Türkiye’nin çeşitli kentlerinin sokaklarında fink atan minibüsler, tıpkı kamyon arkası yazıları gibi her yerini süsleyen yazılarla meşhurdur. “Yaklaşma toz olursun, geçme pişman olursun”, “Üzerime gelmeyin, ben zaten dolmuşum”, “Sol şeritlerin şahıyım, yolların padişahıyım” ve daha nicesi… Kimisi okuyunca güldürür insanı ama pek çoğu genelde arabesk tonlarda, lümpen ve cinsiyetçi cümlelerdir. Dolmuşçuluğun günümüzdeki nesnelliğinin yansımasıdır aslında bu yazılar. Ama size bunlardan değil, “garip” bir minübüs yazısından bahsedeceğim. Şoförünün de yaşamının sonuna kadar gururla taşıdığı bir lakaba dönüşen bu yazının hikâyesine kulak verelim şimdi: Proleter Şoförün hikâyesine…
Anadolu yoksullarının “İnce Memed’i” Yaşar Kemal, 1967 yılının Ağustosunda ANT dergisi için “Proleter Şoför” Yalkın Özerden ile bir röportaj yapar. Bu kayıt sadece Özerden’in hikâyesini anlatmıyor günümüz okuruna, bir dönemin ruhuna da ışık tutuyor. Yaşar Kemal’den dinlemeye başlayalım: “Yıl 1967… Birisi ihbar etmiş Yalkın’ı; minibüsüne «Proleter» adını koydu diye… Ondan sonra karakol karakol süründürmüşler genç şoförü! Minibüse «burjuva» adını koysaydı polis aynı şeyi yapar mıydı? Ama Yalkın yılmayacak, «Proleter» sözcüğünü kaldırmayacak!”
İstanbul Emniyetinin bir ihbar üzerine saatlerce üzerinde “Proleter” yazısı bulunan minibüsü aradığını anlatıyor Yaşar Kemal; minibüsüyle birlikte nihayet yakalanan 30 yaşındaki şoförün, tüm ısrara rağmen yazıyı silmediğini “herkes minibüsüne birtakım yazılar koyduruyor. Ben de bu şekilde hareket etmeyi uygun buldum. Eğer bir suç varsa cezamı çekmeye razıyım” dediğini aktarıyor. Polis, şoförün bu “büyük suçtan” kaynaklı nasıl cezalandırılabileceğine dair uzun uzun incelemeler yapmış, genç adam savcılığa sevk edilmiş sonrasında… Okuduğu gazetedeki bu olaydan bahsettikten sonra Yaşar Kemal, “Gördünüz mü havadisi! Ben bu utanç vesikasını okuyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Türkiye’de milyonlarca proleter var ve proleter sözcüğünü minibüsüne yazan bir genç için ne şekilde adliyeye sevk edileceği üstüne araştırmalar yapılıyor” diyor söyleşisinde…
Yalkın’ı bulmak için harekete geçer Yaşar Kemal, onunla ilk karşılaşmasından ise şöyle bahseder: “Hoş geldiniz dedi. Güleç yüzlü, uzun boylu, azıcık saçları dökülmüş bir genç adam. Çok tatlı, candan, insanı şöyle sevgisiyle candan kavrayan bir gülüşü var. Böylesi güzel gülen insanlara insanoğlu çok güvenir. Böyle insanları, böyle candan insanları insanlar çok severler.” Yaşar Kemal o betimleme ustalığıyla Özerdenlerin evini betimler önce, sonra da sohbet başlar.
