Yakında yeni bir yarışma programı başlıyor: çırak. Amerika’dan ithal bu yarışma programı, burjuva medyanın yeni incisi. Tüm yarışma programlarında olduğu gibi burada da sonuçta kazananı bir ödül bekliyor. Yarışmayı yöneten “büyük” patronun yanında yüksek maaşla çalışma şerefi ve onuru, kazanan şanslı yarışmacının olacak!
Yarışmaya 30 bin kişi başvurmuş. En son elemeden önce 552 kişi finale kalmış. İlginç olanı, bu 552 kişinin hepsi de kendi işyerine sahip. Buna rağmen 15 bin YTL maaşla işe girmek için yarışmaya katılmışlar. Sonuçta 18 finalist yarışmaya katılmaya hak kazanmış.
Bu 18 kişi çeşitli yeteneklerini sergileyerek birbirleri ile rekabet edecekler. Her biri “büyük” patrona en çok kendisinin ona para kazandırabileceğini, en fazla kârı kendi üstünden sağlayabileceğini göstermek için, taktığı at gözlüğüyle hipodromda var gücüyle koşacak. Birbirlerinin ayağını kaydırmaya çalışacak, kumpaslar kuracaklar. Hepsinin yüzündeki endişe ve nefret duygusu, maske gibi mimiksiz, samimiyetsiz ve buz gibi ifadelerinin altında kaybolacak. Plaza insanlarına özgü, nasıl çıktığı anlaşılamayan bir ses tonuyla ve asla Türkçe vurgularına uygun olmayan bir konuşma tarzıyla diğerlerinden ne kadar da farklı ve üstün olduklarını kanıtlamaya çalışacaklar. Her biri, hiçbir insani değer tanımaksızın verilen işi yaparak ne kadar “profesyonel” olduğunu, müşterileri kandırarak yaptığı satışlarla ne kadar “yetenekli” olduğunu göstermeye çalışacak.
Sistem, bu tür yarışmaları, kitlelere mevcut hayatlarından kurtuluşun bir yolu olarak sunuyor. Yarışmacılar kimi zaman şanslarını, kimi zaman bilgilerini, şimdilerde de “aşık olma” hızlarını yarıştırıyorlar. Bu tür yarışmaların doğası gereği, ödülün kolay kazanılamayacak bir maddi değer olması gerekir ki, yarışmaya talep yüksek olsun, rekabet kızışsın, hayatlarından memnun olmayan herkes o yarışmacılardan biri olmayı hayal etsin ve böylece işçi sınıfı kendi kurtuluşunun yolunu bireysel olarak bu şans oyunlarında arasın ve sistem kendini yeni hayaller üzerinden yeniden üretebilsin.
Kapitalizmin geldiği bugünkü noktada artık kimse Amerikan rüyasından bahsetmiyor. Gazetelerde her gün çıkan “simitçiydi fabrikatör oldu” haberleri de artık yok. Artık bu masallarla işçileri hayal âlemine sürükleyemediklerini biliyorlar. üstelik katılanların kendi işyerleri olan kişiler olduğu düşünüldüğünde, sınıflar arasındaki ayrışmanın nasıl bir noktaya ulaştığı görülebiliyor. Gerçekten de bugün “büyük patron” olmak artık normal bir insan ömrünün sınırlarını aşan bir sermaye birikimini gerektiriyor. Dolayısıyla bir işçinin patron olma ihtimali piyangodan çıkan ikramiyelerle bile pek mümkün görünmüyor. Bunun için de burjuvazi üretim araçlarından yoksun işçi sınıfının daha iyi yaşam özlemine yeni bir cevap buldu: İmtiyazlı kölelik!
Bulutları delen gökdelenlerin tepesindeki koltuklarından, aşağıya, yaşama amacı arayan genç işçi nesline şöyle bağırıyorlar: “Patron olamayabilirsiniz ama diğerlerinden daha çok paraya sahip olabilirsiniz. Ancak böyle kendinizi daha özel ve ayrıcalıklı hissedeceksiniz. Bunun için ise tüm hayatınızı benim çıkarlarım doğrultusunda çalışarak geçirmelisiniz. Karşılığında sadece hayatınızı ve ruhunuzu istiyorum.”
Kapitalizmin verebileceği sadece yabancılaşma, mutsuzluk, yoksulluk, yorgunluk, savaş ve yıkım olabilir. Aslında bu cümlede “sadece” diye bir kelime kullanmak yanlış oldu. çünkü listeyi maalesef her türlü felâketin farklı ifade biçimleriyle uzatabilirsiniz.
Sonuç olarak tüm zenginliğin üzerine oturup bizi önümüze atılan kırıntılarla kandırmak istiyorlar. İktidarlarını sağlayan tüm zenginliği işçi sınıfı üretiyor. Burjuvazi bu üretilenlere el koyarak işçi sınıfını yoksulluğa mahkûm ediyor. Sonra da hazinesinden çıkardığı uyduruk bir parçayı sallayıp, daha iyi bir yaşam umuduyla gördükleri parçayla ağızları sulanan kitleleri peşinden sürüklüyor. üstelik bu aşağılamayı eğlence programı haline getiriyor. Günlük hayatımız içinde verdiğimiz iş bulma ve yaşam mücadelesini yarışma programı haline getirip, hem yaşananı meşrulaştırıyor, hem de huzursuz ve mutsuz kitlelere yeni umut baloncukları dağıtıyor. Zaten kapitalizmden başka bir sistem de köleliği ödül olarak pazarlayamazdı.
Burjuvazi tarihte göstermeye pek de cesaret edemediği bir rahatlık, aymazlık ve küstahlık gösteriyor. İşçi sınıfının uluslararası önderliğinden yoksunluğu nedeniyle sınıf tavrını koyamadığı ve sisteme karşı muhalefetin sınıf siyasetinden epeyce uzak olduğu bu dönemde, işçi sınıfına ve onun tarihsel kazanımlarına hiçbir şeyden korkmadan saldırıyor. Artık sınıflı bir toplum olduğunu ideolojik olarak bile gizleme ihtiyacını hissetmiyor.
Açıkça herkesin izleyebileceği köle pazarları kurup bir de bunları birbirleri ile yarıştırabiliyor. Oysa en güçlü olduğunuzu zannettiğiniz an yenilgiye en açık olduğunuz andır!
Yaşadığımız topluma bakmalı ve baktığımızı görmeliyiz. Görmek yetmez, öfkemizi bilinçle yönlendirmeliyiz. İnsanlığı maddi-manevi korkunç bir yıkıma götüren bu zorba sisteme karşı örgütlenmeli, yeniden enternasyonali yaratmak için tüm gücümüzle mücadele etmeliyiz ki bu vampirler krallığı, gelecek nesillerin yaşamlarında sadece bir tarih bilgisi olarak yer alsın.
İşçi sınıfı çok da eski sayılmayacak bir tarihte attığı yumrukla kapitalist sistemi sallamıştı. şimdi koltuklarından çok emin bir tavırla, göğüslerini gere gere dolaşıyorlar. Ama işçi sınıfının tahta kazığını onların göğüslerinin tam ortasına saplayacağı günler hiç de uzak değil!
link: bir MT okuru, Koş çırak kooş ..., 2 Mart 2005, https://marksist.net/node/403
Kapitalist Dünyada Çocuk Olmak
2.Bölüm