Küresel sermayenin içine girdiği tarihsel krizden kurtulmak için işçi sınıfının kazanılmış haklarına azgınca saldırdığı, diğer taraftan da yürüttüğü emperyalist savaşla milyonlarca emekçinin hayatını cehenneme çevirdiği olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Emperyalistlerin çıkardığı savaş nedeniyle katliama uğrayan, yerlerinden yurtlarından olan milyonlarca göçmenin yaşadığı dram bizlere kapitalizmin nasıl çürüdüğünü ve kesinlikle yerle bir edilmesi gerektiğini bir kez daha gösteriyor.
İşçi sınıfının öğretmeni Friedrich Engels 173 yıl önce “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” adlı eserinde sanayi devriminin ardından sermayenin işçi sınıfını nasıl azgınca bir sömürüye tâbi tuttuğunu, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarından örnekler vererek çıplak bir şekilde ortaya koyuyordu. Çalışma koşulları gerçekten de çok korkunçtu. Burjuvazi sermayesini büyütmek için 8 yaşındaki çocukları dahi günde 16 saat çalıştırıyordu. İşçilerin barınma koşulları son derece kötüydü. 50 işçi bir odada yatıp kalkıyordu. Çoğu zaman işçiler evlerine gidemeyecek kadar yoruldukları için kıyıda köşede bir yerde uyumaya çalışıyorlardı. Geçen zaman zarfında işçi sınıfının büyük bedeller ödeyerek verdiği mücadeleler sonucunda başta 8 saatlik işgünü olmak üzere pek çok hak kazanıldı. Ancak bugün bu kazanımlar teker teker yeniden yitiriliyor. Hele de sınıfın güvencesiz kesimleri için, bunlar arasında da en güvencesiz olan göçmen işçiler için daha da fecaat bir durum söz konusudur.
Bugün göçmen emekçiler sermayenin ucuz işgücü ihtiyacında kilit rol oynamaktadır. Savaştan, yıkımdan hayatları trajediye dönen göçmen emekçiler insanlık dışı koşullar altında yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Türkiye sermayesi açgözlü bir şekilde Suriyeli göçmen emekçilere saldırmış durumdadır. Suriyeli işçilerin yaşam koşulları Engels’in 173 yıl önce ortaya koyduğu İngiltere işçi sınıfının yaşamından farklı değildir. Suriyeli işçiler de günde ortalama 12-14 saatlik bir çalışmaya tâbi tutuluyor, haftalık ortalama 150-200 TL arası bir ücretle çalıştırılıyorlar. Üstelik İstanbul gibi büyük kentlerde Suriyeli emekçilere kiralanan evler ortalama kira fiyatının neredeyse iki katı. Bu durumda geçinebilmek için Suriyeli işçiler haftalık 800 lira ücrete ve 14 saatlik çalışmaya, bir evde 20-30 kişi bir arada yaşamaya mecbur bıraktırılıyor. Üstelik hiçbir sosyal güvence olmadan çalıştırılıyorlar. İş kazasına uğradıklarında ise olayın üstü kolayca örtülebiliyor. Özellikle Ostim gibi büyük sanayi sitelerinde patronlar vasıfsız işlerde Suriyelileri çalıştırmayı tercih ediyorlar.
Suriyeli işçiler bir taraftan böylesine kötü koşullarda ve ucuza çalıştırılırken, diğer yandan büyüyen işsizliğin sebebi olarak hedef gösteriliyorlar. Gün geçmiyor ki çeşitli bahanelerle Suriyeli emekçilere saldırılmasın. “Huzuru bozuyorlar”, “kadınlara tacizde bulunuyorlar” gibi birtakım söylentiler kısa sürede Suriyeli emekçilerin yaşadığı mahallelerde yayılıyor ve kitlesel saldırılar gerçekleşiyor. Suriyelilere yönelik onlarca saldırı olmasına rağmen AKP hükümeti bu saldırıları önleyecek hiçbir şey yapmıyor. Polis Suriyelileri bölgeden uzaklaştırmak dışında hiçbir müdahalede bulunmuyor. Hükümet temsilcilerinin sözde Suriyelileri savunmak için sarf ettiği sözler ise tam ibretlik. Örneğin Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak Suriyelilere saldırılar üzerine, “3 milyon insan içinde yüksek tahsilliler, uzmanlar var. Şu anda Kahramanmaraş’ta, Adana’da, Osmaniye’de, Gaziantep’te hatta Ankara’da Ostim’de birçok ilde eğer Suriyeliler olmazsa düz işçilik yapan yok. Fabrikalarımız durur” diyor. Bakan’a göre 7 milyon işsizin olduğu koşullarda işçiler vasıfsız işleri beğenmiyor, çalışmıyor haliyle işsiz kalıyor. Tabii “düz işçi yok” diyerek Suriyeli emekçilerin kölelik koşullarında çalıştırılmasını da meşrulaştırıyor.
