Son dönemde sağlık alanında Tabip Odası ve sendikaların çağrısını yaptığı ve ekseriyetle devlet hastanesi ve aile sağlığı merkezlerinde (ASM) çalışan memur kadrosundaki sağlık işçilerinin katılım gösterdiği çeşitli eylemler ve grevler gerçekleşiyor. Bu süreçte, özellikle büyük kentlerde, aciller dışında sağlık hizmetinin yaygın olarak durduğu görülüyor. Bunların arasında 14 Mart grevi için, ’80 sonrasında sağlık alanındaki en önemli grevlerden biriydi denilebilir. Çok sayıda sağlık örgütünün[1] çağrısıyla gerçekleşen iki günlük grevde, mücadelenin çok geri olduğu devlet hastanelerinde bile kapsamlı iş bırakmalar ve eylemler gerçekleşti.
Bu eylemlere katılımı güdüleyen faktörler arasında; azalan alım gücü, kötü koşullarda yoğun çalışma, sağlık çalışanlarının ve özellikle hekimlerin rejim tarafından itibarsızlaştırılması, sağlık çalışanlarına yönelik artan ve cezasız kalan şiddet eylemleri gibi giderek biriken sorunların yanı sıra diğer sektörlerde yükselen işçi eylemlerinin sağlık işçilerini de etkisi atına alması sayılabilir. 14-15 Mart grevine özgü olarak özellikle hekimler açısından grevin 14 Mart Tıp Bayramına denk gelmesi bir moral etki yaratmış, ek olarak ülke dışına göç eğilimine yönelik Erdoğan’ın söylediği “gidiyorlarsa gitsinler”, “asistan doktorlarla devam ederiz” sözü hekimleri öfkelendirmiş ve greve katılımın artmasına yol açmıştır. Yoğun katılımın da etkisiyle, grevin birinci gününde hükümet, 14 Mart’ı kutlamanın yanında alttan alan bir tonla iyileştirme vaatlerinde de bulunmuştur (bu vaatlerin hiçbiri henüz gerçekleşmedi). Ayrıca son dönemde kurulan yeni hekim sendikalarına hekimlerin ilgisi grevlere katılımı arttırmıştır. Ancak 6-7 Mayıs, 17-18 Mayıs ve 26-27 Mayısta sadece bu üç sendikanın çağrıda bulunduğu grevler sağlıkçılarda anlamlı karşılık bulmamıştır. Bu durum, sağlık çalışanlarının örgütlerinin birlikte hareket etmesinin önemini gösteriyor.
Özel hastanelerde gerçekleşen kayda değer bir diğer eylem ise 1 Nisanda Tabip Odasının çağrısıyla Covid-19 salgınında ölen sağlık emekçileri için yapılan anmaydı. Acıbadem Hastanesi, Başkent Üniversitesi, Or Ahayim Musevi Hastanesi, Fransız Lape Hastanesi, Memorial Şişli Hastanesi, Central Hospital gibi pek çok özel hastaneden az da olsa katılımlar gerçekleşti. Özel hastanelerde Covid’den ölen sağlıkçıları anmak, genel olarak hastane idarelerinin onay verdiği ve işçi ile patronu doğrudan karşı karşıya getirmeyen eylemler olup sağlık çalışanlarının daha rahat katıldığı eylemlerdir. Bu sayede diğer eylemlere katılamayan özel sektör sağlık işçileri de aktive olabilmiştir. Bu katılımlar özel hastanelerde var olan hoşnutsuzluğun önemli bir dışavurumudur ve işçi hareketinde yükselen rüzgârın özel hastaneleri de önüne katma potansiyelinin göstergesidir.
Sağlık alanındaki örgütlülükler
Sağlık alanında son dönemde öne çıkan ve dinamik eylemlere imza atan kesimin aile hekimleri olduğunu söyleyebiliriz. Sağlık Bakanlığının aile sağlığı merkezlerinde çalışan hekimlerin çalışma koşullarına yönelik saldırılarının yoğunlaşarak artması, bu hekimleri örgütlenmeye sevk etmiştir. Bu yüzden söz konusu alanda çok sayıda dernek ve federasyon kurulmuştur. Miting, grev, angarya nöbetlerini boykot gibi eylemlerle aile hekimleri bir süredir sağlık alanının en dinamik unsurlarıdır. ASM’lerde hizmet verenler son derece iç içe çalışmakta olup herhangi bir çalışanın hatası maaş kesintisiyle sonuçlanmaktadır. Sağlığın bir ekip işi olduğunu en çok hisseden bu grup birbirine göbekten bağlıdır. Bu sebeple de ASM’lerdeki eylemlerde talepler daha rahat bir şekilde ortaklaştırılmaktadır.
