28 Mayısta Şule Çet adında genç bir kadın Ankara’da bir plazanın 20. katından düşerek hayatını kaybetmişti. Ona ait otopsi raporları geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Daha önce intihar ettiği iddia edilmiş olmasına karşın otopsi sonucunda pencerede parmak izi olmadığı, kanında uyumayı tetikleyen madde olduğu, vücudunda boğuşma izleri olduğu ortaya çıktı.
Raporun çıkmasıyla birlikte olay tekrar gündeme geldi. Çeşitli gazetelerde, internet sitelerinde haberler yazıldı, çizildi. Bazı ana akım medya kuruluşları, örneğin Milliyet gazetesi haberi şöyle geçti: “İki erkekle lüks plazaya girdi, sonrası...” Bu daha baştan kadını hedef gösteren, cinayeti meşrulaştırmaya çalışan bir ifadedir. Maalesef kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet söz konusu olduğunda sıklıkla bu tarz ifadeleri duyuyoruz. “O saatte gitmeseymiş”, “öyle giyinmeseymiş”, “orada ne işi varmış”. Aynı medya kuruluşları Şule Çet’i daha baştan suçlarken, yüzünü açıkça gösterir bir fotoğraf kullanırken, cinayet şüphelisi olan iki erkeğin yüzlerini buzlayarak göstermeyi, soyadlarını gizlemeyi tercih etti. Medyanın bu tutumunun da büyük katkısıyla kamuoyundan “o saatte ne işi varmış patronuyla plazada?” gibi yorumlar geldi.
Daha önce defalarca benzer olaylarla karşılaştık. “Erkeğin bir bildiği vardır”, “kadın da öyle yapmasaymış” dendi. Her zaman şiddet uygulayan erkek, tecavüzcü ya da katil için bahaneler üretildi. Parkta hamile bir kadın tekmelendi, saldırgan serbest bırakıldı, TRT ekranlarında bir avukat “hamile kadın o karınla sokakta gezemez” diye buyurdu. Otobüste şort giyen bir kadın tekmelendi, dönemin başbakanı Binali Yıldırım “tekmeleyeceğine mırıldanırsın” dedi. Hükümetin dili kadına şiddeti, kadının hayatına karışmayı normalleştirdi. Mahkemelerde verilen “iyi hal” indirimleri, caydırıcı olmayan cezalar da kadın cinayetlerinin önünü alabildiğine açtı. Hükümet her fırsatta kadının yaşam tarzına, giyimine, kaç çocuk yapacağına karışma cüreti gösterdi. Kadına belirlenen kalıpların içinde durması gerektiği, mazbut, pasif olması, iyi bir anne ve eş rolünü yerine getirmesi gerektiği yoksa başına kötü işler gelebileceği söylendi.
Erkek egemen zihniyeti besleyen, kapitalist düzen ve koruyucularıdır. Fakat biz emekçi kadınlar bize biçilen rollerden çok daha fazlasıyız. Gülmemesi, kahkaha atmaması, arkadaşlık kurmaması, gece dışarı çıkmaması, evinde oturup çocuk bakması gerekenler değiliz.
Mücadeleye katıldığımızda ne kadar güçlü olduğumuzu, nelerin üstesinden gelebileceğimizi görürüz. Yeter ki bize dayatılan hayatı kabul etmeyip mücadele edelim. Erkek sınıf kardeşlerimizle birlikte kadını köleleştiren bu düzene karşı duralım.
link: Ankara’dan bir kadın emekçi, Kadın Cinayetlerinin Suç Ortağı: Burjuva Medya, 23 Temmuz 2018, https://marksist.net/node/6446
Kupanın İçinde Bir Top, Topun Ağzında Bir Dünya
“Rüyalar Ülkesi”nde Milyonlar Aç!