Bugün Türkiye’de yaşayan Suriyeli göçmenlerin sayısı 3 milyonu geçiyor. Bu sayının yüzde doksanı kampların dışında çeşitli şehirlerde kendi imkânlarıyla yaşamaya çalışırken, yüzde 10’luk bir kısmı ise kamplarda son derece zorlu koşullarda hayata tutunmaya çalışıyorlar. İnsani Gelişme Vakfı ve Ipsos Sosyal Araştırmalar Enstitüsü tarafından hazırlanarak Temmuz ayında açıklanan ve Türkiye’de kamp dışında yaşayan Suriyeli mültecilerin yaşam koşullarını inceleyen “Mülteci Hayatlar Monitörü” adlı rapora göre, yaklaşık 650 bin Suriyeli kayıtlı veya kayıtsız olarak çalışırken, Çalışma Bakanlığı tarafından açıklanan verilerde resmi çalışma izni alan Suriyeli sayısının 10-15 bin düzeyinde olduğu ifade ediliyor. Kayıtlı çalışanların sayısını düştüğümüzde 630 bin civarında işçi kayıtsız, sosyal güvenceden yoksun bir şekilde çalıştırılmaktadır.
Sermaye Suriyeli emekçileri adeta can suyu olarak görmektedir. Ekonomik krizi ensesinde hisseden AKP hükümeti bir taraftan işçi sınıfının mevcut haklarına saldırırken diğer taraftan Suriyeli emekçilerin ucuz işgücünü kullandırtarak sermayeyi ihya etmeye çalışıyor. Suriyeli bir işçi çalıştırmak demek işgücü maliyetini yarıya indirmek anlamına geliyor. Büyük işletmelerden küçük atölyelere kadar işyerlerinde bir yerli işçinin ücreti karşılığında iki, hatta üç Suriyeli çalıştırılabiliyor. Çalışma koşulları ne kadar kötü olursa olsun Suriyeli işçiler duruma itiraz edemiyorlar. Meselenin bir başka boyutu da iş cinayetlerine kurban giden Suriyeli işçilerin sayısının gittikçe artmasıdır. Başta inşaat sektörü olmak üzere tarım, tekstil ve imalat sektöründe çalışan Suriyeli işçilerin hiçbir güvencesi yoktur.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin yayınladığı 2016 raporuna göre 2016 yılında 96 göçmen işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Bu rakamın yüzde 61’ini Suriyeli işçiler oluşturuyor. En çok iş kazasının yaşandığı sektörlerin başında yüzde 38’le inşaat-yol gelirken, onu yüzde 24’le tarım, yüzde 6 ile metal sektörleri izlemektedir. Soma ve Ermenek’te işçiler göz göre göre katledilirken ve hâlâ gerçek sorumluları hesap vermezken Suriyeli işçilerin yaşadığı iş kazaları günlük sıradan vaka olarak görülmektedir. Çünkü kaydı olmayan, bir köle gibi çalıştırılan işçinin ne bir hakkı ne de başvuracağı bir şikâyet mercii vardır. Dolayısıyla iş kazalarında ölen veya yaralanan Suriyeli işçi sayısının tespit edilebilenden fazla olduğu açıktır, çünkü çoğu durumda bu vakalar kayda geçmemektedir.
Patronlar Suriyeli işçileri, yerli işçilere kötü işyeri koşullarını, düşük ücretleri dayatmak için bir araç olarak da kullanmaktadır. Eğer işçi ücretini beğenmiyorsa, çalışma koşullarından şikâyetçi ise patronlar hemen o işçiyi çıkarıp yerine Suriyeli bir işçi almakla tehdit etmektedirler. Dolayısıyla uzun saatler, düşük ücretler ve kötü işyeri koşulları yerli işçilere de dayatılmaktadır. Bu dayatmanın sonucu ise daha vahim bir yöne kaymaktadır. İşinden atılan veya işini kaybetme korkusu yaşayan işçiler suçlu olarak Suriyeli emekçileri görmektedir. Çünkü burjuva medyanın yaptığı haberlerde bu düşünce enjekte edilmekte, işsizliğin sebebi göçmen işçiler, bilhassa Suriyeli işçiler olarak gösterilmektedir.