Bunları, 2018 seçimleri öncesinde kadroya alınan taşeron sağlık işçileri takip etmektedir. Genel seçim öncesine denk getirilen bu hamle aslında salt bir seçim yatırımı veya burjuvazinin lütfu olmayıp, o dönemde Türkiye genelindeki örgütlenme ve sendikalaşma mücadelesinin de bir meyvesiydi. Ancak bu işçilerin çoğu bugün hastane idarelerinin yönlendirmesiyle Hak-İş’e bağlı Öz-Sağlık-İş sendikasına bir nevi zorunlu üye yapılmış durumda. Çoğunlukla hükümetle uyum içerisinde yol alan ve 185 bin kadar üyesi olan bu sendika, mücadele konusunda işçilerin zaten düşük olan beklentilerini bile karşılamıyor. Bazı hastanelerde bu durum tabandan mücadeleyle kırılmaya çalışılsa da çoğu hastanede temsilciler başhekimlik tarafından belirleniyor, hatta seçim sandığı bile kurulmuyor. Kadroya alınma sürecinin dışında tutulmuş olan ve taşeron firmada devam eden yemekhane işçileri vb. de bugün farklı kentlerde kadro talebini yükseltiyor, sendikalaşma arayışına giriyorlar.
Sağlık çalışanlarının ana gövdesini oluşturan kamu çalışanı sağlıkçıların örgütlülükleri ise oldukça zayıflamış durumda. Bunda temel faktör, rejimin türlü saldırılarının yanı sıra, kamu çalışanlarına ait sendikaların halen yasal grev ve toplusözleşme hakkının bulunmamasıdır. 2010’da çıkarılan yasadan beri “toplu görüşme” adı altında yetkili (ve devlet güdümündeki) sendika hükümetle görüşmeler yapmakta ve bu görüşmeler her yıl enflasyonun çok altında ücret artışlarıyla sonuçlanmakta. Sağlık çalışanları bir anlamda bu devlet güdümlü sendikalara mahkûm edilmiştir, çünkü bugüne kadar devlet kurumlarındaki mücadelede önemli yer tutan Tabip Odaları ve SES (Sağlık Emekçileri Sendikası) ciddi biçimde güç yitirmiş durumdadır. Bunun temel sebebi devletin çok boyutlu saldırıları, fiili ve hukukî engellemeleri olsa da özellikle SES’in (ve KESK’e bağlı diğer sendikaların) izlediği bazı hatalı tutumlar da güç yitimini hızlandırmıştır.
Oysa SES, 1990’larda militan mücadelelerle kurulan ilk kamu sendikası KESK’in kuruluşundaki en güçlü unsurdu. Fakat mücadelenin ülke genelinde geri çekilmesi, rejimin artan baskısı ve sendikal alanda yapılan bazı yanlışlar nedeniyle üye sayısında erime oldu. Maalesef bugün sağlık çalışanlarının önemli bir bölümü, AKP iktidarının SES’e ve Tabip Odalarına yönelik ideolojik saldırılarının etkisi altında kalıp bu kurumlardan uzak durmaktadırlar. İktidarın önünü açtığı Memur-Sen’e bağlı Sağlık-Sen en çok üyeye sahip sendika olup yetkili sendika durumundadır.[2] Üyelerinin idare tarafından tayin/terfisinin kolaylaştırılmasıyla, koşulları daha iyi birimlerde çalıştırılmasıyla, çeşitli şirketlerle indirim anlaşmaları, TOKİ üzerinden ev sahibi olmak gibi kampanyalarla üye kazanan Sağlık-Sen, göbekten bağlı olduğu siyasi iktidarın hiçbir yanlışını eleştirmemektedir. Yani gerçekte bir sendika vasfını pek çok açıdan taşımamaktadır. Tam da bu yüzden son dönemlerde bu sendikaların tabanında hoşnutsuzluk yükselmeye başlamış, üyelikten istifalar, temsilcilerden beklentiler ve sendika yönetiminin sorgulanması artmaya başlamıştır.
