Geçenlerde 12 televizyon, 11 radyo kanalı kapatıldı. Kapatılan bu kanalların hiçbirinin fetöyle metöyle alâkasının olmadığını dimağı yerinde olan herkes bilir. Kapatılan TV kanallarından biri de Kürtçe çizgi film yayını yapan Zarok TV, yani Çocuk TV. Bu Zarok TV, çizgi filmleri Kürtçe dublaj yaparak Kürt çocuklarına izletiyordu. Zarok TV gibi Kürtçe yayın yapan televizyonların kapatılması yahut yasaklanmasını, Kürtlerin en doğal hakları olan anadillerini öğrenmelerini ve konuşmalarını engelleme, yani sinsi bir asimilasyon çabası olarak görmemek elde değil. İsteniyor ki Kürtlerin çocukları anadillerini öğrenemesin. Bugünlerde açıklanan, okulların tam gün olacağı ve okul öncesi eğitimin de zorunlu olacağı uygulamanın altında bile bu tür maksatların yattığını düşünmemek için hiçbir sebep yok. Bu haberleri okuyunca aklıma yıllar önce dinlediklerim geldi.
12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinden 4-5 sene sonra üç nine Almanya’ya gitmek üzere köylerinden İstanbul’a gelirler. Trafik polisinin avurdunu şişirerek düdük öttürmesine ninelerden Karapapak olanı şöyle tepki verir: “Bııy, goymor gedemizin (oğlumuzun) öyüne (evine) getmeye.” Üç nine İstanbul’a ilk ayak bastıklarında, trafik polisinin düdüğü onları epeyce korkutur. Neyse ki bu korkuları ikinci düdükle geçer, kendilerini karşılayan yakınlarıyla giderler.
Başlıktaki “Booy, Alamanın Kuçikleri Kürtçe Gonuşordu” sözünün sahibi de bu ninelerdi. Bu hikâye ve ninelerin anlattıkları, kimi zaman abartılarak, kimi zaman eksiltilerek silsile halinde, kulaktan kulağa yayılmıştı. Bana da akrabam olan ninenin torunu anlatmıştı yıllar evvel. Doğrusu tam tarih hatırlamıyorum. Küçük Emrah’ın boncuk boncuk ağlatıldığı filmlerin tavan yaptığı zamanlardı. Bu filmler, köylerde siyah beyaz, şehrin varoşlarında yaşayan işçi evlerinde ise başköşeyi işgal eden renkli televizyonlardan bolca yayınlanır, yoksul evlerde akan gözyaşlarına mendiller yetersiz kalır, yatak çarşafları, nevresimler ıslatılırdı. Küçük Emrah, Küçük Ceylan, Küçük Mahzun vs. hepsi de Kürt çocuklarıydı nedense! Onların kulaklarına şöyle fısıldıyorlardı: “Türkçe söyle, çok söyle, Türkçe ağla, çok ağlat. Çok paranız olacak. Bütün çocuklar size imrenecek, sizin gibi olmak için, Unkapanı’nda kuyruklar olacak. Hiçbiri sizin gibi parlayan yıldız olmayacak. Herkes size hayran olacak.” Yani askeri faşist darbenin azıcık gevşetilip, yerine “Ankara’nın şişmanı, işçi düşmanı” Özal’ın nöbeti devraldığı 80’li yılların ortaları olsa gerek.
İşte o vakitlerde, akrabalarımızdan bu üç nine Almanya’ya turist olarak davet edilir oğulları ve kızları tarafından. Üç nine köyden İstanbul’a gelirler Almanya’ya gitmek üzere. Ninelerden ikisine vize verilir. Birineyse yaşlılığı ve sağlık sorunları nedeniyle vize verilmez. Vize alan iki ninenin çocukları da birbirleriyle evlidir. Almanya’da evli olan bu çiftten kadın olanı Karapapak, erkekse Kürttür. Kürtler Karapapaklara “Acem” derler. Lakin bu herhangi bir aşağılama, hor görme maksadıyla söylenmez. “Acem”lerse, Kürtlere bazı aşağılayıcı yakıştırmalar yaparlar. Ha, köyde ister Karapapak, ister Kürt, ister yerli, ister Azeri ol herkesin bir lakabı vardır. Ve bu lakaplar mutlaka kişinin bedeniyle alâkalıdır. Örneğin gözünün birini kısarak bakanın lakabı “kör”, sesi boğuk çıkanın “hırro”, iyiden iyiye esmer bir Kürdünse lakabının yanında Kürtlüğünü aşağılayan bir ek vardır “gara gurroy”, verem geçirip iyileşmiş birininki “veremli”dir vs.
