“Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor; komünizm hayaleti.”
Karl Marx ve Friedrich Engels bundan 167 yıl önce beraber kaleme aldıkları Komünist Manifesto’ya bu cümleyle başlamışlardı. Kaderin cilvesinden midir bilinmez, Manifesto’nun yayınlanmasının üzerinden henüz birkaç hafta geçmişken Avrupa’nın pek çok yerinde ardı ardına 1848 devrimleri patlak vermişti. O fırtınalı mücadele yıllarından günümüze, burjuvazinin her türlü karalama ve çarpıtma kampanyalarına maruz kalan Manifesto, geniş işçi ve emekçi yığınlarının ise büyük ilgisini çekmiş, komünistlerin pusulası olmuştur.
İki kadim dost tarafından oluşturulan bu başyapıtın, değişik dünya dillerinde sayısız basımı yapıldı. Son olarak geçtiğimiz günlerde İngiltere’nin en prestijli yayınevlerinden biri olan Penguin Reader, 80. yılına özel 80 adet dünya klasiği serisi bastı. Bir haftada 70 bin kopya satan bu serinin liste başı Komünist Manifesto oldu. Bir haftada 2 bine yakın Komünist Manifesto satılırken, yayınevi 100 binlik baskıya geçtiğini duyurdu. Elbette Manifesto’nun değeri ve insanlık tarihinde tuttuğu yer bakımından, bu küçük bir gelişmedir; bununla birlikte bize birkaç noktayı vurgulama fırsatı sunmaktadır.
Tam da Komünist Manifesto’da çok açıkça ifade edildiği gibi, kendini bir dünya imparatorluğu olarak örgütleyen burjuvazi, kendi mezar kazıcısı olarak uluslararası işçi sınıfını yaratmıştır. Sermayenin tek elde yoğunlaşma eğilimi toplumun ezici bir kısmını işçileştirir ve işçi sınıfının yaşam standartlarını giderek aşağı çeker. Özellikle emperyalizm çağı, kapitalizmin bunalımlarının sıklaştığı ve dünya ölçeğinde işçi sınıfına yönelik yürüttüğü taarruzların şiddetlendiği bir çağdır. Tüm bunlar da işçi sınıfında giderek hoşnutsuzluğun artmasına neden olur. Komünistlerin görevi ise işçi sınıfında oluşan bu hoşnutsuzluğu bilinçli bir devrimci eyleme dönüştürmektir.
Günümüz dünyasında sınıflar arasındaki gelir uçurumu üzeri örtülemez bir hal almıştır. Örneklendirecek olursak, Oxfam adlı kuruluşun yaptığı araştırmaya göre, dünyadaki en zengin 85 kişinin geliri, en fakir 3 milyar 500 milyon kişinin gelirine eşittir. Aynı zamanda kapitalizmin giderek derinleşen tarihsel krizi ve bununla paralel biçimde yürüyen emperyalist savaş, sınıf çelişkilerinin tüm dünyada giderek keskinleşmesine neden oluyor. Bir yanda bir avuç asalak için ultra-zenginlik, diğer yanda geniş işçi, emekçi yığınlar için yoksulluk, açlık ve ölüm!
Keskinleşen çelişkiler tüm dünyada işçi-emekçi kitlelerde öfke patlamalarına yol açıyor. Dünyanın hemen her yerinde büyük ölçekli protestolar gerçekleşiyor. Açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, hak gasplarına ve baskılara karşı kitlesel işçi grevleri ve sokak protestoları gerçekleşiyor. Gittikçe daha fazla sayıda insan politikleşiyor ve bir çıkış arıyor. Marksist klasiklere ilginin artması, “acaba sakallı haklı mıydı” türdeşi soruların daha fazla sorulur olması, ancak bu analizleri destekleyici bir örnek olabilir. Elif Çağlı, Komünist Manifesto’nun 160. yıldönümü vesilesiyle kaleme aldığı “Manifesto’nun Sönmeyen Ateşi” adlı makalesinde işin özünü ortaya şu sözlerle koymuştur: “Devrimci sınıf örgütlülüğünün sesi yükseldiği ölçüde, kitleler kendilerine gerçekleri açıklayan ve onları anlamlı bir mücadeleye davet eden bu sese giderek büyüyen bir arzuyla kulak kabartmaya başlayacaklar.”
