Dünya çapında şiddetlenen ekonomik kriz ve sermayenin saldırıları Türkiye’de de işçi sınıfının belini bükmüş durumda. Hayat pahalılığı, gerçek enflasyon oranının yüzde 30’lara varması, 8 milyona dayanan işsiz sayısı, ekonomik sıkıntılardan kaynaklı intiharların artması, kadın cinayetleri ve psikolojik rahatsızlıkların sıçramalı bir şekilde artması nasıl bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyor. Elbette bu tablo bir anda ortaya çıkmadı. Kapitalizm içine düştüğü tarihsel krizle boğuşuyor ve bunun için işçi sınıfına saldırıyor. Sermayenin işçi sınıfına yönelik bu amansız saldırıları artık dayanılmaz bir noktaya gelmiş durumda ve dünyanın pek çok ülkesinde işçi sınıfı buna isyanlarla cevap veriyor.
Türkiye’de tek adam rejimi ise, bir yandan elindeki medya gücü ve devlet olanaklarıyla gerçeklerin üstünü örtmeye, bir yandan da oyalama ve kandırma yöntemleriyle kitlelerin tepkisini bastırmaya çalışıyor. Libya ve Suriye savaşını kullanarak milliyetçiliği tırmandırmak bunun bir örneği olduğu gibi, yerli otomobil, Kanal İstanbul gibi meselelerle de emekçi kitlelerin gerçek gündemlerini değiştirmeyi hedefliyor. Son haftalarda özellikle öne çıkarılan “yerli ve milli otomobil” konusu ise, sadece AKP-MHP tabanında değil tüm toplum kesimlerinde ilgi görmesi bakımından, iktidarın özel önem verdiği başlıklardan birini oluşturuyor.
“Yerli otomobil” tanıtımının tam da asgari ücret zammının açıklandığı günlere denk getirilmesi de bu bağlamda tesadüf değildir. Malûm, Aralık ayı başından itibaren milyonlarca işçiyi ilgilendiren asgari ücret meselesi en büyük gündemlerden birisini oluşturuyordu. Günlerce süren oyalama toplantıları sonucu asgari ücret 2324 TL olarak açıklandı. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 2500, yoksulluk sınırının ise 7500 lira olarak açıklandığı bir süreçte asgari ücret “jestiyle” birlikte açlık sınırının altında kaldı. İşte “yerli ve milli otomobil” meselesi böyle bir ortamda gündeme sokularak emekçilerin gündemi farklı yöne kanalize edilmeye çalışıldı.
“Yerli ve milli otomobil” meselesi
Bilindiği gibi 2017 yılında Erdoğan’ın emriyle TOBB öncülüğünde beş sermaye grubu bir araya gelerek ortak bir girişim grubu oluşturmuştu. Bugüne kadar hiçbir sermaye grubu yerli otomobil fikrine sıcak bakmadı. Çünkü ileri teknoloji gerektiren bir iş olması nedeniyle, Türkiye şartlarında sermaye açısından kârlı değildi. Ne var ki Erdoğan’ın emriyle kimi şirketler bir araya gelerek bir girişim başlattılar. İşçiye emekçiye gelince kaynak yok diyen iktidar, bu sermaye gruplarına devletin tüm imkânlarını açmış durumda. Yılda 175 bin civarında bir üretim yapılması planlanan otomobilin toplam sabit yatırım tutarının 22 milyar TL (yaklaşık 3,6 milyar dolar) olması öngörülüyor. Oysa örneğin elektrikli araç üreticilerinden biri olan Tesla, Çin’de 1,5 milyar dolarlık yatırımla her yıl 500 bin araç üretecek dev bir fabrikayı hayata geçirmiştir. Türkiye’de ise iktidar devreye girmekte, devlet olanaklarını sermayenin önüne sererek maliyetleri düşürmekte ve işi kârlı hale getirmektedir. Yerli otomobil için çok büyük teşvikler söz konusu. Resmi Gazetede yayınlanan “Cumhurbaşkanı Kararı”nda belirtilen teşvikler şöyle:
- Gümrük vergisi muafiyeti
- KDV istisnası
- KDV iadesi
- Vergi indirimi (vergi indirim oranı: %100, yatırım katkı oranı: %100, yatırım katkı tutarının yatırım döneminde kullanılabilecek oranı: %100)
- Sigorta primi işveren hissesi desteği (azami sınır olmaksızın 10 yıl)
- Gelir vergisi stopajı desteği (10 yıl)
- Nitelikli personel desteği (azami 360 milyon TL ve 5 yıl süreyle)
- Faiz ve/veya kâr payı desteği
- Yatırım yeri tahsisi
- 2036’ya kadar 30 bin elektrikli otomobil alım garantisi
Görüldüğü gibi, işçi sınıfının taleplerine gelince kaynak yok diyen iktidar, bu proje için sermayeye bol keseden teşvik dağıtıyor. Yıllardır asgari ücretten gelir vergisi kesilmesin talebine kulak tıkayan hatta batarız diye feryat eden iktidar, sermaye gruplarına 10 yıl boyunca gelir vergisi stopaj desteği sunuyor. EYT’lilere kaynak yok deniliyor ama bütçeden 360 milyon liralık kaynak bu projeye aktarılıyor. Üstelik nasıl köprülere otoyollara geçiş garantisi veriliyor ve aradaki fark emekçilerin cebinden alınıyorsa, 30 bin araç için alım garantisi verilerek buradaki yük de emekçinin sırtına bindirilmiş oluyor.
