirilebilme olanağı olan maddelerin işlenmesiyle daha az enerji ve su tüketimi ile kaynakların etkin kullanımını sağlarken aynı zamanda doğanın kirlenmesinin de önüne geçmek anlamına gelir. Gemi sökümü endüstrisi de literatürde “yeşil endüstri” olarak adlandırılmakta ve sermaye çevreleri tarafından geri dönüşüm işlemi bağlamında doğaya katkı sunduğu iddia edilmektedir. Öyle ya, sonuçta “yeşil endüstri” daha az enerji tüketimi, daha az çevre kirliliği demektir!
Fakat atlanmaması gereken şudur ki, kapitalizm altında olumlu anlamıyla ne geri dönüşümden ne de doğadaki yeşilin, sarının herhangi bir tonundan bahsedilebilir. İnsanlığın, doğanın ve doğadaki canlıların geleceği söz konusu olsa bile kapitalistler için varsa yoksa doların yeşili, altının sarısı! Dolayısıyla hurda gemilerin geri dönüşümünün “yeşil endüstri” güzellemeleriyle pazarlanması riyakârlıktan başka bir şey değildir.
Sökülen gemiler tükenen ömürler
Başta belirtildiği üzere gemi sökümünün AB ülkelerinde yapılmamasının temel sebebi çevresel standartlara uygun yapıldığında maliyetli bir işlem oluşuydu. Temel olarak sökülecek geminin suya temas etmeyecek şekilde, yaşam alanlarından izole biçimde işleme alınması gerekir. Buna karşın hem Güney Asya ülkelerinde hem de Türkiye’de gemiler karayla, havayla ve suyla temas halinde elle sökülmektedir. Bu nedenle gemi sökümü sırasında söylenenin aksine çevre, geri dönüşü olmayan bir biçimde zarar görür. Söküm işlemi sırasında ortaya çıkan zararlı maddelerin başında, özellikle yalıtım için kullanılan asbest ya da bilinen diğer adıyla amyant gelmektedir. Bunun dışında poliklorlu bifenit, kloroflorokarbon gazları, tributiltin gibi maddeler, kurşun, krom, kadmiyum gibi ağır metaller ve atık yağlar yaşam alanlarına zehir saçmaktadır. Havaya, suya ve toprağa karışan bu maddelerin özellikle asbestin, asbestozis, akciğer zarı kanseri, gırtlak kanseri gibi ölümcül hastalıklara neden olduğu kanıtlanmıştır.
1980 yılında Dünya Sağlık Örgütünün asbestin ölümlü hastalığa yol açtığını kesin bir şekilde ortaya koymasının ardından 1990’lı yıllarda Avrupa’da asbest üretimi yasaklandı. Bu yasağın Türkiye’de uygulamaya konması zaman aldı ve 2010 yılında asbest üretimi yasaklandı. Fakat bu yasak, bu tarihe kadar üretilen ve hayatın hemen her alanında kullanılan asbestin etkilerini yok etmeye yetmiyor ne yazık ki. Asbestle üretilmiş ürünlerin tamiri, bakımı, onarımı esnasında asbestin neden olduğu olumsuz etkiye tekrar maruz kalınmaktadır. Gemi sökümü de asbest yayma konusunda tescilli en büyük sektör konumundadır. Uzmanlar tarafından özellikle Aliağa gemi sökümde çalışan işçilerin kansere yakalandıkları ve bu durumun sadece çalışanları değil yakın çevrede oturanları, hatta rüzgâra bağlı olarak ilerleyen yıllarda Foça, Menemen gibi yerleşim bölgelerini de etkileyeceği söylenmektedir.
İnsan sağlığı için risk oluşturan bu zehirli kimyasalların gemi sökümü işinde çalışan işçiler için ne anlama geldiği çok açıktır. Maliyetleri düşürmek için azgın bir sömürü hırsıyla çalışmaya mahkûm edilen işçiler sadece etkileri sonraki dönemde görülecek olan bir zarara maruz kalmıyorlar. Aynı zamanda pek çok ölümlü iş kazası yaşıyor ya da iş kazası tehlikesi ile burun buruna çalışıyorlar. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından tehlikeli işkolu sayılan gemi sökümü sektöründe işçilerin çalışma koşullarında hiçbir iyileştirme yapılmıyor, işçiler iş güvenliği tedbirleri olmadan, son derece sağlıksız ve tehlikeli koşullarda çalışıyorlar. Tozdan bile koruyamayacak olan bez maskelerle, yetersiz beslenmeyle uzun saatler boyunca çalıştırılıyorlar. Çoğu işçi kayıt dışı ve sözleşmesiz olarak çalıştırılırken, uzmanlık ve mesleki bilgi gerektiren işlerde hiçbir eğitim verilmeden çalıştırılan işçiler kâğıt üzerinde “uzman” olarak gösteriliyorlar. Örneğin doğrudan asbeste maruz kalınan bölümlerde çalıştırılan deneyimsiz işçiler “asbest söküm uzmanı” olarak gösteriliyor. Kısacası her türlü insanlık dışı koşula maruz bırakılan işçilerin bunun karşılığında düşük ücretlere boyun eğmesi bekleniyor. Uzun yıllardır kötü çalışma koşulları dayatılan gemi söküm işçileri ilk kez Şubat 2022’de sefalet ücretine ve kötü çalışma koşullarına “yeter” diyerek greve çıktı. Yaklaşık 2000 gemi söküm işçisi İzmir Aliağa’da 11 gün boyunca iş durdurarak tepkisini ortaya koydu. İşçilerin ücretlerinin yükseltilmesi talebi şimdilik karşılanmasa da firma sahipleri elden ödedikleri maaşları bankaya yatırmayı kabul etmek zorunda kaldılar. Aliağa’da gerçekleşen bu grev, onyıllardır ölü gemilerin arasında ölü bir sessizlikle çalışan işçilerin koşullarını değiştirmek için bir adım atmaları ve işçilere, ailelerine ve canlılara yaşamı zehir eden sermaye sahiplerini teşhir etmeleri açısından önem taşımaktadır.
Sonuç olarak ister gemi sökümü olsun ister altın madenleri, ister İkizdere olsun ister Salda Gölü… Sermayenin ihya edilmesine dayalı her türlü çalışma işçilere, doğaya ve canlılara zarar veriyor. Yeri geldiğinde “dış mihraklar” olan uluslararası sermaye, söz konusu rant olunca “yerli”siyle birlikte baş köşeye buyur ediliyor. Kapitalist sistemin bekası için feda edilen insanlığın bekasıdır. Bu gerçeklik gün geçtikçe kendini daha sert bir biçimde göstermektedir. Dolayısıyla bugün dünya işçilerinin önünde duran en acil görev kapitalizme karşı topyekûn bir mücadeleden başka bir şey değildir.
link: Başak Güler, “Ölü Gemiler” Ölüm Getiriyor, 15 Haziran 2022, https://marksist.net/node/7670
Umudu Sensin Baharımın
Önyargılar Dünyasından O Büyük Kurtuluşa!