Bundan 10 sene önce, 12 Mart 1995’in sabahında uyanıp televizyonu açtığımda beni çok derinden etkileyecek olaylara ekrandan tanık oldum. Meğer ben sıcak yatağımda rahat rahat uyurken, İstanbul’da, Gaziosmanpaşa’ya bağlı Gazi Mahallesinde, binlerce emekçi barikatlar kuruyor, karakola yürüyor ve polisle çatışıyormuş. Gençlerin öfkeyle polisi kovaladıklarını gördüm. İlk defa böyle bir şey görüyordum. Devlet babamızın o güçlü uşakları arkalarına bakmadan kaçıyorlardı. Birdenbire silah sesleri duyulmaya başladı. Tüm dünyanın gözü önünde gencecik sınıf kardeşlerimizi katletmeye başladılar. Bazı sınıf kardeşlerimizin açılan ateş sonucu düştüğünü kameralar bile çekmişti. Burjuvazinin kolluk güçleri, safariye çıkmış gibi gayet bilinçli bir şekilde hedef gözeterek ateş ediyor, sınıf kardeşlerimizi ölümcül yerlerinden vuruyordu.
O zaman liseye giden, kendisine solcu diyen ama hiçbir şey yapmayan bir gençtim. Bir yandan bir şeyler yapmak istiyor bir yandan da korktuğumdan dolayı çekiniyordum. En sonunda ümraniye 1 Mayıs Mahallesinde insanların öldürüldüğünü duyunca büyük bir protestonun yapılacağını haber aldığım Maltepe, Gülsuyu Mahallesine arkadaşlarımla beraber gittim.
Gülsuyu Mahallesi, Heybeliada’nın karşısında bulunan Maltepe’ye hakim bir tepede kurulmuş bir emekçi mahallesidir. Tepenin ortalarında bulunan heykelin orada insanlar birikmeye başlamışlardı. Bu sırada mahallenin yukarısında bir araya gelmiş olanlar aşağıya doğru, insanları toplaya toplaya geliyordu. Sloganları belli belirsiz duyuluyordu. Yaklaştıkça attıkları sloganlar daha anlaşılır olmuştu. Hep bir ağızdan haykırıyorlardı: “Gazi, 1 Mayıs halkı yalnız değildir”, “İstanbul faşizme mezar olacak”, “Katil devlet hesap verecek”. Ve işte görünmüşlerdi. Aşağıda bekleyenler de sloganlara katılmaya başladı. Biz attıkça yukardan gelenler daha bir coşkuyla slogan atmaya başladılar. İnsanlar evlerinden çıkıyor, kitleye katılıyordu. Analar, babalar, çocuklar, gençler... Bazı insanlar çocuklarıyla katılıyordu. Meğerse baldırı çıplakların resitali hep böyle olurmuş, meğerse bize baldırıçıplaklar derlermiş, meğer dünya bir tek bizim vatanımız dediğimiz bu topraklardan oluşmuyormuş, meğer bundan bir buçuk asır önce de Paris’te baldırıçıplaklar ellerinde silahlar, gökyüzünü fethe çıkmışlar. Ne yazık ki ben o zamanlar bunları bilmiyordum, ah keşke bir bilen olsaydı, ne yapmamız ve ne yapmamamız gerektiğini birileri bize söyleseydi!
1 Mayıs Mahallesinde bir ajan provokatör, insanların içinden ateş etmiş, bu da burjuvazinin kolluk güçlerine 1 Mayıs emekçilerine ateş etmeleri için bahane oluşturmuştu. Tüm bunları oraya gelirken herkesin bilmesine rağmen böyle bir şeyin tekrar olmasını engelleyecek hiçbir önlem alınmadı. öğrendim ki önder kendine “önder” denilerek olmuyordu. önderlik böyle zamanlarda ortaya çıkıyordu.
Kitle yukarıdan aşağıya gürül gürül akıyordu. Sayımız 3-5 bini bulmuştu. Hep bir ağızdan “Vur vur inlesin, Köpekler dinlesin”, “Alevi-Sünni kardeş, devlet kalleş”, “Gazi faşizme mezar olacak”, “Gazi halkı yalnız değildir” diye slogan attık. Vur vur inlesin sloganı kitle tarafından çok beğenildi ve sık sık atıldı. Ama çok dağınıktık. Hep bir ağızdan slogan attığımız zamanlar dışında her kafadan bir ses çıkıyordu. Böyle bir ortamda zincir oluşturuluyor ama sık sık dağılıyordu. Doğru dürüst bir kortej oluşturamamıştık. Hepsinden kötüsü, “amacımız ne”, “nereye kadar yürüyeceğiz” soruları cevapsızdı.
