Dünya çok uzun bir sürece yayılarak ilerleyen yeni bir emperyalist savaş içinde. Elif Çağlı’nın uzun süre önce tespit ettiği üzere bir dünya savaşı niteliğini taşıyan bu savaş, çok çeşitli ve karmaşık biçimler altında yürüyor. Özellikle IŞİD’in yükselişiyle başlayan son dönemde, bu sürecin en alevli bölgesini oluşturan Ortadoğu’da yeni hamlelerin yapıldığını ve savaşın yeni bir aşamaya ilerlediğini görüyoruz. IŞİD namıyla zuhur eden yeni faktör vesilesiyle ve bu faktör üzerinden Ortadoğu’da kartlar bir kez daha karılıyor ve yeni güç ilişkileri şekillendirilmeye çalışılıyor. Özellikle ABD ve diğer Batılı emperyalist güçler “IŞİD’le mücadele” adı altında bölgeye yeniden yüklenmekteler. IŞİD Batılı emperyalistler açısından Irak ve Suriye bağlamında belirli tıkanıklık noktalarının açılması işlevini gördü, ama görünüşe göre daha fazla büyümesine izin vermek artık bir tehlike oluşturuyor ve az çok kontrollü biçimde zapturapt altına alınması gerekiyor.
IŞİD her ne kadar esasta Irak’ta Amerikan işgaline ve ABD’nin hamisi olduğu güdümlü hükümetlere karşı direnişte olan Baas kalıntısı ve Sünni çevrelere dayanarak yükselen bir yapı olduysa da, Batılı emperyalist güçler ve kimi bölge güçlerinin onun ilerleyişi ve yükselişine en azından göz yumduğunu görmek zor değildir. Dahası, içinde şu ya da bu biçimde istihbarat örgütleri tarafından eğitilmiş ve/veya yönlendirilen unsurların olmadığını da kimse söyleyemez.
Şimdi IŞİD’in bir anlamda “düzlediği” zemin üzerinden emperyalist güçler sahayı yeniden düzenlemeye girişiyorlar. Ancak bu noktada özellikle AKP yönetimindeki Türk sermaye devleti açısından sorunlar var. Türkiye kendi özel hesapları nedeniyle bu girişimi kendi çıkarlarına pek uygun bulmuyor. Bu nedenle “sahadaki” işin görülmesi açısından büyük emperyalist ABD ile alt-emperyalist Türkiye arasında çetin ve kirli bir pazarlık yürüyor. Basına yansıyan haberlerden bu süreçte anlaşmaya varılmış gibi görünen tek hususun “eğit-donat” diye anılan konu olduğu görülüyor. Bununla kasıt Suriye içindeki sözde ılımlı muhalefet güçlerine ABD ve Türkiye’nin askeri eğitim vererek bunları donatması.
Yalnız bu noktada Amerikan emperyalizminin tepe noktalarında tam bir fikir birliği olmadığına dair işaretler de yükseliyor. The New York Times gazetesinde çıkan bir haber, bir CIA raporunun ABD’nin bu tür eğit-donat faaliyetleriyle dolu geçmişinin genelde başarısızlıklarla dolu olduğu anafikrini işliyor. Keza Amerikan egemen sınıfının saflarından, Irak ve Suriye bağlamında ABD’nin doğrudan kara gücünü tekrar kullanmasının gerekli olduğunu savunan başka isimler ve yayınlar da mevcut. Yine de, bu fikir ayrılıklarına rağmen, ABD’de Başkan ve Kongre geçtiğimiz ay, Ortadoğu’daki savaş sürecini yeniden alevlendirmek üzere, sözümona “ılımlı isyancıları” eğitip silahlandırmak için 500 milyon dolarlık bir bütçeyi onaylamış bulunuyor.
“Eğit-Donat”
İyi bilindiği gibi, emperyalist güçler dünyanın değişik bölgelerinde kendi çıkarlarını korumak ve ilerletmek için diplomatik, politik, ekonomik araç ve yöntemlerin yanı sıra askeri araç ve yöntemleri de kullanırlar. Askeri müdahaleler doğrudan ya da dolaylı yollarla gerçekleştirilir. Yani, emperyalist güçler, 2002 ve 2003’te Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi, ya doğrudan kendi silahlı güçlerini sahaya sürerler ya da yerel güçleri aracı olarak kullanmaya çalışırlar. Doğrudan müdahale, çoğu zaman politik, askeri, ekonomik açılardan en maliyetli ve riskli yol olduğu için, öncelikli tercih olmayıp en son başvurulacak araç niteliğini taşır. Bunun yerine öncelikle diğer dolaylı müdahale araçları tercih edilir.
Türkiye ve ABD arasındaki anlaşmazlıklar ve üstü örtülü sürtüşmeler nedeniyle ne ölçüde hayat bulacağı belirsiz olsa da, Suriye’ye dönük “eğit-donat” projesinin de tipik bir emperyalist müdahale yöntemi olduğunu net biçimde vurgulamak gerekiyor. Emperyalistlerin doğrudan askeri saldırıları da, dolaylı müdahaleleri de daima halkların büyük acılar çekmesine yol açmıştır. Ancak dolaylı müdahale belirli bir yerel örtü altında gerçekleştiği için kimi zaman yanıltıcı bir rol oynayabilmektedir.
