Başbakanlık tarafından hazırlanan ve “Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları” hakkında işlem yapılacağını belirten bir genelge, 17 Şubat tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Söz konusu genelgeyle, topun ağzına yerleştirilmiş olan muhalif kamu çalışanlarının işten atılmasına yasal kılıf hazırlanmış ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu bu şekilde delinmeye girişilmiştir. “Terör örgütlerine yardım”, “legal görünümlü illegal yapılar” gibi muğlak ifadelerle, hükümetin yasakladığı eylemlere katılan, hükümetin politikalarına muhalif olan kamu çalışanlarının iş güvencesi ellerinden alınmak isteniyor. Hükümet bu konudaki kapsamlı bir saldırıyı ise, 657 sayılı kanuna ilişkin değişikliği önümüzdeki günlerde meclise sevk ederek gerçekleştirmeye hazırlanıyor.
Hükümetin politikalarına karşı tutumları, eylemleri “terör” kavramı içine sokuşturan AKP, sendikaların güçsüzlüğünü de fırsat bilerek, uzun zamandır 657’de yapmayı düşündüğü değişiklikleri gerçekleştirmek için fırsat yakalamış oldu. AKP’nin hedefinde öncelikle KESK var. Ancak onunla sınırlı değil; Kürtler, sosyalistler, Gülenciler ve diğer muhalifler topun ağzına konmak isteniyor.
AKP iktidara geldiğinden bu yana, yoksulların savunucusu pozlarına rağmen gerçekte en hasından bir sermaye partisi olduğunu milyon kez ispatladı; o günden bu yana işçilerin, emekçilerin birçok hakkını gasp ederek sermayenin kasasını dolduruyor, sermayesi büyüyen bir Türkiye yaratmak için canla başla çalışıyor. Taşeronlaşma, esnek çalışma, iş saatlerinin uzaması, ücretlerin düşürülmesi için pek çok yasal değişikliği hayata geçirdi. Kıdem tazminatına uzattığı eliyle de iş güvencesini ortadan kaldırmak istiyor. Kamu çalışanlarına dönük saldırılar da önüne koyduğu planlar arasındaydı.
AKP, 2011’den bu yana “kamu personel rejimi”ni hayata geçirebilmenin fırsatlarını bekliyordu. Ama kendi iktidarını perçinlemek, Erdoğan’ın başkanlık planlarının önünde riskler yaratmamak amacıyla gündeme gelmesi için uygun zaman, uygun fırsatlar ve bahaneler bekledi. 30 Ekimde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu ATV’de katıldıkları bir programda 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun değişeceğinden bahsetmişlerdi. Erdoğan Gülencilerin devlet içindeki varlığına dair şunları söylemişti: “Ne yazık ki bu paralel yapı devletin içerisine sızmış virüs gibi. İstihbaratta da var, milli istihbarat, emniyet teşkilatı, TSK bütün bunların hepsinde bunlar var. Ve buralarda çok ciddi iletişim sağlamaya devam ediyorlar. Bakanlıkların içerisinde hemen hemen hepsinde var. A’dan Z’ye temizlemek mümkün değil. Her şeyden önce 657 değiştirilmediği sürece bu iş çözülmez.” Zamanında beyinlerine, entrikacı yeteneklerine ihtiyaç duyup her taşın altına çeşitli hilelerle yerleştirdikleri Gülencilerden bir türlü kurtulamayan AKP, bunları bahane edip 657’ye saldırıyı meşrulaştırmaya girişti.
AKP’nin hesabı kamuda kendi politikalarına muhalif olanları temizleyip bırakmak değil elbette! Aynı zamanda tüm kamu çalışanlarının iş güvencesini ortadan kaldırmak, çalışma koşullarını keyfi ve kuralsız bir biçimde belirlemek, hükümetin emrine koşulmuş yöneticileri tam anlamıyla emir kulu haline getirip zapturapt altına almak amaçlanıyor. Ama buna itirazlar yükseleceğini ve bu oldukça amacına ulaşmayı başarmasının çok kolay olmayacağını da biliyor. Bu yüzden bugün özellikle kamu çalışanlarının büyük bir kısmının tepkisini almamak için “terör” sopasını kullanarak muhalifleri ivedilikle temizlemek istiyor.
AKP yürüttüğü kanlı politikalara karşı olan herkesi terörist ilan etmiş durumda. Bir canlı yayına bağlanıp, bölgesinde insanlar acı içinde kıvranırken, başka bir gezegende yaşıyormuş gibi eğlenen, bu eğlenceyi seyretmek için ekrana kilitlenmiş insanlara seslenen öğretmen Ayşe Çelik, “ülkenin doğusunda yaşananların farkında mısınız? Burada yaşananlar ekranlarda çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın. İnsan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duyun ve artık bize el verin. Yazık; insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın” dediği için, PKK propagandası yaptığı gerekçesiyle hakkında terör soruşturması başlatılmıştı. Operasyonların sürdüğü bölgelerde yapılan baskıların, katliamların, sürgün politikasının sona ermesi için “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalayan 1128 akademisyeni Cumhurbaşkanı Erdoğan “aydın müsveddesi, karanlık, cahil” ilan etmiş, “bu devletin ekmeğini yiyip bu devlete ihanet edenlerin cezalandırılması gerekir” demişti. Bu talimat üzerine YÖK, bildiriye imza atan öğretim üyeleri için hukuki inceleme talimatı vermişti. YÖK sadece kendi kanunu ile değil, 657 sayılı kanuna göre inceleme yapacağını, “ideolojik ve siyasi amaçlarla kurumların huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozmak” maddesini işletip imzacı akademisyenleri memuriyetten çıkarabileceğini duyurmuştu. Bunun ardından üniversite yönetimleri imzacı akademisyenlere dönük “cadı avı” başlatarak soruşturmalara ve işten atmalara girişti. Akademisyenlerin bazısı üniversitelerdeki odalarından, bazısı sabahın kör karanlığında evlerinden polis zoruyla gözaltına alındılar.
