Barış nedir, bizim için ne ifade ediyor diye bir düşünmek gerekir. İlk önce barışı bir şiirden birkaç dizeyle anlatmak istiyorum:
“İnsanların sıkışan elleridir barış,
Dünyanın masasındaki ekmektir,
Gülümsemesidir annenin…” (Yannis Ritsos)
Yukarıdaki dizelerde anlatılan barışın ne yazık ki bugünlerde çok uzağındayız. Adına kapitalizm denen sömürü sistemi var oldukça da, dünya insanları el sıkışıp dost olmak yerine birbirlerine düşman edilip haksız savaşlarda karşı karşıya getirilip, ölüme, sakatlıklara ve yerinden yurdundan edilmeye mahkûm edilecekler. Yıllardır yanı başımızda, Suriye’de sürmekte olan iç savaşta, yaklaşık 200 bin insan yaşamını yitirmiş, milyonlarca insan ise göç etmek zorunda kalarak hayatları alt üst olmuştur. Malûmunuz göç etmek zorunda kalan insanların büyük bir kısmı da Türkiye’ye sığınmış durumda. Bu insanların yaşamış olduğu travma yetmezmiş gibi TC devletinin sunmuş olduğu “imkanlar” da ortadadır. Bu imkânsızlıklar içerisindeki Suriyeli emekçiler ucuz işgücü olarak kullanılmaktadır. Bu da yetmezmiş gibi Suriyeli ve Türkiyeli işçi-emekçiler birbirine düşman edilerek karşı karşıya getirilmiş ve suni bir ayrım yaratılmıştır. Türkiyeli işçiler olarak uyanık olmamız ve çevremizdeki işçilere bu insanların keyfi bir şekilde buraya göç etmediklerini, savaş denen bir felâketten kaçtıklarını anlatmamız gerekir. Bilmeliyiz ki Suriyeli işçiler ve emekçiler dünya işçi sınıfının parçasıdır ve bizim de sınıf kardeşlerimizdir. Bize düşen şey kardeşleşmenin adımını atmak ve kardeşleşmeyi yükseltmektir. Çevremizde de gördüğümüz üzere bu insanlar dilini ve kültürünü bilmedikleri bir ülkede perişan ve çaresiz haldeler.
Ortadoğu’daki durum bundan ibaret değil. Sözde din adına insanlık onurunu yerle bir eden, vahşice katliamlar gerçekleştiren IŞİD denen radikal İslamcı bir örgüt “peydahlandı”. IŞİD zulmü Ortadoğu’yu kasıp kavurmakta; bir yandan Rojava bölgesinin kantonlarından biri olan Kobanê’ye saldırıyor, diğer yandan Bağdat’a doğru ilerleyişini sürdürüyor. Ve bunları yaparken de Kürtleri, Türkmenleri, Ezidileri, Süryanileri ve Şiileri yerinden yurdundan ediyor, kurşunluyor, kafalarını kesiyor, kadınlara tecavüz ediyor, kadınları, çocukları köle pazarlarında satıyor.
Ortadoğu’da tablo bu haldeyken, dünyada yürümekte olan savaşlar sadece bununla sınırlı değil. Ukrayna’da, Güney Asya’da ve Afrika’nın birçok yerinde savaşlar devam ediyor. Sadece son on yılda milyonlarca insan yaşamını kaybetti. Acı ve gözyaşına boğulan, yerini yurdunu terk eden milyonlarca insan barışa hasret durumda. Maalesef bugün analar yukarıdaki dizelerde söz edildiği gibi gülümseyememektedir. Ülkemizde, 90’lı yıllarda JİTEM ve diğer devlet güçleri tarafından işlenen fakat “faili meçhul” denilen cinayetlerde öldürülenlerin anaları hâlâ evlatlarının cenazelerinin yerini bile öğrenemediler. 500 haftadır toplanıp seslerini duyurmaya çalışan Cumartesi Annelerinin gözyaşları akmaya devam ediyor.
