Fidel Castro hayata gözlerini yumdu. Küba devriminin liderlerinden Castro’nun 90 yaşında hayatını kaybetmesi elbet beklenmedik bir şey değildi. Yine de başta Küba halkı olmak üzere, Latin Amerika’nın yoksul kitlelerinin Castro’nun ölümüyle birlikte derin bir üzüntü duyduklarını söylemek yanlış olmaz. Zira Castro, 1959’da yol arkadaşlarıyla birlikte önderlik ettikleri devrimle, ABD’nin burnunun dibinde, onun yarı-sömürgesi olan bir ülkeyi bağımsızlığına kavuşturmuştu. Dünyanın süper gücü olan en büyük emperyalist ülkenin hemen yanı başındaki küçücük bir ada ülkesinin, tüm zorluklara, onyıllardır süren insanlık dışı çok sert bir ambargoya, askeri işgal girişimlerine, nükleer bomba tehdidine, liderlerine dönük sayısız suikast girişimine rağmen ayakta kalma mücadelesi vermesi ve bu mücadelesinde kısmen başarılı olması, hiç kuşku yok ki emperyalist sömürgeciliğin boyunduruğu altında inleyen ezilen halklara on yıllar boyunca ilham kaynağı olmuştur.
Küba devrimi, o güne dek ABD’nin yarı-sömürgesi durumunda olan, başında en kokuşmuş türden işbirlikçi ve baskıcı bir hükümetin bulunduğu bir ülkenin ulusal bağımsızlığına kavuşması anlamına geliyordu. Halkının neredeyse tamamı muazzam bir yoksulluk, her türlü kamu hizmetinden yoksunluk ve cehaletle boğuşurken, bu güzel ada ülkesi zengin Amerikalıların tatil, uyuşturucu ve seks cenneti haline getirilmişti. Castro ve mücadele arkadaşları işte böyle bir ülkeden emperyalizme karşı dik durabilen, tüm zorluklara karşı boyun eğmeyen, onuru için her sıkıntıya katlanan bir ülke yaratmayı başarmışlardı.
Küba devrimi bir ulusal kurtuluş savaşıydı ancak dönemindeki kimi ulusal hareketlerden farklı olarak o, biçimsel siyasal bağımsızlıkla yetinen bir noktada durmadı. Başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin bu kadarına bile rıza göstermemeleri, Küba devriminin önderlerini, ayakta kalabilmek için, o günün dünyasında geriye kalan tek çare olarak SSCB ile ittifaka yöneltti. Bu ittifak Küba’da kapitalizmin tasfiyesini de beraberinde getirdi. SSCB’den gelen yardımla Küba halkının durumu iyileşmeye, yoksulluk ve yoksunluk geçmişe göre gerilemeye ve en başta da eğitim ve sağlık alanlarında devasa gelişmeler yaşanmaya başlanmıştı. Kübalı ulusal devrimciler, devrimin ilk dönemlerinde, Latin Amerika’da ve Afrika’daki ulusal kurtuluşçu hareketlere hem maddi hem de askeri açıdan ellerinden gelen desteği sunmaya çalışmışlardı. Başta Che ve Castro olmak üzere, Küba devriminin ve onun liderlerinin ulusal kurtuluş hareketleri için bir esin kaynağı olmasının nedeni de buydu.
Ne var ki SSCB’den alınan yardımların diyeti, Küba’da ona benzer bir bürokratik rejimin inşa edilmesiydi. Bu, Kübalı emekçilerin siyasal-demokratik haklardan büyük ölçüde mahrum kalması anlamına gelecek ve özellikle SSCB’nin dağılmasının ardından yaşanan sıkıntıların artmasıyla siyasal baskının dozajı da artacaktı. Ama buna rağmen, Kübalı emekçilerin gözünde Che ve Castro her zaman büyük bir saygıya mazhar olmuştur. Che, hem sosyalist fikirlere duyduğu yakınlığın hem de devrimci romantizminin bir sonucu olarak devrimden sonra diğer ülkelerde savaşa devam etmeye karar verecek ve hayatını devrimci bir savaşçı olarak noktalayacaktı. Onun bu tutumu, kendisini, dönemin özellikle genç devrimcileri arasında bir efsaneye, bir ikona dönüştürecekti. Castro ise devrimin canlı ve dimdik ayaktaki lideri olarak giderek devlet adamı kimliğiyle somutlanacaktı. Küba’da ortaya çıkan rejim sonuçta bürokratik bir diktatörlük olmakla birlikte, Castro, SSCB liderliğindeki bürokratik kampın da yaramaz çocuğu olmuştu.
Bizler liderleri, onları doğuran nesnel koşullarla, toplumları nereden alıp nereye getirdikleriyle, tarihin akışına nasıl bir yön verdikleriyle değerlendiririz. Castro bir komünist değildi. Küba’nın bir cennet ya da sosyalizm adası olmadığını da biliyoruz. Ama tüm bunlar vaktiyle bir özgürlük savaşçısı olarak Castro’nun kazandığı haklı itibarı ortadan kaldırmıyor.
İnsanlık, döne yüksele kurtuluş mücadelesini sürdürüyor. Geçmişte farklı ülkeler farklı nesnel koşulların çizdiği çerçeve içersinde bu mücadelenin parçası oldular. Bugün dünya geçmişe kıyasla çok daha türdeş, sosyalizme çok daha hazır ve yakın. İnsanlığın yalnızca siyasal boyunduruktan değil, sömürü ve her türlü eşitsizlik ve ayrımcılıktan kurtulması için tek tek kahramanlara değil, dünyayı döndüren dev emekçi kitlelerin seferberliğine, onların kitlesel devrimci kahramanlığına ihtiyaç var.
link: Marksist Tutum, Castro Hayata Veda Etti, 29 Kasım 2016, https://marksist.net/node/5410
1905’ten Yirmi Yıl Sonra
Aladağ Faciası: Hata Değil, İhmal Değil, Cinayet!