Tek adam rejiminin anayasal güvence altına alınması için Mecliste yapılan görüşmeler hararetli tartışmalara ve kavgalara sahne oldu. İlk turda tasarıya dair, HDP’li GaroPaylan’ın kürsüden yaptığı konuşmaya verilen tepkiler geçmişin kanıtı, geleceğin ise habercisiydi.
Paylan yetkilerin tek kişinin elinde toplanmasının uluslara felâket getirdiğini belirttikten sonra, Osmanlı’nın son dönemlerini hatırlatarak, yol yakınken bu anayasa değişikliğinden dönelim dedi:
“19. yüzyılın başından itibaren eşitlik rüyaları nasıl çerçevelenir diye arayışlar var. Bu arayışlarla beraber Osmanlı’nın bir Meclis’i olması duygusu yayılıyor. Anayasa devreye geçiyor. İlk yazıcılarından 109 üyesi var, 40’ı Hıristiyan ve Yahudilerden oluşuyor. Ne güzel bir çoğunluk ve temsiliyet. Herkes kendini o Anayasa’nın içinde buluyor. Yok saydıklarınız ya sessizliğe bürünürler ya da isyan ederler. Nitekim İkinci Meşrutiyet devreye giriyor. Daha sonra Talat Paşa cuntası o Anayasayı devre dışı bırakıp, Türkün anayasasını devreye koyuyor. Tıpkı bugünkü gibi. Parlamento ve çoğulculuğu devre dışı bıraktılar. O dönemde dört halkı kaybettik. Büyük katliamlarla, soykırımlarla bu topraklardan sürüldüler.”
Paylan’ın konuşmasında Ermenilerin başına gelenleri soykırım olarak nitelendirmesine önce AKP ve MHP’li vekiller şiddetle tepki gösterdiler. Adeta damarlarına basılmış gibi bu topraklarda soykırım yapılmadığını iddia ettiler: “Türk tarihinde soykırım yoktur!”,“Öyle bir şey olsa kendisi burada konuşamazdı!”türünden klişe milliyetçi laflardan, “Bu milleti arkadan vurdunuz, belanızı buldunuz! Olan bu!” türünden itiraflara kadar Ermeni sorunu konusundaki resmi tezlerden örnekler sunuldu. CHP de “soykırım iddiasını şiddetle reddediyoruz” diyerek linç ortamına destek verdi.
Acı gerçek ise AKP-CHP-MHP ittifakının iddialarının tam tersi. Ermeni halkının yüzyıl önce çok büyük acılar yaşadığını ve İttihatçı hükümetin emriyle soykırıma tâbi tutulduklarını biliyoruz:
“Ayaklanma diye gösterilen Van’daki olaylar bahane edilerek İstanbul’da Ermeni toplumunun önde gelenlerinden 235 kişinin tutuklandığı gün, kırımın resmi başlangıç tarihi (24 Nisan 1915) olarak kabul edilir. Tutuklamalar, işkenceler ve idamlar ülke çapında hızla yürürlüğe konur. Doğu vilayetlerindeki yüz binlerce Ermeni’nin tehcir ve imhası ise Mayıs ayında başlar ve esas olarak Ağustos ayına kadar sürer. Kimi yerlerde sürgünden iki saat, kimi yerlerde 15 gün önceden haber verilmiş, ama genel olarak bu tarih beklenmeden sürgün başlatılmış, insanların hazırlık yapmasına fırsat verilmemeye çalışılmıştır. Kimi yerlerde insanların yanına eşya almalarına kısmen izin verilmiş, kimi yerlerde verilmemiştir. Bir emirle Müslümanlara da gözdağı verilerek, tek bir Ermeniyi dahi korumaya kalkışacak olanın kendi evi önünde asılacağı ve evinin yakılacağı ilân edilmiştir. Yollarda sorumlu oldukları gruplara sınırlı da olsa yiyecek verenler olduğu gibi tamamen ölüme terk edenler de olmuştur... Diğer taraftan boşalan Ermeni köylerine göçmenler yerleştiriliyordu. Bu nokta önemlidir, çünkü ‘tehcir’ edilenlerin bir daha asla geri dönmeyeceklerinin bilindiğini gösterir. Tüm tehcir eylemi boyunca ne kadar insanın öldürüldüğü kesin olarak bilinmemektedir. Ancak bu sayının 800 binden az olmadığı anlaşılıyor. (Deniz Moralı, Ermeni Sorunu: Gerçekler Direngendir, marksist.com)
Ancak egemen olan ırkçı zihniyet bu gerçekleri utanmazca inkâr ediyor. Mecliste bir Ermeninin kendi halkına yapılanı soykırım olarak tarif etmesine bile tahammül edemeyen zihniyetin kendisi, aslında bu toprakların acılarla, zulümle karıldığına dair sadece bir kanıt daha sunuyor.
