Bir çocuk koşuyor seçim arabasının ardından. On dört-on beş, bilemedin on altı yaşlarında bir çocuk. Seçim arabası durunca yetişiyor arabaya ve muhalefetin adayı olan Ekrem İmamoğlu’na sesleniyor;
- Her şey güzel olacak abi!
Öyle anlaşılıyor ki seçim dönemleri çocuklardan gençlere, yaşlılara, işçilere varıncaya kadar herkesi oluşan havanın içine çekiveriyor. İstanbul Belediyesini kaybetmek istemeyen hükümet, muhalefetin adayı Ekrem İmamoğlu’nun 13 bin oy farkını İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanlığı seçiminin iptal edilmesi için yeterli gördü. Diğer sebepler sadece bu farkın kapatılıp geçileceğine olan inancın formaliteleriydi. İki ay sonra 23 Haziranda yeni bir seçim yapılması kararı alındı.
Fakat şu çok iyi biliniyordu ki 23 Haziran İstanbul seçimi yalnızca İstanbul seçimi olmanın ötesinde bir seçim olacaktı. Muhalefetin de hükümetin de bunu bildiği kesindi ve öyle de oldu. Seçimleri, dokuz milyona yakın seçmenin olduğu bir yerde 13 bin farkla kaybetmek, hükümette “bir daha yapalım bu kez kazanırız” hissini güçlendirdi. En azından açıkça CHP adayının hakkını gasp ederken ve kitleleri aldatmak için “çaldılar” propagandası yaparken, kafalarının ardında bu düşünce vardı.
Yönetebilmek için bütün yolları, bütün olanakları, yöntem ve araçları deneyen hükümet, 7 Haziran seçimlerinden bu yana çıplak zoru ve baskıyı kullanıyor. Diğer bütün olanaklarını tek tek süreç içerisinde kaybeden hükümetin başka da bir yolu kalmamıştır. Kutuplaştır, böl ve yönet tek seçenektir, tek çıkar yoldur artık.
Siyasi iktidarın, nüfusun önemli bir bölümünü kendi politikalarına ya duyarsız ya da onaylar hale getirmesi gerekiyordu. Bunun için de toplumun bir kesimini suni gündemlerle kışkırtıp, baskı politikalarının dayanağı, payandası haline getirdi. Fakat zamlar, düşen ücretler, çalışma yaşamının kuralsızlaştırılması, hak gaspları, tutuklamalar, cezaevlerine tıkmalar, korkutma, sindirme, grev yasaklamaları vb. uygulamaları emekçi kitlelerin tepkisini arttırdı. AKP’ye oy veren kitlelerin içindeki öfke de büyüdü ve kopuşlar başladı. Yüzde ellilere varan oy oranı, başladığı yere, otuz dört-otuz beşlere geriledi. İktidarın karşısına aldığı kitlelerin sayısı arttıkça, kitle muhalefeti de gittikçe bir yerde birikmeye başladı. Yılların birikimiyle muhalif kitleler, doğru bir kanal bulduğuna inandığında ya da inandırıldığında tereddütsüz o yöne akar. Baskıdan, zordan, yoksulluktan, işsizlikten bunalmış kitleler kendilerine daha yakın buldukları ve samimiyetine inandıkları başka bir adayı desteklemekten geri durmazlar. Emekçiler açısından en imkânlı olan yol en kestirme, en görünen yoldur her zaman. Horlanan, ezilen, sömürülen, baskılanan, işsiz aşsız bırakılan milyonlar aynı duyguda ve çıkarlar etrafında birleştiklerinde değiştirebilirler her şeyi. Bir despotu, bir zalimi ya da totaliter bir yönetimi...
“Ekrem Abi her şey güzel olacak abi” diyen genç, her şeyin gerçekten güzel olmasının yolunun emekçilerin örgütlülüğünden ve mücadelesinden geçtiğini öğrenecek mi? Öğrenmeli… Çünkü işçi sınıfı örgütlenmeden ve mücadele etmeden kapitalizm altında mutluluk yok. Evet, her şey mutlaka ve mutlaka çok güzel olacak. Gelecek güzel günleri, kendi sınıf örgütümüz etrafında ve kendi sınıfsal taleplerimiz için mücadele ettikçe biz kuracağız. O günler işsizliğin, açlığın, sömürünün, savaşların, okyanuslarda ölümün, itilip kakılmanın bittiği günler olacak. “Dert bizde derman ellerimizdedir”. Nâzım Usta’nın dediği gibi;
“Güzel günler göreceğiz çocuklar
Motorları maviliklere süreceğiz
Güneşli güzel maviliklere…” ve biz yeni bir dünya kuracağız. Yeni, yepyeni bir dünya…
link: Mersin’den bir işçi, Güzel Günler Örgütlü Mücadeleyle Gelir!, 21 Temmuz 2019, https://marksist.net/node/6707
Hipokrat Yemininden Guinness Rekorlar Kitabına
4. Yılında Suruç Katliamı