Bu sırada bazı kafalardan “Türkiye laiktir, laik kalacak” diye sloganlar gelmeye başlamıştı. Bunu duyduğumda öfkelendim. şu zamanda böyle slogan atmak bana göre kafa karıştırmaktı, bozgunculuk yapmaktı, burjuvazinin kolluk güçleri şeriat gelsin diye bizleri öldürmüyordu ki! O anda hedefimiz devlet diye tek başıma slogan atmaya başladım. İster bu sloganları atanlar ajan provokatör olsun isterse de insanların bilinçsizliklerinden atılıyor olsun hiçbir şey fark etmez. İşte o anı sonraları hatırladığımda Troçki’nin reformistlerin uğursuz rolü derken ne demek istediğini anladım.
Daha sonra yürüyüş sırasında belediye otobüsü taşlandı. Ardından, garip davranan bir grup camiyi taşlamaya başladı. Karanlıkta kimin taşladığını göremedim. Bunu yapan ajan provokatörler olmasa bile böyle bir saflıkta yapanın yanına kalmamalı. Bir kadın bir adamın kolunu tutmuş bağırıyordu: “Gördüm, gördüm, sen taş attın, polissin sen, çıkar kimliğini çabuk!” Diğer insanların da müdahale edeceğini düşünüp sevinirken diğer insanlar ne yapsalar beğenirsiniz? Müdahale ettiler, ama kadına. Kadını sakinleştirmeye çalıştılar.
Polis, Gülsuyu’nu Maltepe’ye bağlayan köprünün yolunu tutmuştu. Biz de polisin yaklaşık 100 metre ötesinden paralel bir yola girdik. Oradan E-5 yolunu trafiğe kestik. çok sevinmiştik. Bu anda bir dağınıklık oldu. İnsanlar şimdi ne yapacaklarını bilmiyordu. Biz bir o yana bir bu yana yürüdük. Bu sırada kitlenin büyüklüğüne göre çok küçük sayıdaki polis bize arkadan saldırmaya başladığında bir kargaşa yaşandı, herkes kaçmaya başladı. Arkada kalmıştık, insanlar yavaş yavaş durmaya başladılar, arkaya baktığımızda çok az sayıda polisin bize doğru geldiğini gördük, taşlara sarılıp öne doğru koşmaya başladığımızda bir tepeliğe konumlanmış bir grup polis bize doğru ateş etmeye başladı, yol trafiğe kesildiği için arabaların beklediği yere çabuk gelip, arabaları kendimize mevzi yaptık. Büyük bir dağınıklık yaşadık. Toplu halde değil, grup grup değişik sokaklardan Gülsuyu tepesine geri çıktık.
Anladım ki kitlenin geri bilincinin esiri olup, onun olası tepkisini hesaba katmayanlar, burjuvazinin provokasyonlarını boşa çıkartacak adımları atamayanlar, geçmişin deneyimlerine burun kıvıranlar, kitap okuyup bilinçlenmeyi entel faaliyet olarak algılayanlar önder olamaz.
Bazıları, Gazi olaylarından sonra, daha önce söylediklerini değiştirmeye başladılar. Sözde somut durumun somut tahlilini yapıyorlardı. Büyük fabrikada çalışan ya da sendikalı olan işçiler birdenbire aristokrat işçi oluverdi. Onlara göre, devrimcilerin hedefi, daha çok gecekondu mahallerinden gelen insanların çalıştığı küçük atölyelerde örgütlenmek olmalıydı. Herhalde böylece o işçileri de sendikalı, dolayısıyla “aristokrat” yapmak için çalışılacaktı! Elif çağlı’nın yazdığı gibi, insanlar yanlış düşündüklerinden dolayı değil, teorilerini grupsal ve kişisel çıkarlarına feda ettikleri için oportünist olurlar.
Ancak, sınıf mücadelesinin uluslararası deneyimlerini tarihi materyalizmin süzgecinden geçirmiş olan devrimci Marksizmin ışığıyla donatıldığımızda göğü fethedebiliriz.
Gazi’de, 1 Mayıs’ta düşenler güneşe gömüldüler!
Paris Komünü yollumuzu aydınlatıyor!
link: Maltepe'den bir MT okuru, Gazi'yi, 1Mayıs'ı Unutma, 3 Mart 2005, https://marksist.net/node/395
Kadınların Kapitalist Toplumdaki Yeri
Eğitimde “Reform”un Özü Eğitim Emekçilerine Saldırıdır!