Eğitime, sağlığa ve diğer kamu harcamalarına gelince batıyoruz diyen AKP iktidarı emekçilerden topladığı vergileri sermayeye peşkeş çekiyor. Yandaş sermaye gruplarına bütçeden paralar aktarılarak pek çok şirket batmaktan kurtarılırken, işsizler için oluşturulan İşsizlik Fonunda biriken milyarlarca lira da yine sermayeye ucuz krediler şeklinde dağıtılıyor. Tüm bu yağma ve talanın yanında artan vergi oranları emekçilerin belini bükmeye devam ediyor. 2019 yılı boyunca başta elektrikten doğalgaza tüm tüketim mallarına zamlar geldi. Meclisten çıkan torba yasalarla birlikte yeni vergiler yine emekçinin sırtına yüklendi. Şimdi bütün bunlar yetmiyormuş gibi emekçilerin “milli gururu” okşanarak bu maliyet de işçi emekçinin sırtına bindirilmek isteniyor.
Ayrıca üretilecek otomobilin, iktidarın kastettiği manada bile “yerli” bir niteliği de bulunmuyor. İktidar sürekli olarak “yerli tank, yerli uçak, yerli helikopter üretiyoruz, dışa bağımlı değiliz” vb. söylemlerle milliyetçiliği körükleyerek kendisine olan desteği sürdürmenin peşindedir. Her şeyden önce “yerli üretim” meselesine bir açıklık getirmek gerekiyor. Otomobil veya tank gibi ürünleri üretmek için gelişkin bir teknolojiye sahip olmak gerekiyor. Ancak mesele arabayı üretmekle de bitmiyor. Üretilen aracın piyasada rekabet koşullarına dayanması ve sermaye açısından kârlı olması gerekiyor. Tam da bu hesaplarla Türkiye burjuvazisi şimdiye kadar bu konuda bir girişimde bulunmamıştı. Şimdi ise rejimin baskısıyla bu işe girişmiş durumdalar. Bu bağlamda ilk milli diye öne sürdükleri projelerden biri Altay tankı ve Atak helikopteri projesiydi. Yerli tank üretiyoruz diye caka satan iktidarın çok geçmeden tank motorunu Almanya’dan, helikopter motorunu ise İtalya’dan temin ettiği ortaya çıktı. Son olarak yerli otomobilin tasarımının İtalyan Pininfarina şirketine yaptırılıp Türkiye’ye getirildiği anlaşıldı.
Siyasi iktidar “yerli ve milli araba üretiyoruz, Batı bizi kıskanıyor, önümüzü kesmek istiyorlar” diyerek kitlelerin milliyetçi duygularını harekete geçirmeye ve desteğini arttırmaya çalışıyor. Ama bizzat “yerli” otomobili üretecek şirketin CEO’su, ortada bahsettikleri anlamda bile bir “yerli ve milli” ürün olmadığını ortaya koyuyor: “Aracın elektrikli motoru için Bosch ile görüşüyoruz. Aracın bataryası için Çin ağırlıklı 6 firma ile gizlilik sözleşmesi imzaladık. Bunlardan biri ile anlaşacağız. Araç entegrasyonu konusunda teknoloji partneri olarak Alman mühendislik firması EDAG’ı seçtik. Myra, İngiltere’nin kabul gördüğü, özelikle mekanik aksamlarda şasi sistemleri konusunda partnerlerimizden birisi. Tasarım için İtalyanlarla anlaştık. Dünya çapında bu işi en iyi kim yapar diye bakıyoruz. Nisan mayıs gibi tedarikçi seçimlerimizi tamamlamış olacağız. Teknolojiyi ülkemize getirip bunu Türkiye’den kiminle yapabiliriz ona bakıyoruz.”