Nihayet minibüse ve kaportasında yazan “Proleter” sözcüğüne gelir konu, Özerden şöyle der: “Baktım bütün minibüslerin bir adı var. Tatlım, Kartalım, Uğur, yol alan, falan filan… Ben de minibüsümün adını «Proleter» koydum.” Yaşar Kemal sorar: “Neden proleter?” Cevap gelir Özerden’den: “Ben bu kelimeyi çok severim. Kelimeyi değil de anlamını çok severim. Ben proletaryadan bir kişiyim. Ve proletarya insan soyunun en namuslusu, en sıcak, en insan sınıfıdır. Kimseyi sömürmez, kimseye hükmetmez, kimseyi ezmez… Dünyayı yaratan proletaryanın elleridir. Proletaryanın elleri olmasa dünya olmazdı. Ben proletaryaya hayranım… Şu dünyada yapılmış güzel olan, faydalı olan ne varsa proletaryanın güzel ellerinin eseridir.”
Söyleşinin devamında, Yalkın serbest bırakıldığını ancak ailecek Komünizmle Mücadele Derneğinin sürekli tehditleriyle yaşadıklarından bahsedince Yaşar Kemal, “Yakanı bırakmayacaklar kardeş, ne yapacaksın, proleter adını kaldıracak mısın?” diye sorar. Ne pahasına olursa olsun kaldırmayacağını, kendisine bir şey olsa dahi evlatlarına eşinin bakacağını söyler Yalkın…
“İçerde, üç yaşında güzel mi güzel bir kız çocuğu mutlu, hiçbir şeyden habersiz uyuyordu. Bebeği kucağındaydı. Ve bu gencecik proleter ana baba şu çocuk kadar tertemiz, şu çocuk kadar saf ve güzeldi” diye durumu resmeder bize usta edebiyatçı… Özerdenlerin evinden çıkınca içinden geçenleri, zihninde beliren düşünceleri şöyle aktarır: “Bu yıkılası dünya, bu pisliği, bu kötü, çirkin insanlarıyla ayakta kalabilmişse şimdiye kadar, böyle insanların yüzü suyu hürmetine ayakta kalmıştır.
1960’ların sonu tüm dünyada olduğu gibi yaşadığımız topraklarda da işçi sınıfının sınıf bilinciyle donanıp ayağa kalktığı; grevlerin, direnişlerin, işyeri işgallerinin patronların yüreğine korku saldığı zamanlardı. Takip eden yıllar boyunca işçi sınıfı devleşti. İşçi sınıfı bambaşka bir dünya, sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız bir dünya istiyordu. İşçi sınıfının yükselen devrimci mücadelesinin önü karşı-devrimci bir saldırıyla, 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesiyle kesilebildi. İşte Yalkın Özerden’in hikâyesi, proleterliğin gururla taşındığı o zamanları ve zamanın insanının ruh halini, 12 Eylül’ün neden yapıldığını anlatıyor bize…
Proleter Şoför Yalkın Özerden, geçtiğimiz gün 85 yaşında yaşamını yitirdi. Yaşar Kemal ile söyleşisi sırasında oyuncak bebeğiyle uyuyan evladı ise babasının yanında değildi o yaşama gözlerini yumarken. Bir ay kadar önce belgeselci Mine Özerden, haksız yere Gezi Davasında 18 yıl hapis cezası almış ve tutuklanmıştı.
Bugün rejimin toplumun tüm muhalif kesimlerine nefret kustuğu, emekçilerin ve toplumun ortak duygu birliği hedef alınarak baskı ve saldırıların arttığı bir zamanın içinden geçiyoruz. İçinden geçtiğimiz bu karabasandan kurtuluşun yolu da Özerdenlerin zamanının ruhuna kavuşmaktan geçiyor. İlkeli, azimli ve tutarlı bir şekilde devrimci sınıf mücadelesi yürütenlerin yürüdüğü yoldan… Biz bu yolu ya yürüyeceğiz ya yürüyeceğiz, hoşça kal Proleter Şoför!
link: İstanbul’dan bir büro işçisi, Proleter Şoförün Hikâyesi, 1 Haziran 2022, https://marksist.net/node/7654
Komünün Son Barikatı: Boyun Eğme Ey İnsan!
Rejimin Sosyal Medya Atağı: “Dezenformasyon Yasası”