“Evet, biz işçiler ... kaldırılamaz bir baskı ve acılarla dolu bir yaşam sürdürüyoruz. Bizim kuşağın karşı karşıya oldukları güçlükler, babalarımızın çektiklerinden daha da zordur. Ama bir yönden, biz, babalarımızdan daha şanslı sayılırız. Biz dövüşmeyi öğrenmeye başladık ve hızla öğreniyoruz, hem de en iyisini. Babalarımızın yaptığı gibi, birey olarak dövüşmek değil, ... burjuva lafebelerinin sloganları için değil, kendi sloganlarımız için, sınıfımızın sloganları için dövüşmeyi öğrendik. Babalarımızdan daha iyi dövüşüyoruz. Çocuklarımız bizden daha iyi dövüşecekler ve zafer onların olacaktır.” (Lenin)
Dünyanın kapitalist blok ve sözüm ona “sosyalist” blok olarak ikiye bölünmesinin 1980’li yılların sonunda ortadan kalkmasıyla birlikte burjuvazi, ekonomik, politik ve ideolojik alanda işçi sınıfına karşı fütursuz bir yeni saldırı başlattı. Tüm küremizi işçi sınıfının o güne kadar yarattığı değerlere, hak ve kazanımlara karşı azgınca bir saldırı furyası kapladı. 1980’li yılların sonları ve 1990’lı yıllar işçi sınıfı için gericilik yıllarıydı. İşçi sınıfı hareketinde durgunluk ve dağınıklığın, ümitsizlik ve yılgınlığın yaşandığı bu yıllarda, grevler, direnişler ve çeşitli işçi eylemleri yaşandıysa da, bunlar genel eğilimi değiştirememişti.
Türkiye açısından bu gericilik dönemi aslında 12 Eylül 1980’deki askeri darbeyle birlikte başlamıştır. Burjuvazinin ekonomik saldırılarını göğüsleyecek işçi örgütlenmelerinden biri olan sendikalar ya dağıtılmış ya da sendika bürokrasisi aracılığıyla etkisizleştirilmiş, ehlileştirilmiştir. İşçi sınıfının önderliğine soyunan siyasal çevre ve örgütlenmelerin yanlışları, yanılgıları ve askeri diktatörlük altında örgütsel varlıklarını koruyamamaları, bu alanda da bir dağılma ve tasfiyeye neden olmuştur. Bu nedenle mücadeleler yaygınlaştırılamamış ve genelde yenilgiyle sonuçlanmıştır. Bu da genç işçi kuşaklarında yılgınlık ve hiçbir zaman “kazanılamayacağına” dair bir ruh hali yaratmış ve onları örgütlü sınıf mücadelesinden uzaklaştırmıştır.
Bugün sendikalara çöreklenen bürokrasi işçi sınıfının bu olumsuz durumdan kurtulması için hiçbir şey yapmamakta, bir şey yapmaya girişen öncü ve bilinçli işçileri de kendisi için bir tehlike olarak görüp ya etkisizleştirmekte ya da tasfiye etmektedir. Sendika bürokrasisi uzunca bir süredir işçi sendikalarını burjuva siyasetinin yedek gücü haline getirmiştir.
Genç işçi kuşakları bu örgütsüzlük ve dağınıklığın sonucu olarak, geçmiş örgütlenme ve mücadele deneyimlerinden çıkarılacak ve bugünün mücadelelerine ışık tutacak derslerden mahrum bırakılmaktadır. Şubeler düzeyindeki mütevazı çabalar bir kenara bırakılırsa, sendikalar genelde görevlerini yerine getirmekten çok uzaktırlar. İşçi sınıfının tarihsel mirasını ve hafızasını bugünün ve geleceğin işçi kuşaklarına aktaracak olan, sınıf bilinçli ve öncü işçileri devrimci bir siyasal örgütlülük içerisinde birleştirebilecek bir önderliğin olmadığı koşullarda, sınıf hareketinin ve sendikaların mücadeleci bir zemine çekilmeleri de olanaklı değildir.