Hastane idareleri mücadele eden ve hatta sadece mücadeleci sendikanın üyesi olan sağlık emekçilerini yıldırmak amacıyla farklı baskı ve mobbing yöntemleri uygulayagelmiştir. Farklı birimlere veya kurumlara göndermek suretiyle sürekli yer değiştirmeler, düşük ek ödemeli veya dezavantajlı birimlere görevlendirmeler, koşulları rahat veya amir pozisyonunda görevler verilmemesi gibi uygulamalarla sağlık çalışanları mücadeleden uzak tutulmaya çalışılmaktadır. KHK ile gerçekleşen ihraçlar bir diğer korku aracıdır.
Sendikaların yanı sıra öteden beri hekimler arasında güçlü olan bir diğer örgütlülük ise Tabip Odalarıdır. Özel sektörde hekimlerin zorunlu, devlette ise gönüllü olarak üye olduğu Tabip Odalarında özellikle büyük şehirlerde yönetimleri, iktidara muhalif, çoğunluğu emek, demokrasi ve ezilen halklardan yana gruplar almakta ve iktidara yakın gruplar azınlıkta kalmaktadır. Bu nedenlerle Tabip Odaları tıpkı Barolar gibi iktidarın hedefindedir.
Bunlara yeni kurulan hekim sendikalarını da eklemek gerekir. Türkiye yasalarına göre meslek sendikası açılamıyor, sadece işkolu sendikası açma izni var. Dolayısıyla isminde “hekim”, “hemşire” vb. olsa bile (örneğin Hemşireler ve Tüm Sağlık Profesyonelleri Sendikası (HEP-SEN), Hekim-Sen vd.) o işkolundaki tüm işçiler bu sendikalara üye olabilir. Ancak sendika kurucuları ve aktivistleri şimdilik adı geçen meslek grubunun çıkarlarını önceleyerek çalışma yürütüyor ve bunu üye kazanırken özellikle vurguluyor. Aktivistler diğer sağlık çalışanlarına karşı irrite edici bir dil kullanabiliyor. Bu sendikaların çoğu siyasi olmamakla övünürken siyasi iktidarla randevulaşıyor, Anıtkabir ziyareti, 19 Mayıs kutlaması gibi siyasi eylemler yapıyor. Oysa iyi biliyoruz ki, sağlık hizmet sunumunun çok bileşenli doğası, kadro/yasal statü çeşitliliği ve sınıf bilincindeki geriliğin zemininde, sorunların sistemsel kaynağına yönelmeyen bu türden ayrıştırıcı bir sendikacılık zaten var olan çatışma ve ayrışmalara tuz biber eker.
Hekimler, görece yüksek maaşları ve geçmişte ihtiyaç duymamaları nedeniyle bugüne kadar sendikalardan uzak durmuştur. Tedavi ekibinde karar verici konumda olmaları, daha uzun süre eğitim görmeleri, toplumda kendilerine daha fazla kıymet biçilmesi, kendilerini diğer sağlık çalışanlarından üstün görmeleri ve işçi olarak kabul etmemeleri nedeniyle ne zaman sendikalaşma gündeme gelse çoğunun aklı hekim sendikası kurulmasına gitmiştir. Ekonominin hekimleri de vurduğu bugün, mevcut sendikaların geçmişteki eksikliklerinin de bir sonucu olarak “hekim sendikalarına” ciddi bir akış olmuştur. Hekimlerin bu sendikalara üye olmalarını gerekçelendirirken sendikalarda hiç varlık göstermemelerine rağmen mevcut sendikaların geçmişte kendileri için hiçbir şey yapmamış olmasını, sendika yönetimlerinde hekim bulunmamasını ifade etmeleri sınıf bilinçlerinin henüz ne kadar geri olduğunu gösterir. Yine de salt kendi haklarının derdine düşmeyerek yanında çalışan iş arkadaşının haklarını da umursayan ve hakların ancak birleşik mücadeleyle alınacağını savunan hekimler de azımsanmayacak sayıdadır.
