Geçtiğimiz yaz yaşanan yangınlarda iktidarın ibretlik tutumunu unutmadık. Yangınların çok kısa sürede söndürülebilmesi mümkünken, iktidarın politikaları yangını büyük bir felâkete dönüştürdü. WWF (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), Natura Doğa ve Kültür Koruma Derneğinden bir grup akademisyenin işbirliği ile hazırladığı raporda, geçen yaz çıkan yangınlarda 15 gün içinde 20 yılın toplamı kadar alanın yandığını belirtiyor. Raporda sadece Muğla ve Antalya’da yanan ormanlık alanın yaklaşık 124 bin hektar olduğu aktarılıyor. Mega yangınlar olarak tarif edilen böylesi yangınlar doğaya büyük zararlar veriyor. Yine de doğanın kendini yenileyebildiğini biliyoruz. Ama bunun için doğaya fırsat verilmeli. Ranta odaklanmış müdahalelerle ormanlar kendilerini yenileyemez. Nitekim söz konusu raporda çevre bilimcileri özellikle bu noktaya dikkat çekiyorlar. Yanmış ormanlara hemen müdahale edilmemesi ve yanan yerlerdeki doğal gelişim sürecinin dikkatlice gözlemlenmesi gerekiyor. Bu gözlem sürecinden sonra, şayet gerekiyorsa, doğal restorasyon yöntemleriyle bölgedeki bitki örtüsüne özgün müdahaleler yapılması gerektiği belirtiliyor.[1] Peki, siyasi iktidar ne yapıyor? Yapılan bütün uyarılara kulak tıkayarak, hazırda beklettiği rant projelerini yangının külleri soğumadan büyük bir açgözlülükle hayata geçiriyor. Elbette bu projelerin doğaya zarar vereceğini gayet iyi biliyor. Tıpkı yüzlerce yıllık zeytin ağaçlarını taşırken bu ağaçların öleceğini bilmesi gibi… Ama doların yeşili doğanın yeşilinden daha cazip geliyor egemenlere. Bilelim ki sorun cehalet ya da bilmemek değil rant sevdasıdır.
Yangınların ardından yanan bazı alanların ranta açılacağına dair haberler çıkmıştı. Aradan geçen zamanda yaşananlar iddiaları gerçeğe dönüştürdü. Yangının üzerinden bir ay geçmeden iktidar rant için kollarını sıvadı. Sadece Muğla’da ÇED engeline takılan 7 adet proje için “ÇED gerekli değildir” raporları verildi. Yanan yerler tez elden tam teşekküllü şantiye sahalarına çevrildi. Maden, otel ve tesis inşaatı için hem yasal hem de fiili tüm engeller kalkmış oldu. Rejimin etrafına kümelenmiş açgözlü inşaat patronları böylece muradına erdi. Mesela Sinpaş’ın Marmaris’teki Kızılbük koyuna dikeceği yüzlerce villa ve oteli kapsayan devasa projesi uzun süredir bekletiliyordu. Ancak Marmaris’te yangınlar devam ederken Bakanlık proje için jet hızıyla 13 Ağustosta “ÇED gerekli değildir” kararı verdi. Projeyle birlikte eşsiz güzellikte ve doğal sit alanındaki bölge devasa bir hafriyat çöplüğüne dönüştürülecek.
Yakın zamandaki pek çok örnekte, bu projelerin insan yaşamı ve doğa için nasıl büyük felâketlere sebep olduğunu yaşayarak gördük. Geçen yılın son aylarında Giresun Şebinkarahisar ve Balıkesir Ayvalık’ta yaşanan maden atığı facialarını hatırlayalım. Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) bu faciaları yeni Çernobil vakaları olarak tanımlamıştı. Ve bu facialar yüzünden emekçilerin çok yönlü tehlikelerle karşı karşıya kaldığı raporlanıyordu. Faciaya sebep olan Nesko Madencilik başta olmak üzere benzer tesislerin kapılarına mühür vurulması ve bir kez daha yaşanmaması için acil önlemler alınması gerektiği söyleniyordu. Bunlar yaşanırken, iktidarın verdiği faaliyet durdurma kararının kâğıt üstünde kalacağını, kapitalist şirketlerin bu kararların ardından doğanın canına okumaya devam edeceklerini dile getirmiştik.[2] Aynen de öyle oldu. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, sözümona faaliyetten men ettiği Nesko Madencilik’in Balıkesir İvrindi’de bulunan kurşun-çinko-bakır madeninin kapasite artışı için 19 Martta ÇED olumlu kararı verdi. Böylece zehir saçan madenden çıkan kimyasal atık yılda yaklaşık 70 bin tona ulaşacak.