İşçi sınıfının sömürüye karşı verdiği mücadele tarihinde, sayısız yenilgilerin yanı sıra başarıyla çıktığı çok sayıda mücadeleler de olmuştur. İşte bu mücadele deneyimlerinden, yenilgilerden ve zaferlerden öğreneceğimiz muazzam dersler bulunmaktadır. Bu deneyimlerden biri de 12 Eylül askeri diktatörlüğünün uyguladığı baskı ve yasaklara rağmen başarıyla yürütülen ve birçok açıdan kazanımla bitirilen 1986 yılındaki Netaş grevidir.
12 Eylül 1980’den sonraki en önemli ve en büyük grev ise yine Netaş fabrikasında 18 Kasım 1986 yılında başladı. Toplu sözleşme maddelerindeki anlaşmazlık nedeniyle başlayan ve 3150 işçiyi kapsayan grev 93 gün sürdü. Grev, Ümraniye’deki ana fabrikanın yanı sıra diğer şehirlerdeki montaj tesislerinde çalışan işçileri de kapsıyordu. O günün koşullarında Netaş grevinin öne çıkan özelliği; coşkusu, militanlığı ve işçi sınıfı dayanışmasının pratik olarak örgütlenebilmiş olmasıydı.
Askeri diktatörlüğün baskı ve yasaklarla çevrelediği ve grev hakkını, örgütlenme hakkını, ekonomik ve siyasal hakları budadığı bir ortamda Netaş işçileri, Maden-İş kapatıldıktan sonra örgütlendikleri bağımsız Otomobil-İş sendikasıyla birlikte grev kararı almışlardı. O dönemde sendikacılar ve sol çevreler arasında “bu yasalarla grev yapılmaz” anlayışı yaygındı. Evet bu yasalarla grev yapmak çok zordu. Ama işçiler isterlerse her türlü zorluğu yenebilirlerdi. Netaş işçileri biliyorlardı ki, savaşı kazanabilmek için örgütlü ve hazırlıklı, yani güçlü olmalıydılar.
Sendika ve grev yasalarındaki sınırlamalara ve yasaklara rağmen, Netaş işçileri 93 günlük grevin sonunda, taleplerini büyük oranda kabul ettirerek işvereni dize getirmişlerdi. Üstelik işçilerin talepleri salt ücret artışı değildi. 6 yıl önce kaybettikleri ekonomik, sosyal ve demokratik haklarının en azından bir kısmını geri almak amacındaydılar. Örneğin yılda 6 ikramiye almışlardı, oysaki yeni yasada ikramiyeler 4 ile sınırlandırılmıştı. Disiplin kurullarında işçi ve işveren eşit sayıda temsil edilecek ve başkanlığı dönüşümlü olacaktı. İşten çıkarılan işçiye 3 ay daha ücret ödenmesini öngören işsizlik tazminatı talep ediliyordu. Bu taleplerin birçoğu bugün işçiler için hayal bile edilemez durumdadır. Ama Netaş işçileri, sendikaları ile birlikte aylar öncesinden tüm işçileri kapsayan çeşitli komiteler kurarak hazırladıkları 88 maddelik toplusözleşme taleplerine sahip çıkarak sonuna kadar savunmaya kararlıydılar. Ve bu kararlılık onları her türlü yasal sınırlamalara, baskıya ve grevi kırmaya yönelik tertiplere rağmen başarıya taşıyacaktı.