AKP hükümeti her ne kadar “iş beğenilmiyor” suçlaması yaparak gerçeklerin üstünü örtmeye çalışsa da Türkiye’de işsizlik çok ciddi boyutlara ulaşmıştır. Öyle ki TÜİK’in tüm istatiksel oynamalarına rağmen resmi verilere göre işsizlik 4 milyona dayanmış durumdadır. Gerçek işsiz sayısı ise 7 milyon civarındandır. Yani yüzde olarak ifade ettiğimizde işsizlik yüzde 21 düzeyindedir. Genç işsizlik oranı yüzde 24, kadın işsizlik oranı ise yüzde 28’dir. İşsizliğin yanında bir de hayat pahalılığı eklenince kitlelerde bir sıkışmışlık, umutsuzluk ve de tepki oluşmaya başlamıştır. İşte AKP hükümeti ve sermaye bu tepkinin sistemin kendisine yönelmemesi için onu göçmen emekçilerin üzerine yönlendirmeye çalışmaktadır.
AKP bu yönlendirmeyi direkt “Suriyeli işçiler yüzünden işsiz kaldınız” şeklinde yapmıyor. Daha sinsi bir şekilde bu işi yapıyor. Bir taraftan Suriyeli işçilerin ucuz işgücü olarak kullanılmasına izin veriyor, diğer taraftan da “bakın Suriyeli işçiler nasıl çalışıyor canla başla, siz iş beğenmiyorsunuz” diyor. Böylece yerli işçilere düşük ücretler ve kötü iş koşulları dayatılmış oluyor. Örgütlülükten yoksun işçiler de “işimizi elimizden alıyorlar, düşük ücretlere çalışıyorlar” diye Suriyeli işçileri suçluyorlar. Yani AKP hükümeti bir taşla iki kuş birden vuruyor. Hem sermayeye köle temin etmiş oluyor, hem de işsizliği Suriyeli işçilerin üzerine yıkıyor.
AKP’nin izlediği sinsi taktik sonucu göçmen emekçilere yapılan saldırılar basite alınacak bir mesele değildir. Çünkü bu mesele işçi sınıfını bölen ve gerçek mücadele hattından uzak tutan, milliyetçi hezeyanları güçlendiren bir boyut taşımaktadır. Suriyeli emekçilere yönelik saldırıları tırmandıran, zemin hazırlayan diğer bir etken de AKP hükümetinin sosyal entegrasyonu sağlayacak hiçbir adım atmamasıdır. “Türkiye’ye yerleşen milyonlarca mülteci kendini bir sorunlar yumağının içinde buldu. Esad rejimini devirmek için Suriye’ye müdahale eden, mültecileri kullanan, sınır kapılarını açan iktidar, onların kaderleriyle zerre kadar ilgilenmedi. 2 buçuk milyondan fazla insanın nasıl ve nerede yaşayacağı, nasıl geçineceği, nasıl iş bulacağı, topluma nasıl ayak uyduracağı, sosyal olarak nasıl korunacağı, hangi hizmetlerden faydalanacağı, hangi hukuka tâbi olacağı planlanmadı. Onlara mültecilik hakkı tanınmadı, «geçici koruma altındaki misafir» statüsünde bırakıldılar. Bu durumun pek çok sorun yaratacağı öngörülebilir olmasına rağmen hiçbir önlem alınmadı. Suriyelilerin yükü topluma yıkıldı, Türk, Kürt, Suriyeli yoksul emekçiler karşı karşıya getirildi. Böylelikle Suriyeli mülteciler her anlamda korunmasız ve dezavantajlı duruma itildi.” (Ezgi Şanlı, Suriyeli Mülteciler: Savaşın, Irkçılığın, Caniliğin Kurbanları, Temmuz 2017, marksist.com)
Saldırılara karşı uyanık olunmalı, AKP’nin bu ikiyüzlü politikası mutlaka teşhir edilmelidir. AKP’nin ve sermayenin oyununu bozmanın yolu, göçmen emekçileri de sınıf mücadelesine kazanacak bir perspektifle hareket ederek kararlı ve örgütlü mücadele hattını yaratmaktan geçiyor.
link: Hakan Sönmez, Türkiye’de Suriyeli İşçilerin Durumu, 7 Eylül 2017, https://marksist.net/node/5853
HDP’li Vekillerin Vicdan ve Adalet Nöbeti AYM Önünde
Kapitalizmin Hava Koşulları