Bilgisayar sektöründe çalışan bir işçiyim. Biz işçiler, çalıştığımız işyerlerinde farklı farklı patronlara çalışıyoruz ama patronlar farklı da olsa, bize uyguladıkları yöntemler ve ayak oyunları hep aynı oluyor. çalıştığım işyerlerinde bunlarla ilgili yaşadığım deneyimleri aktarmak istiyorum.
Çalıştığım fabrikanın üretim bölümündeki işçiler, hafta sonu çalışmıyor ama yönetim binasındaki tüm personel hafta sonu da çalışıyor. Yönetim binasında çalışan işçiler de, üretim binasındaki işçilerle aynı maaşı almasına rağmen, patronun onlara verdiği abuk sabuk sıfatlar nedeniyle fabrikanın üretim bölümündeki işçilerden ayrı bir statüdeler. öğlen yemekleri bile üretim bölümündeki işçilerden ayrı saatte veriliyor. Patronlar işçileri aralarındaki ufak farklarla birbirlerine denetçi olacak biçimde örgütlemeye çalışırlar!
Patronlar, tek tek işçilere işsizler ordusunu göstererek, onlar için bir değerlerinin olmadığını, yerlerine çalışacak birçok kişinin bulunduğunu hatırlatırlar. Ucuza çalıştırabilecekleri kişileri işe alıp, bunlara işi öğrettikten sonra eski işçileri çıkartmaya başlarlar. Birileri gelir, birileri gider, kim daha ucuz ve daha fazla dayanıklıysa o bırakılır. üç kuruşa, baskı altında, stres içinde, karın tokluğuna çalışan işçiler öylesine yıpranırlar ki, zamanla ister istemez, işlerine duydukları “saygıyı” kaybeder, işlerine yabancılaşırlar.
Stajyerlere kendi işleri haricinde ne kadar iş varsa yaptırılır.
Patronlar bol keseden sorumluluk dağıtmayı severler, “sen yardımcısın”, “sen şefsin”, “sen müdürsün” denilerek, rütbeler bol keseden dağıtılır, ama maaşta bir değişiklik olmaz. Değişen tek bir şey vardır; o da artık sorumlu olduğun için daha çok mesai yapıp, patron için daha çok çalışmandır. Bir arkadaşımın çalıştığı şirkette, arkadaşımla beraber üç işçi çalışıyor, patron üç işçiyi de sorumlu yapmış ve fazla mesai ücreti ödemeden çalıştırıyor. İşin garibi aldıkları rütbeden dolayı bunlar, iki işçinin yapacağı işi tek başlarına yapmaya çalışıyorlar.
Çalıştığım fabrikanın yemekhanesinde, yemek sırasında işçiler haremlik-selamlık şeklinde oturuyor. Kadın arkadaşlardan birine, öğlen yemeğinde erkekler masasına oturduğu için ihtar vermişler ve ihtar yazısında “erkekler masasına oturdu” diye açık açık yazılmış. Patronlar, işçilerin bir araya gelmemeleri için cinsiyet ayrımını bile kullanıyorlar. Eski işyerimde, özellikle, çok yakın arkadaş gruplarını bölüp yemeklere ayrı ayrı saatler içinde çıkartıyorlardı. Her şey karşılığı ile vardır sözünü hatırlatırcasına; bir yandan bizleri ayrı gruplar halinde, farklı saatlerde yemeğe gönderip bölmeye çalışırlarken, diğer yandan birbirine yakın olmayan işçileri, aynı grupta yazıp yemeğe çıkartarak, bizlerin daha fazla kişiyle yakınlaşacağımızın farkında değillerdi!
Gerek televizyonlarında “gelin-kaynana” programlarıyla işçileri kendi öz gündeminden uzaklaştırıyorlar, işyerlerinde ise işçilerin birbirlerine yabancılaşmaları için ellerinden geleni yapıyorlar. İşçi sınıfı durağan bir dönemden geçse de onlar işçi sınıfından ne denli korktuklarını hissettiriyorlar. Onlar çok iyi biliyorlar ki, işçiler uyanırsa bu ağalık-beylik düzenini tepelerine yıkacaklar!
Bütün patronların ortak derdi, işletmelerinde çalışan işçileri, daha ucuza ve daha fazla çalıştırmaktır. Kâr hırsına dayalı bu düzende, dünya görüşü ne olursa olsun patronlar, şirket duvarlarına astıkları Kabe’nin etrafında değil, kâr etrafında tavaf ederler. Eğer onlara kâr getirmiyorsa, babalarının oğullarını bile işyerlerinde çalıştırmazlar.
Normalde işçilerin yüzüne bakmayan patronlar, maaşların gecikeceği zamanlarda selam verip hal hatır sorarak işçilere sahiplenildikleri izlenimini verir, “ biz bir aileyiz”, “burası bizim gemimiz” vb. sözlerle işçileri motive ederek, onlara orada işçi olduklarını unutturmaya çalışırlar. Maaş ödendikten sonraki gün de maskelerini çıkarırlar.
Çeşitli etkinlikler düzenleyen şirketler, işçileri çok sevdiğinden değil, işin bir parçası olduğu için bunu yaparlar. çalıştığım bir işyerinde, patron, bizleri her Cuma akşamı şirketin restoranına götürür içki ısmarlardı. Her hafta masraftan hiç kaçınmazdı. Bizi çok sevdiği için mi? Hayır, bunun nedeni rahat bir ortam yaratıp, çalışanları daha iyi tanımak, diğer işçiler ve işyeri hakkındaki fikirlerini öğrenmekti.
Biz işçiler, burjuvaların kendi sınıflarını savunduğunun onda biri kadar sınıfımızı savunsak, ne bu ayak oyunlarıyla bizi kandırabilirler ne de yıldırabilirler. Ve biz, dünya üzerinde her şeyi üreten işçiler, patronların gereksizliğini ancak böyle anlayabilir, ve patronların, efendilerin olmadığı bir dünya yaratabiliriz.
link: İstanbul’dan MT okuru bir işçi, İşyeri Deneyimlerim, 19 Mart 2005, https://marksist.net/node/399
8 Mart'ın Ardından
1 Mayıs halkı katliama karşı yürüdü