Paylan “karşılıklı acılar yaşandı” diyenleri, “Ben buna soykırım diyorum. Gelin adını birlikte koyalım” diyerek tarihle yüzleşmeye çağırıyordu. Hrant Dink de Türk ve Ermeni halklarının kardeşliği için mücadele eden Ermeni demokratlardan birisiydi. “Bu topraklarda Ermeniler soykırıma uğramıştır diyemezsiniz” diyenler Hrant’ı da katletmişlerdi bundan tam 10 yıl önce. 10 yıl önce gözlerimizin önünde gerçekleşen bir katliamın “Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmasına” izin verenlerin, 100 yıl önce koca bir halkın katledilmesini inkâr etmelerinde şaşırtıcı bir yan yok aslında. 100 yıl önce yüz binlerce Ermeninin ölümüne yol açan tehcir, bugün Ermeni düşmanlığıyla, inkârla ve imhayla kendini göstermeye devam ediyor.
Paylan “soykırım” lafını geri almadığı için AKP’li Meclis başkanvekilinin yaptırdığı oylamada MHP-CHP-AKP vekillerinin verdiği oylarla Meclisten üç birleşim çıkarılma cezası aldı. Tek adam rejimine kesin bir dille karşı çıktığını söyleyen CHP’nin mevzubahis Ermeni sorunu veya Kürt sorunu olduğunda AKP-MHP zihniyetinden hiç de farklı davranmadığı bu örnekle bir kez daha görülmüş oldu. Tıpkı savaş tezkereleri ve Kürt vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda olduğu gibi, bu konuda da devletçi kodlarına uygun davranarak iktidarla ortak hareket etti.
Sadece Paylan değil, Paylan’ın sözleri de ceza aldı ve Meclis tutanaklarından çıkarıldı. “Soykırım” sözcüğünün bile tutanaklarda yer almasına tahammül edemiyorlar. Bu aslında resmi tarih denilen şeyin gerçekleri yansıtmaktan çok, egemenlerin ideolojisine hizmet edecek şekilde gerçeklerin tahrif edilmesinden ibaret olduğunu gösteriyor. İktidarın bu yaklaşımı, bugün gözümüzün önünde gerçekleşen bir konuşmanın sözlerini tutanaklardan silenlerin, bundan yüz yıl önce yaşanmış bir olayı tersyüz etmek için neler yapabileceklerinin de kanıtı değil mi?
Vekillerin kürsüde konuşmasına bile tahammül edilmemesi, tek adam rejimi tesis edildiğinde nasıl bir baskı ortamının olacağını da gösteriyor. Zaten uzun zamandan beri parlamento işlevini yitirmiş durumda ve tüm ipler fiilen Erdoğan’ın elinde. Meclis mevcut totaliter rejimin üstünü örtmekten başka bir işleve sahip değil. HDP’li vekiller görüşlerini ifade ettikleri için içerdeler. Demirtaş 142 yıl, Yüksekdağ ise 84 yıl hapis cezası ile yargılanıyor. Muhalif gazeteciler uydurma iddialarla hapse atılıyor, basın kartları iptal ediliyor. Türkiye basına yapılan baskı performansıyla dünyanın sayılı ülkeleri arasına girmeyi başarmış durumda. Yakın zamanda tabu olmaktan çıkan, en azından tartışılabilen konular iktidarın yöneldiği çizgiyle tekrar “tartışılamaz” hale gelmiştir. MHP’nin ve MHP tabanının da desteğini almak için söyleminin milliyetçi dozunu giderek arttıran AKP, bu toprakların gerçeklerinin ifade edilmesini dahi “vatana ihanet” kapsamına sokmuştur. Cumhurbaşkanını “tek adam” pozisyonuna yükseltecek Anayasa değişikliğinin nasıl sonuçları olacağını “soykırım” sözcüğü kullanıldı diye yaratılan linç ortamından anlıyoruz.Yükselen milliyetçi ırkçı ideoloji, inşa edilen totaliter rejim için çimento işlevi görüyor. Bu zihniyetle hesaplaşmadan bu gidişata karşı anlamlı bir mücadele yürütmek mümkün değildir.
link: Suphi Koray, Gerçekler Direngendir!, 21 Ocak 2017, https://marksist.net/node/5466
Patronların Gözünden Emekçi Kadınların Önemi
Ocak’ın Kardelenlerine