Hekimler Ocak ayında başlayan grev dalgasından etkilenmiş, artık grev ve eylemlilikleri kendilerine daha çok “yakıştırmaya” ve meşru görmeye başlamışlardır. Türkiye’de özel ve devlet kurumlarında çalışan hekimlerin ezici çoğunluğu işçi sınıfının kapsamına girmektedir. Küçük-burjuva muayenehane hekimleri, zorlayıcı yasaların da etkisiyle yıldan yıla erimekte, hekim emeği hızla işçileşmektedir. Hekimlerin eylemlere meyletmesi ve sendikalaşması, meslek şovenizmi ve elitizmin gençlerde çok daha düşük yoğunlukta olması ve işçi olduğunun bilincine varanların sayısının giderek artması işçi hareketine hekimlerin katılımının geleceği açısından olumludur.
Sonuç
İçinden geçtiğimiz faşizm koşullarında, tüm işçiler gibi sağlık emekçileri de haklarını savunmakla kendilerini koruma kaygısı arasında sıkışıp kalmakta ve mevcut sendikalar da onlara güven vermemektedir. Bununla birlikte, kötüleşen ekonomik koşullar ve artan eylemlilikler kitlelerin sendikal ve siyasal konulara ilgisini arttırmış, devrimcilerin işçilerle daha rahat bağ kurabilmesi ve çeşitli konuları tartışabilmesi için daha uygun bir zemin oluşturmuştur. Ne var ki sendika aktivistlerinin geri bilinçli işçileri dönüştürmek için fazlasıyla özenli davranmaları gerekmekte, güven ilişkisini tesis etmek için, kullanılan dilden vücut diline her husus son derece önem taşımaktadır. Sendikal mücadelenin sınırlarının siyasi-demokratik taleplerle genişletilmesi de ancak sendikalarda doğru yöntemlerle mücadele etmekle mümkün olacaktır.[3]
Özellikle devlet güdümlü sendikaların tabanlarında emek veren mücadeleci işçileri, temsilcileri ve örgütlenme uzmanlarını görmemek, üyelerini tamamen kaybedilmiş veya iflah olmaz unsurlar olarak defterden silmek ve onlardaki dönüşümü takip etmemek örgütlenmenin ve kitleselleşmenin önündeki engellerdir. Sendika üyelerini, temsilcilerini ve aktif unsurlarını sendikanın üst yönetiminden mutlaka ayrı bir yere koymak gerekir. Öte yandan kimi sendikalara “mücadeleci” nişanı takarak hatalarını sorgulamamak da yanlıştır.
Sağlık çalışanlarının “memur, kadrolu işçi, taşeron firma işçisi” şeklindeki bölünmüşlüklerinin aşılması için mücadele vermek zorunludur. Sağlık çalışanları arasında birbirinin siyasi, etnik vb. kimlikleriyle ilgili önyargılarını kıracak, birimler ve meslekler arasındaki çekişmeleri ortadan kaldırıp mücadeleyi ortaklaştıracak bir tutum izlenmelidir. İşyeri örgütlenmesine memur-işçi ve kadro farkı gözetmeksizin bir bütün olarak yaklaşmak gereklidir. Sendikasız olsun, “sarı” sendika üyesi olsun, işçilerle diyalogda birincil öncelik onları çarçabuk sendika üyesi yapmak değil hakları için mücadeleye çekmek ve dayanışmayı güçlendirmek, doğru bir mücadele anlayışını aşılamak olmalıdır. Öncelik onları mücadeleye çekmeye ve nasıl bir sendika istendiğini anlatmaya verilmelidir. Herhangi bir sendikayı eleştiren işçiye, birlik ve dayanışmayı sağlamak ve sorunlarını çözmek için öncelikle sendikaya üye olması ve mücadele etmesi, ondan sonra eleştirmesi gerektiği kavratılmalıdır. Tabii ki bu sendika yönetimlerinin bariz ihanetlerinin eleştirilmeyeceği anlamına gelmez.
Özel hastane ve özel tıp merkezlerinde sendikaların yetki aldığı tek tük örnekler haricinde fazla ve ağır mesailer, iş güvencesizliği ve sendikasızlık hâkimdir. Bu kurumlarda mücadelenin yükselmesi salt işçi hareketinde gelişecek genel yükselişe değil aynı zamanda mücadeleci unsurların emeklerine de bağlıdır. Devlet ve özeldeki sağlıkçıların ücretleri ve koşulları birbirini belirler. Devlet ve özel sektör işçilerinin yasal statüleri ortak sendikaya üye olmayı engellese de ortak örgütlenmenin önündeki en büyük engel zihinlerdeki şartlanmışlık ve alışkanlıklardır.