Sözün özü, kurulu düzenin geleceksizlikten ve yıkımdan başka bir şey getirmeyeceğini gören işçi sınıfı yavaş yavaş tarih sahnesine çıkıyor. Tehlike çanları kapitalizm için yeniden çalmaya başladı. Karl Marx’ın ve Friedrich Engels’in, Komünist Manifesto’dan Kapital’e uzanan geniş çalışmaları, bu gelişmelere bir buçuk asır öncesinden ışık tutuyor.
İşçi sınıfının devrimci önderlerinden Troçki’nin, iki büyük ustayı anarken “geleceğe bakarken kendilerinden önceki ve belki de kendilerinden sonraki herkesten çok daha uzak görüşlüydüler” cümlesini seçmesi, kuşkusuz süslü bir övgüden ziyade gerçekliğin ifadesiydi. Marksizme teorik ve pratik yönden azami derecede katkı sunan, Marksizmin devrimci özünün en büyük temsilcilerinden Lenin ise “Bugüne dek uygar dünyada örgütlü ve mücadeleci proletaryanın tümüne hayat ve hareket veren” şeyin Komünist Manifesto’nun “ruhu” olduğunu söylüyordu. Keza bu topraklardan devrimci Marksist geleneğe bağlanan Elif Çağlı’nın da makalesinde tüm parlaklık ve canlılıkla ifade ettiği gibi; “Tüm dünya ülkelerinde Manifesto zaman içinde bir öncü işçi kuşağından diğer bir öncü işçi kuşağına intikal eden devrimci bir miras haline gelmişse, bu boşuna değildir. Zira o, yazıldığı dönemi fersah fersah aşan ve bütünsel olarak kapitalizm çağının temel eğilimlerini sergileyen bir niteliğe sahiptir. Bu devrimci program, dünya işçilerinin kapitalist sömürü sistemine karşı kararlı ve uzun soluklu bir savaş ilanıdır.”
Bizler her geçen gün durmaksızın ve yorulmaksızın, “Manifesto’nun sönmeyen ateşi” karşısında tir tir titreyen burjuvaziye, “tarihin sonu”nu ilan edenlere, sınıf mücadelesinin inişli çıkışlı seyrinde soluğu kesilenlere, Marksizmin eskidiğini ve demode olduğunu söyleyen döneklere meydan okuyor ve “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan, fakat kazanacağı koskoca bir dünya olan” uluslararası işçi sınıfına, Manifesto’nun savaş narasıyla sesleniyoruz: Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin!
Yüzyıllardan bu yana bağrında yatan sınıf kini ve giderek biriken öfkesiyle şu anda üretken ellerini toprağa basıp yavaş yavaş doğrulmaya çalışan dünya işçi sınıfı, tüm heybeti ve görkemiyle ayağa dikilip yükselen bu savaş narasına ses verdiğinde insanlığın bütün düşleri gerçek olacaktır.
Dünyanın geçmişini, bugününü ve geleceğini tüm çıplaklığıyla anlamaya ve onu değiştirmeye kılavuzluk eden devrimci Marksizmi bize ve tüm insanlığa taşıyan, armağan eden bütün büyük ustalara selam olsun!
link: İstanbul Üniversitesi’nden MT okuru bir öğrenci, Avrupa’da Bir Hayalet Dolaşıyor: Komünist Manifesto!, 26 Mart 2015, https://marksist.net/node/4078
Frankfurt’ta Polis Terörü
AKP’de Öncü Sarsıntılar