CEO, “yerli” otomobilin daha Türkiye’de üretilip üretilmeyeceğinin bile belli olmadığını söylüyor: “Çok ciddi maliyet araştırmaları yaptık. Türkiye’de üretmek mi, başka bir yerde ürettirmek mi daha uygun maliyetli ona bakıyoruz. Partnerimizin karşısına oturunca neyin ne olduğunu biliyoruz.” Şirket sözcüsünün açıklamaları, aslında neden bu projenin âlâyıvâlâ ile apar topar gündeme getirildiğini de ortaya koyuyor: “Lisans alalım bir şirketle geliştirelim, teknoloji partneri bulalım ya da hepsini kendi çabamızla üretelim şeklinde alternatiflerimiz vardı. Ancak bu yolu seçseydik 10 seneye ihtiyacımız vardı.” Ancak AKP hükümetinin kitleleri aldatıp oyalayacağı yeni hikâye ve efsanelere ihtiyacı olduğu için, İtalya’dan sipariş edilen bir model alelacele sahneye sürülmüştür.
Bir kez daha altını çizmek gerekir ki sermaye için asıl olan kârdır. İktidarın adına “yerli otomobil” dediği araba üretilse bile maliyetinden (ve muhtemel uzun dönemli kalite sorunlarından) kaynaklı iç ve dış piyasada rekabet gücü bulacağı şüphelidir. Üretimin sürdürülebilir olabilmesi için hem iç hem dış pazara açılması gerekir. Bu da Almanya, Fransa, ABD, Japonya gibi sanayileşmiş ülkelerin otomobil markalarıyla rekabet etmek anlamına geliyor. Otomobil sektörü ileri teknoloji gerektirdiği gibi rekabetten kaynaklı sürekli gelişen teknolojiyi yakalamak amacıyla yüksek AR-GE giderlerini finanse etmek gerekiyor. Örneğin sadece Volkswagen’in AR-GE’ye harcadığı miktar 15,3 milyar dolar. TÜİK’in rakamlarına göre ise Türkiye’de tüm AR-GE çalışmasına harcanan rakam 8,2 milyar dolardır. Tüm bu şartlarda seri üretimine henüz başlanmayan otomobilin üretilse bile önemli ölçüde devlet dairelerine ve belediyelere satılacağı şimdiden bellidir. Bu kadarının olması için bile bütçeden milyarlarca lira para aktarılması gerektiği ve vergi yükünün işçi-emekçilerin sırtına bindirileceği de ortadadır.
İşçi sınıfı açısından baktığımızda üretilen metanın yerli veya yabancı olup olmamasının hiçbir anlamı yoktur. Dahası, Ford, Hyundai, Toyota, Renault ya da diğer markalardan otomobilleri Türkiye’de kendi elleriyle üreten işçilere, “bunlar yabancı, siz yerli projelerle üretileni alın” demek, iktidarın demagojik milliyetçi saçmalamalarından başka bir şey ifade etmemektedir. Kapitalist bir sistemde yaşıyoruz ve kapitalizmin ulaştığı aşamada, metaların şu ya da bu parçasının “yerli” olup olmamasını, hangi ülkede üretildiğini, hangi sermaye grubuna ait olduğunu sorgulamak ve buradan yola çıkarak söz konusu ürünleri “yerli-milli” olarak nitelendirmeye girişmek abesle iştigaldir. O metaların tümünü bizzat emeğiyle üreten işçilerin böylesi bir ayrıma gitmesi ise hepten saçmadır. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de emekçiler, ihtiyaçlarını karşılarken fiyat-kalite değerlendirmesi yapmaktadırlar. Hiçbir işçinin doğal yönelimi, parası varken daha az kaliteli olmasına rağmen yerli ürüne yönelmek olmadığı gibi, aynı kalitedeki daha pahalı yerli ürüne yönelmek de değildir. Bu Türkiyeli işçiler kadar diğer ülkelerdeki işçiler için de geçerlidir. Örneğin iPhone’un ABD menşeli bir telefon olması, ABD halkının sadece bu telefonu kullandığı anlamına gelmiyor. Huawei daha ucuz olduğu için insanlar onu daha çok tercih edebiliyor.
Neticede iktidarın içeride sıkıştığı için emekçilerin gündemini demagojik söylemlerle değiştirmek istediği ortadadır. “Yerli” otomobilin şaşaalı bir biçimde tanıtımı yapılsa da projenin hayata geçirilip geçirilmeyeceği bile belli değildir. Kaldı ki faaliyete başlanıp seri üretime geçilmesi durumunda bunun maliyetinin işçi emekçilerin sırtına yıkılacağı açıktır. İşçi sınıfı meseleye burjuvazinin açısından değil kendi açısından bakmalıdır. İşçi sınıfı açısından asıl gurur kaynağı işçi emekçilere yapılan saldırılara karşı mücadeleyi yükseltmek olmalıdır.
link: Hakan Sönmez, “Yerli ve Milli Otomobil” ve İşçi Sınıfı, 1 Şubat 2020, https://marksist.net/node/6837
Davos: Burjuvazinin Zirvesi Kaygılı
Ya Sosyalizm ya da Gene Sosyalizm!