Tabip Odalarının meslek örgütleri olmalarından kaynaklı olarak sadece hekim çıkarları üzerinden faaliyet yürütmeleri ve fiilen hekim sendikası gibi davranmaları, hekimlerde kendi haklarını diğer sağlık çalışanlarıyla omuz omuza sendikalaşarak değil esas olarak Tabip Odaları üzerinden alabilecekleri yanılsamasını beslemektedir. Meslek odalarının üyelerini ve mücadeleci unsurları var olan işkolu sendikalarında örgütlenmeye yönlendirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde meslek sendikası mantalitesindeki sendikalar daha da zemin kazanacaktır. Meslek sendikalarının sınıfı bölüp ayrıştırma potansiyeline rağmen yine de bu sendikalar aracılığıyla mücadeleye katılan işçilerin hevesini kırmadan, ama birleşik bir sınıf mücadelesini örme ilkesinden de taviz vermeden ve bunun önemini geçmiş mücadele deneyimlerinden ve bugünkü mücadele pratiğinden örneklerle izah etmek gereklidir. Geçim sıkıntısını ilk defa bu denli hisseden hekimlerin sadece kendi haklarına odaklanması doğru olmadığı gibi çözüme ulaşmak açısından gerçekçi de değildir.
Bugün bir devlet hastanesinde 8’e varan sayıda farklı sendikanın üyelerinin bulunduğu çok parçalı bir yapı söz konusudur. Çeşitli burjuva çıkar hesaplarıyla malûl sendika yönetimlerinin ortak hareket etmelerini beklemek beyhudedir. Böylesi yönetimleri birliğe ve hak mücadelesine zorlayacak olan ancak ve ancak farklı sendikaların tabanlarında sağlanacak birliktir. Peşi sıra mücadeleci unsurların yönetimlere gelmesi de sökün edecektir. Rejimin işyerlerindeki sopası olan sözde sendikal örgütleri ve yönetimleri etkisiz hale getirecek olan da budur.
Sağlık alanında örgütlenmenin önündeki olumsuzluklara rağmen sisteme karşı hoşnutsuzluk büyümekte, başkaldırı ruhu mayalanmakta, sağlık emekçilerinin işçi hareketine daha da güçlü katılacağı günler yaklaşmaktadır ve sınıf devrimcilerinin mevzilerini doğru taktiklerle güçlendirmesi vazgeçilmezdir.
[1] Aile Hekimleri Federasyonu (AHEF), KESK’e bağlı SES, Türk Kamu-Sen’e bağlı Türk-Sağlık-Sen, DİSK’e bağlı Dev-Sağlık-İş, yeni kurulan üç “hekim sendikası” (Hekim-Sen, Tabip-Sen, Hekim Birliği), Birinci Basamak Sağlık Çalışanları Birlik ve Dayanışma Sendikası (BDS), Genel-Sağlık-İş, Aile Hekimliği Çalışanları Sendikası (AHESEN), Tabipler Birliği, Diş Hekimleri Birliği ve TÜMRAD-DER çağrısıyla gerçekleşen bu greve Türkiye Psikiyatri Derneği, Türk Toraks Derneği gibi uzmanlık dernekleri de destek verdi.
[2] Mayıs ayı itibariyle İstanbul’da devlet hastanelerinde çalışan yaklaşık 79 bin hekimden 45 bini sendikalıdır. Bunların 4500’e yakını yeni kurulan bu hekim sendikalarına üyeyken, SES’e üye hekim sayısı 2800, Sağlık-Sen’e üye olan hekim sayısı ise 24 bin 600 civarındadır.
[3] Bkz. Elif Çağlı, Sendikal Mücadelede İlkeli Tutum, marksist.com
link: Derviş Ergin, Sağlık Alanındaki İşçi Hareketine Bir Bakış, 13 Haziran 2022, https://marksist.net/node/7668
Yeni Bir Dünya Düzeni mi Kuruluyor?
Umudu Sensin Baharımın