İki nine, İstanbul’dan atlar uçağa, kendi ifadeleriyle “gâvur” Alman’a giderler. İki ninenin çocukları işçidir. Kör karanlıkta kalkar, trenle bir kentten başka bir kente işe giderler. Bir düzine de torunları vardır. Büyük olanlar işe gider, küçük olanlar okula. Okula gidenler hem Almanca, hem de Türkçe öğrenim görürler. Evde ise Türkçe konuşulur ağırlıkta. Çocuklar evde Almanca konuşunca, anne “uşağlar, öyde öz dilinizde neye gonuşmorsuz” diye tepki gösterirmiş çocuklarına. Bir gün Kürt olan babaları, “geçe, bizim uşağların iki öz dili var: Biri Türkçe, diğeri Kürtçedir” demiş. Eşi de “aldığın uşağ cizgi filmlerin hamısı guroyçadı (Kürtçedir)” diyerek şakayla karışık Kürtçeyi aşağılamış biraz da gönül koymuş. Erkek de “evde izlediğimiz bütün film Türkçedir. Bırak bari çizgi film de Kürtçe olsun” diye sitem etmiş: “Öyde (evde) de mi baba dilini ögenmesinler? Bırak, hem ana dillerini, hem de baba dillerini bilsinler” demiş. Ve Kürtçe çizgi film CD’sini açmış. İki nine, karı-koca arasındaki tatlı sert tartışmaya karışmamışlar. Kürtçe çizgi film başlamış. Çizgi filmde çocuklar ve köpek yavruları varmış ve her çizgi filmde olduğu gibi sadece insan yavruları değil, köpek yavruları da konuşuyorlarmış. İki nine, daha önce hiç çizgi film izlememişlerdir. İkisi de çocuklarla birlikte pür dikkat, renkli çizgi filmi izlemeye başlamışlar. Köpek yavrularının birbirleri ve çocuklarla Kürtçe konuştuğunu gören Karapapak nine, “Booy, Alamanın kuçikleri Kürtçe gonuşor” diye şaşkınlıkla diğer ninenin yüzüne bakar. Kürt nine, bu durumdan mutlu olmuş olacak ki, keyifle gülerek, “orda bırağmerler öz dilimizi konuşağ, bağ, Almanın kûçikleri gurmanç gonışer” der.
İki nine birkaç ay Almanya’da kalırlar, Alman doktorlarına muayene olurlar. Kürt olan nine, köyde sağlık ocağına pek çok defa gitmiş, her gittiğinde de, “doğtor beg, şev sibehê zû hema, osurerim” (“doktor bey, gece sabaha çabuk varıyor, öksürüyorum”) dermiş. Doktor da yaşlı kadının dilinden anlamadığı için mide-barsak sorununun olduğunu sanarak ha bire mide ilaçları verirmiş. Doğal olarak da doktorun verdiği hiçbir ilaç ninenin öksürüğünü kesmemiş. Bu yüzden de Alman doktorlarının verdiği ilaçların iyi geldiğini anlatır dururmuş Sona nine. İki nine Almanya’da kaldıkları aylarda Almanya, Hollanda ve Belçika’da bulunan köylülerini de ziyaret etmişler. Hediyeler, gâvur paraları ve birer tane de o zamanın kocaman kasetli video oynatıcılarından verilmiş kendilerine. Bunlarla, çok sayıda video kasetiyle, kocaman bavullarla dönmüşler İstanbul’a. Dönmüşler, dönmesine ya, havaalanında inceden inceye aranmış iki ninenin bavulları. Video kasetlerinin bir-ikisi incelenmiş. Pasaport, vize verip gönderen devletin polisi, döndüğünde yarı Türkçe yarı Kürtçe konuştuğu için “Türkçe konuş, Türkçe” diye bağırmış Kürt nineye.