Medya her gün, kitleleri kandırmak için, yürüyen savaşta kimin haklı kimin haksız olduğu konusunda yalanlar üretirken, doğruyu arayanları, haksızlığa karşı duranları terörist ilan ederken, olayları anlamaktan uzak kitleler her gün biraz daha gerçeklere sırtını dönüyor, korkuyla suskunlaşıyor. Kürt illerinde yürütülen kirli savaşın teröre karşı yapıldığı iddia ediliyor. İnsanların sokakları, evleri yaşanamaz hale getirilip, haftalarca, aylarca abluka altına alınıyor, cenazesini sokaktan alamaz, mezarlığa götüremez hale getiriliyor. Derin dondurucuda bekletilen çocuk cenazeleri karşısında insanların susmaları isteniyor. Yaralıların hastaneye gitmesi engelleniyor, keskin nişancılar hastanelere girenleri katletmeye çalışıyor, doktor ve hemşirelerin yaralıları tedavi etmeleri engelleniyor. Görevini yapmak isteyen sağlık görevlileri terörist ilan ediliyor ve tutuklanıyor. Göz göre göre bunlar yaşanırken, batıda, bu savaşta yaşanan gerçekleri kimse bilmesin diye medya her türlü yalan malzemeyi kullanıyor. Haber7.com sitesi, 25 Ocak 2016 tarihinde, Kürt illerinde yaralıları tedavi eden doktor ve hemşirelerin tutuklanmalarını “657’ye tâbi teröristler memurluktan atıldı” diye başlık atarak haber yapabiliyor. Devlet vuruyor, doktor ve hemşirelerin seyretmesini istiyor ve apoletli medya seyirci kalmayanları haberin devamındaki şu içerikle hain ilan ediyor: “Doğu ve Güneydoğuda bu amansız mücadele sürerken hainlerin yanında yer alan kamu görevlilerini de temizlemek için düğmeye basıldı.”
Mevcut kanunun 125/E maddesine (“ideolojik veya siyasi amaçlarla kurumların huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozmak, boykot, işgal, işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak veya bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek veya yardımda bulunmak”) dayanarak zaten terör kapsamında soruşturulan memurlar görevinden el çektiriliyordu. Ama 17 Şubattaki genelgeyle terör kavramı muğlaklaştırılmış, kapsamı genişletilmiştir.
Gerçek şu ki, hükümet uzun zamandır 657’yi rafa kaldırıp “personel rejimi reformu”nu hayata geçirmeye çalışıyor. Böylelikle iş güvencesini ortadan kaldırmak, aynı işi yapan kamu çalışanlarının arasında ücret farklılıkları yaratmak, iş yükünü arttırmak, yöneticileri görevden alma, görev yeri değiştirme inisiyatifini genişleterek kamu çalışanlarını cendere altına almak istiyor.
AKP hükümeti işçi sınıfını daha fazla sömürebilmeleri için çeşitli yasalarla patronlara hizmet veriyor. Sıra devletin sırtında kambur sayılan, kamuda çalışan 3 milyondan fazla çalışana gelmiş durumda! Bugün izlenen politikalarla bu hedef gerçekler karartılarak, sinsice gerçekleştiriliyor. Elbette bugün yapılması gereken taşıdığı birçok gerici yönleriyle 657’yi sahiplenmek değil, tüm çalışanların iş güvencesini ilgilendiren değişikliklere karşı olmak, toplumun tüm kesimlerini bu konuda bilinçlendirmek, mücadeleye çekmektir.
AKP, milyonlarca insanı korkutup sindirmeye çalışarak, izlediği faşizan politikalara sessiz kalmalarını sağlamak istiyor. Artık sesini çıkaran, eleştiren, muhalefet eden herkes terörist sayılıyor. Terörist ilan edilenlere destek olanlar da öyle. Korkuyla toplumu yönetmek istiyor. “Sus, yoksa terörist olursun” diyor. Bugün yapılması gerekeni daha iyi kavramak için dönüp geçmişte yaşananlara bakmak yerinde olacaktır. Avrupa halklarının faşizmin çizmesi altında ezildiği dönemde Kilise yöneticisi olan ve Almanya’da Protestan kilisesinin Nazilerle işbirliği yapmasına muhalefet ettiği için toplama kampına gönderilen Martin Niemöller, o dönem yaşananları, faşizmin yolunu açan süreci, şu sözlerle özetliyordu: “Önce komünistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım, çünkü komünist değildim. Sonra sosyalistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım, çünkü sosyalist değildim. Sonra sendikacıları götürdüler, sesimi çıkarmadım, çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri götürdüler, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Sonra Katolikleri götürdüler, sesimi çıkarmadım, çünkü Katolik değildim. Sonra beni götürmeye geldiler, benim için sesini çıkaracak hiç kimse kalmamıştı.”
link: Aylin Dinç, AKP Kamu Çalışanlarının İş Güvencesine de Göz Dikti, 2 Mart 2016, https://marksist.net/node/4952
“Sermayeyu Cerattepe’dan Taniyun!”
Cizre’de, Sur’da Katledilen Kız Çocuklarına