Ortadoğu’da İsrail saldırılarıyla yerle bir olan evinin enkazından çıkardığı, ne giyse üzerine büyük geleceği halde kefene asla sığmayacak çocuğunu kucaklayan annenin, IŞİD zulmünden kaçan ve Sincar dağlarında bir yudum suya hasret bir şekilde susuzluktan ölen çocuğunun cansız bedenini kucaklayan annenin, Kobanêli bir gerillanın annesinin, Boko Haram tarafından kızı kaçırılan Nijeryalı bir annenin veyahut dünyanın pek çok yerinde egemenlerin çıkar çatışmaları nedeniyle devam eden diğer savaşlarda yitirdikleri çocuklarına ağlayan annelerin gülmesi mümkün müdür? Ben, hayır dediğinizi duyar gibiyim. Ama yine de söyleyeyim kocaman bir hayır.
Durum böyleyken bile bu tabloyu tersine çevirmek mümkün. Yani dünya halklarının bir araya gelip el sıkıştığı ve annelerin yüzünün güldüğü barış mümkün. Bu kirli savaşların tek sorumlusu, dünyayı sınıflara ve sınırlara bölen, emekçileri iliklerine dek sömüren kapitalizmdir. Biz işçiler biliyoruz ki kapitalist sömürü sistemi tarihin çöp sepetine gönderilmediği sürece barış gelmeyecektir. Ve kapitalizmin mezar kazıcısı da dünya işçi sınıfıdır. Dolayısıyla barışı getirecek olan da dünya işçilerinin mücadelesidir. Öyle ki, o vakit sömürü de, sınırlar da, savaşlar da ortadan kalkacak, acılar ve gözyaşları son bulacaktır. Bu da haklı bir savaş olan sınıf savaşımı ile silahlar burjuvaziye döndüğü zaman gerçekleşecektir. İşçi sınıfının büyük ozanı Nazım Hikmet’in anlattığı gibi:
“-Usta!...”
Alaeddin döndü kömürcü İsmail’e;
“-Ne var İsmail?”
“- Usta ne olacak bu harbin sonu?”
“-İyi olacak.”
“-Nasıl yani?”
“-Yemekli vagonda rakı içeceğiz.”
“-Biz mi?”
“-Biz.”
“-Kömürü kim atacak, kim sürecek makineyi?”
“-Onu da biz.”
“-Alayı bırak usta, kim kazanacak?”
“-Biz…”
İsmail hiçbir şey anlamadıysa da üstelemedi.
Çok siyah ve çok kalın kaşlarıyla oynadı.
Biraz sonra: “-Ustam,” dedi.
“ Bir sualim daha var. Şu gördüğüm raylar dolanır mı bütün dünya yüzünü?”
“- Dolanır.”
“-Demek ki harp olmasa,
Ama yalnız harp değil,
Hudutlarda sorgu sual olmasa
Rayların üzerine saldık mı makineyi
Dünyanın bir ucundan öbür ucuna varır.”
“- Deniz dedi mi durur.”
“- Gemilere binersin.”
“-Tayyare daha iyi.”
İsmail güldü.
Kırıktı ön dizlerinden biri.
“- Ben tayyareye binemem usta, annemin vasiyeti var.”
“- Tayyareye binme diye mi?”
“- Hayır, karıncayı bile incitme, diye.”
Alaeddin kocaman elini vurdu çıplak uzun ensesine İsmail’in:
“- Sen ne hafız oğlusun:
Zarar yok ulan,
Yine de bineriz tayyareye.
Adam öldürmek için değil
Gökyüzünde püfür püfür safa sürmek için…
Şimdi sen hele ateşi bir sürgüle.”
link: Ankara’dan MT okuru bir işçi, Barış, Ne Zaman?, 14 Kasım 2014, https://marksist.net/node/3682
Türkiye’de Çocuk İşçilik
“Beyaz İnsanlar Bu Yüzden mi Bu Kadar Sağlıklı?”