Bu iki nine, İstanbul’da da, Almanya’ya gidişine vize verilmeyen büyük ninenin torununun evine gitmişler. Almanya’dan gelen renkli animasyonları ve Türk filmlerini izlemek için, getirdikleri video oynatıcıyı kurmuş evdekiler. Almanya görüp gelmiş iki nine, filmi izlerken komik olan sahnelere kahkahayla gülüyorlarmış. Almanya’ya gidememiş olan büyük babaanneyse yamışağını (başörtüsünü) iyice yukarıdan bağlayarak gözlerini kapatıp yüzünü yana çevirerek, “boy ay gız, heç Balaede’den (çoluk çocuk) de utanmeler” demiş. Almanya görüp gelen iki küçük nine birlikte gülmüşler. Karapapak nine, “ay erğebe, (akraba, dünür) Alaman’da senin yaşındakı arvatdlar aha bele gısa eteh geyeller” demiş. Aklına izledikleri Kürtçe çocuk animasyonu gelmiş, “Booy, Alamanın Kuçikleri Kürtçe Gonuşordu” demiş. Büyük nine gelinine inanmaz gözlerle bakmış. Yalnız, büyük nine değil, evdeki büyük küçük kimse inanmamış. Evdekilerin çoğu da Kürtmüş. Almanya’dan dönen nine, birlikte gidip birlikte döndüğü gelininin annesine bakmış, kendisini doğrulaması için. Karapapak nine, Kürt ninenin imdadına yetişmiş: “Ele gözel çayırları, ağan böyüh çayları varıydı kı. Balaja gudikler, balaja, balaja, uşağların hamısı Kürçe konuşordu. Men ne dedihlerinin çoğunu anlamadım. Aynı köyde, bizim Küdder kimi, itin balasına kuçik deyilerdi. Suya av, epeye nan deyilerdi” demiş. Evdeki herkes bir diğerine şahitlik eden ninelerin anlattıklarına inanmış.
O nineler bu dünyadan göçüp gideli çok zaman oldu. Küçük Emrah büyüdü, saçlarına aklar düştü. Ama bu Kürt düşmanlığı hiç değişmedi. Kürtlere Kürt olduklarını unutturmak için dillerini yasaklamaya devam ettiler. İsmi Welat olan 7 yaşındaki çocuk, anasının babasının doğup büyüdüğü ülke sınırından tek başına geldiği ülkeye gönderildi. Nüfus dairesinde çalışan memur, isminin içinde “W, X, Q, harfi bulunan çocuk isimleri için ya “bu isim olmaz” diyor ya da kendisi bir isim yazıyor. İşi çocuklara okumayı-yazmayı, yani hayatı öğretmek olan güya öğretmen kişi, ismi Kürtçe olan çocuğa “senin adın Ramazan olsun” diyebiliyor. Hrant Dink’e işkence yapan polisin “Hrant diye isim mi olur, senin adın Fırat olacak” demesinden hiçbir farkı yoktur bunun. Hele o bir çocuksa çok daha ağır bir işkencedir. Egemen ve gerici zihniyetin yöntemleri değişse de kendisi değişmiyor. Uzun müddettir Küçük Emrahlar, Küçük Ceylanlar yerine bakanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları TV ekranlarından eksik etmedikleri “her derdimize derman” programlarında ağlayarak ağlatır oldu koca yığınları. Lakin egemenlerin de çok iyi bildiği bir şey var: Gerçekler inatçıdır! İşte zalim egemenler bu inatçı gerçeklerden ölümüne korkuyorlar. Ezilen milyonlar, egemenlerin o korkularını eninde sonunda gerçek kılacak!
link: İstanbul’dan MT okuru bir işçi, “Booy, Alamanın Kuçikleri Kürtçe Gonuşordu”, 18 Ekim 2016, https://marksist.net/node/5344
Emperyalist Zirveler ve Burjuva İkiyüzlülük
Yapıcıların Yüreği!