Netaş grevcileri, sağlam bir şekilde oluşturdukları kendi iç örgütlülüklerinin yanı sıra, diğer sendikalarla, çevre fabrikalarda ve işyerlerinde çalışan işçilerle, bölge halkıyla, çeşitli gençlik kesimleriyle de ilişkiler kurup o dönemin siyasal baskı koşullarında umulandan daha güçlü bir sınıf dayanışmasını örgütleyebilmişler ve ilgi odağı haline gelmişlerdi. Diğer birçok sektördeki grev ve direnişlere ilham ve örnek olmuşlardı. Fabrikanın önünde ve sendika şube binasında grevin hemen her günü dayanışma ve destek için gelen ziyaretçi gruplarıyla birlikte sınıf mücadelesinin coşkusunu yaşıyorlardı. İşçi eşleri ve aileleri de grevcileri hiçbir zaman yalnız bırakmamışlar ve grev mücadelesini sonuna kadar sahiplenmişlerdi. Sendikaların bölünmüşlüğüne rağmen tabanda militan, mücadeleci bir birlik zemini sağlanabilmişti. Onlar, grevin yürütülmesi işini sendikacılara havale ederek bir kenara çekilmek yerine, bizzat kendi öz güçlerine dayanarak, grev mücadelesinin öncesiyle-sonrasıyla nasıl yürütüleceğini gösterdiler. Netaş işçilerinin bu militan, mücadeleci tutumları sendika merkezinin uzlaşmacı ve mücadeleyi geriletici tutumlarının önüne geçilmesini de sağladı. Netaş işçileri biliyorlardı ki; sendika da onlardı, grev de onların greviydi. İşçiler sendikacılara şöyle seslendiler; “grevi yürütmeye niyetli değilseniz biz yürütürüz. Gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz.”
Netaş Grevi, sınıf mücadelesinin ve sınıf dayanışmasının sadece bir fabrikayla sınırlı olmadığını, yerel, ulusal ve uluslararası mücadele ve dayanışmanın zorunlu olduğunu bir kez daha göstermiştir. Netaş işçileri uluslararası dayanışmayı örgütlemenin her koşulda mümkün olduğunu da bu alanda yaptıklarıyla kanıtlamışlardır. Avrupalı sınıf kardeşlerinden önemli miktarda maddi destek görmüşlerdir.
İşçi sınıfının sindirilmeye çalışıldığı 12 Eylülün bu karanlık döneminde örgütlenebilen Netaş grevi, tüm işçi sınıfı için bir umut, “bu yasalarla grev yapılmaz” anlayışının yaygınlaştığı bir ortamda, yılgınlara, yorgunlara ve uzlaşmacılara ise bir tokat olmuştu.
Gazetelerde, televizyonda ve her platformda burjuvazi, işçi sınıfının her türlü hak mücadelesini ve grevlerini cinayet, soygun, hırsızlık vs. gibi toplumun nefretini kazanacak haberlerle birlikte sunuyor ve işçi sınıfını sindirmeye, emekçi kesimlerin ve gençliğin örgütlü mücadeleye yönelen ilgisini kırmaya çalışıyordu. Netaş grevcilerinin inancı, bilinci, örgütlü mücadeleye yatkınlığı, burjuvazinin bu azgın saldırılarını zayıflatmada önemli bir işlev görmüştür.
Netaş işçileri, grevleri sırasında, sınıfın kurtuluşu ve toplumsal özgürlük mücadelesinde örgütlü politik mücadeleyi sürdüren devrimcilere de sempatiyle yaklaşmışlardır. Grev mücadelesini salt bir ekonomik hak mücadelesi olarak değil Türkiye işçi sınıfı adına da mücadele ettikleri bilinciyle ele almışlar ve yürütmüşlerdir. Çünkü bu grevin kazandığı zafer, sınıf mücadelesi ve dayanışması geleneklerini sahiplenme ve hayata geçirme tutumu, daha sonraki mücadelelere esin kaynağı olacak, '89 bahar eylemlerinin ve kamu emekçilerinin sendikalaşma mücadelelerinin yolunu açacaktı. Netaş grevi, işçi sınıfının içinde bulunduğu sendikal bölünmüşlüğe rağmen, Hak-İş, Türk-İş ve diğer bağımsız sendikalara bağlı pek çok işyeri ve fabrikadan işçilerin hak alma mücadelelerine esin kaynağı olmuştur.