Elbette tüm bu tahribatın bedelini doğayla birlikte emekçiler ödüyor. Tıpkı Uşak’ta bulunan altın madeninin kurbanı olan köylüler gibi... Uşak’taki Kışladağ Altın Madeni, Avrupa’nın birinci, dünyanın ikinci en büyük altın madeni olarak gösteriliyor. Madene dört kilometre uzaklıkta bulunan Gedikler köyünde, şirketin hammaddeye ulaşmak için yaptığı dinamitli patlatmalar sonrasında yeraltı su kaynağının önce yönü değişti, ardından da kurudu. Bu yüzden artık köye günde yalnızca iki saat su veriliyor. Geri kalan saatlerde ise su bulmanın imkânsız olduğu söyleniyor. Hâl böyle olunca köyde tarım durma noktasına geldi, bazı köylüler hayvanlarını satmak zorunda kaldı. Yoğun siyanür kullanımının doğurduğu zararlar da cabası…
Hâlihazırda zehir saçan yüzlerce tesis var. Ama rejim ve etrafındaki talancı sürüsünün gözü doymak bilmiyor. Yangınlar, seller, depremler, facialar... Hiçbir felâket rejimin rant sevdasına durdurak verdirmiyor. Adeta doğaya savaş açmış durumdalar ve her bir saldırı öncekinden daha yıkıcı oluyor. Son günlerde iktidarın rant savaşına yeni bir cephe daha eklendi. Bu sefer hedefte İzmir var. Çeşme Turizm Projesi olarak bilinen proje aslında “yeni” bir “Kanal İzmir” projesi. Projenin 12 bin 17 hektarlık (120 milyon metrekare) alana yapılması planlanıyor. Bunun 5250 hektarı tescilli orman alanı. Yani büyük bir orman habitatı daha kâr uğruna yok olacak. Yapılacak turizm bölgesinin 42 kilometresi kıyı, 20 milyon metrekaresi ise deniz yüzeyi. Bu kıyı alanların hepsi yerli ya da yabancı yatırımcılara irtifak hakkı verilerek devredilecek. Yani kamuya ait bu kıyılar artık sadece buraya üşüşecek şirketlerin olacak. Vatandaşlar artık o kıyılara gidip piknik yapamayacak, yüzemeyecek. Sadece kıyılar değil, 20 milyon metrekare deniz alanı ve içindeki adalara da hiç kimse giremeyecek. Çünkü projeye göre buralar da özel mülke dönüşecek. Çevre örgütleri ve bölge halkı projeye tepkili. İktidarın bu rant sevdasına kendine sosyal demokrat diyen belediyelerin ortak olması ise, sermayenin çıkarları söz konusu olunca ideolojik farklılıkların bir önemi olmadığının örneği…
Rejimin ve aslında sermayenin rant sevdası bunlarla sınırlı değil. En başta da söyledik. Ülke boydan boya alevler içindeyken, iktidar yangından mal kaçırmak, rant devşirmek peşindeydi. Yakın zamanda ortaya çıkan bir habere göre, Orman Genel Müdürlüğü ve Orman Bakanlığı, yanan orman alanlarındaki milyonlarca ağacı yandaş şirketlere değerinin 25 kat altında verdi. Cumhuriyet yazarı Tuncay Mollaveisoğlu, yazdığı haber dizisinde iktidarın yangında büyük bir vurguna imza attığını söylüyor: “Türkiye geçtiğimiz yıl orman yangını cehenneminin şokunu yaşarken yanmış alanlar hızla ihaleye çıkıldı. Adına, «orman emvali» denilen odun, direk, kereste gibi ürünlere dönüşen orman değerlerinin satışında büyük vurgun yapıldı. Metreküpü 2500 TL olan tomruk, 1600 TL olan telefon direği, 1500 TL olan kâğıtlık oduna rağmen milyonlarca metreküp emval, ortalama 100 TL’den satıldı. Yani emvalin metreküp fiyatı 20-25 kat düşük bedelle verildiği gibi 7 milyon metreküp ekonomik değer, kamunun elinden yandaş firmaların kasasına aktarıldı... Yolsuzluğun büyüklüğüne bakar mısınız? 20 milyon metreküp emvalden söz ediyorum.”[3]
Tüm bunlar iktidarın doğa düşmanlığındaki kabarık sicilini daha da kabartıyor. Emekçiler yangın, sel, deprem, kuraklık, susuzluk gibi felâketlerle boğuşurken, iktidar her yerden rant elde etmek uğruna yeni ve daha büyük felâketlere kapı açıyor, vurgun üstüne vurgun yapıyor. Emeği ve doğayı yağmalamakta sınır tanımayan Türkiye’deki faşist rejim, tarihsel krizlerle sarsılan ve dünyayı bir sorunlar yumağına dönüştürmüş olan kapitalizmin yol açtığı krizleri daha da büyütüyor.
link: Can Aytekin, İktidarın Doğa “Sevdası”: Rant ve Kâr!, 18 Nisan 2022, https://marksist.net/node/7623
İşsizliğin Öteki Yüzü
Orban’ın Seçim Zaferinin Gösterdikleri