Tüm bu gelişmelerin yanı sıra, Netaş grevi ve diğer bütün mücadele deneyimlerinin ortaklaştırılması, yaygınlaştırılması ve yeni işçi kuşaklarına aktarılması sağlanamadığından, bugünün genç işçileri her şeye sıfırdan ve el yordamıyla başlamak durumunda kalmaktadırlar. Bugün, orada burada patlak veren grev ve direnişlerde, örgütlenme çabalarında işçiler tecrübesizlik ve bilinçsizlikten kaynaklı hata ve eksikliklerle dolu, genelde başarısız deneyimler yaşamaktadırlar. Eğer, Netaş grevcilerinin yaptıkları gibi örgütlü bir güç oluşturarak mücadeleyi yürütebilseydiler, bu süreçte ortaya çıkabilecek olan işçi mücadelelerine büyük bir moral güç katacak olan Paşabahçe direnişi deneyimi de göstermiştir ki, sürekli yenilgilerin yarattığı moral bozukluğu ve kayıtsızlık, sendikal bürokrasinin işçi sınıfı üzerindeki egemenliğinin devam etmesine zemin yaratmaktadır.
İşçi sınıfının bugün içinde bulunduğu dağınıklığa rağmen, kapitalist düzeninin yarattığı yoğun sömürü, işsizlik, açlık ve sefalet koşulları, işçiler arasında derin bir kin ve nefret uyandırmaktadır. Burjuvaziye karşı içten içe gelişen bu nefreti örgütlü ve bilinçli bir sınıf mücadelesine dönüştürmek için, Netaş grevi gibi militan mücadele deneyimlerinin unutulmaması gerekir. Daha dün yaşadığımız ve işçilerin örgütsüz, bilinçsiz ve geçmiş mücadele deneyimlerinden habersiz oluşları nedeniyle, sendikal bürokrasinin etkisiyle dağılmayla sonuçlanan Paşabahçe direnişini de hatırlayalım. Gerek başarılı, gerekse başarısız deneyimlerden doğru derslerin çıkarılması, sınıf bilinçli işçilerin ve sosyalistlerin en önemli görevlerinden biri olmalıdır.
Netaş grevi deneyiminden çıkarılacak ilk önemli ders şu olmalıdır: eğer işçiler örgütlü, bilinçli ve kararlı olurlarsa en olumsuz koşullarda bile zafer kazanabilirler.
12 Eylül öncesi dönemdeki sınıf mücadelesi deneyimlerini yaşamış işçiler ve sınıf devrimcileri, grev öncesinde ve grev süresince mücadelenin fiilen içinde olmasalardı grevin örgütlenmesi ve yürütülmesi aynı başarı düzeyine ulaşamazdı. Örgütlülük bilincine ulaşmış işçiler sınıf mücadelesinin araçlarından biri olan sendikalarına sahip çıkarlar, denetlerler ve “sendika biziz” bilinciyle hareket ederlerse sendikalar bürokrasinin denetiminden kurtarılabilir. Ancak bu görevin yerine getirilebilmesi için sınıf mücadeleci bir sendikal anlayışın sahiplenilmesi ve yerleştirilmesi zorunludur.
15-16 Haziran genel direnişi, DGM direnişleri, Alpagut ve Profilo direnişleri, Netaş grevi, ulusal ve uluslararası düzeyde gerçekleşen diğer tüm işçi mücadeleleri göstermiştir ki, sonucu işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi belirlemektedir. İşçi sınıfının mücadelesini devrimci siyasal temelde örgütleyebilecek, sınıf bilinçli ve öncü unsurları içinde barındıran uluslararası devrimci bir önderlik yaratılmadıkça, mücadelenin sürekliliği ve zaferi garantilenemeyecektir.
Lenin’in de dediği gibi, “işçi sınıfı ya örgütsüzdür ve hiçbir şeydir ya da örgütlüdür ve her şeydir.”
link: Marksist Tutum, 1986 Netaş Grevi, 18 Kasım 2003, https://marksist.net/node/440
TC’nin Dış Politikasının Temelleri ve Yayılmacı Emelleri
İmam-Hatip Liseleri, Laiklik ve TC