Bu gibi girişimleri karmaşıklaştıran bir diğer nokta da, emperyalistlerin kullandıkları aracıların birçok örnekte bir süre sonra kontrolden çıkabilmeleri, hatta eski efendilerinin elini tırmalamaya başlamalarıdır. Amerikan plütokrasisi içinde fikir ayrılıklarının olmasının da başlıca nedenlerinden birisini bu nokta oluşturuyor. Aracıların kullanılmasına ya da onlara fazla inisiyatif verilmesine sıcak bakmayanlar, New York Times analizinde de işlendiği gibi, geçmişteki müdahalelerin çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlandığını vurguluyorlar.
Halklara kan kusturma konusunda sicili kabarık olan ABD emperyalizminin, bu yöntemi ilk olarak İkinci Dünya Savaşının hemen sonrasında Yunanistan’da uyguladığı biliniyor. Böylece CIA daha kurulduğu 1947 yılında ilk icraatlarından birini bu kapsamda gerçekleştirmişti. İkinci Dünya Savaşının sonunda Batılı emperyalist güçlerle yürüttüğü kirli pazarlıklar neticesinde Yunanistan’ı Batı emperyalizminin nüfuz alanına terk eden SSCB, Yunanlı komünistlerin iktidara gelmesini engellemek için Yunanistan Komünist Partisine yukarıdan her türlü baskıyı uyguluyordu. Öte yandan ABD de gerici Yunan burjuvazisine milyonlarca dolarlık silah yardımı yapıyordu. Bunu Kongre’den geçirebilmek için yaptığı konuşmada o dönemin başkanı Harry Truman “Yunanistan’ın düşmesinin Türkiye’yi de karıştıracağını ve karışıklığın tüm Ortadoğu’ya yayılabileceğini” söylüyordu. Kanlı bir iç savaş sürecinin sonunda ABD emperyalizmi Yunanistan’da amacına ulaştı. Ama bu “başarı”da asıl hain rolün Stalinist bürokrasi tarafından oynandığını da unutmamak gerekiyor.
Tarihte bu konuda göze çarpan başka örnekler arasında ikinci bir deney ise yine ABD emperyalizminin Küba’ya karşı örgütlediği komploydu. CIA’nin Florida’da, Panama’da ve Guatemala’da eğittiği mafyatik karşı-devrimci Kübalılar 1961 yılında adaya bir çıkarma yaparak silahlı mücadele başlatmak ve Castro önderliğindeki devrimci iktidarı yıkmak istiyorlardı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve Domuzlar Körfezi operasyonu olarak bilinen operasyon devrimci güçlerin güçlü direnişiyle boşa çıkarıldı.
Amerikan emperyalizmi aynı yöntemi Nikaragua’da da uyguladı. 1980’lerde Sandinistlerin iktidara gelmesini önlemek, sonrasında da Sandinist iktidarı yıkmak için “kontralar” olarak anılan ve barbarlıklarıyla nam salan gerici güçleri bizzat örgütleyip destekledi. Ancak, on binlerce cana ve büyük acılara mal olan bu kanlı girişim de başarısızlıkla sonuçlandı.
Buna mukabil yine 1980’li yıllarda CIA bir yandan da Afganistan’da bu yöntemi hayata geçiriyordu. Önce Afganistan’da iktidara gelen Sovyet yanlısı iktidarı devirmek için, daha sonra da bu iktidar gerici güçler tarafından yıkıldıktan sonra gerçekleşen Sovyet işgaline karşı gerilla mücadelesi yürütmede İslamcı güçler bizzat örgütlendi. Bunda CIA, Pakistan gizli servisi ile birlikte çalıştı. Afganistan’ın zaten içinde bulunduğu acılı koşulları daha da vahim hale getiren bu kanlı müdahaleler sonucunda SSCB Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldıysa da, geriye adeta enkaza dönmüş bir ülke kaldı. On yıl kadar süren bu emperyalist çıkar ve nüfuz dalaşında 1,5 milyon insan hayatını kaybetti, ülke nüfusunun üçte biri mülteci durumuna düştü. Ve bugün Afganistan hâlâ bu koşullar altında rakip gerici güçler arasındaki çekişme ve çatışmaların sahnesi olmaya devam ediyor. Dahası, Taliban ve sonradan El-Kaide olarak nam kazanacak radikal İslamcı örgüt ve başka benzerleri, bu dönemde CIA ve Pakistan gizli servisinin kozasında yetişmiş ve sonrasında zaman zaman efendilerinin de canını yakacak bir niteliğe bürünerek tüm dünyanın başına sarılan gerici belâlar halini almışlardır.
Bu sıralanan örnekler sadece akılda en çok yer eden tanınmış örnekler. Emperyalizmin kanlı sicil defterinde bunlar gibi daha nice sayfalar bulunuyor. Şunu unutmamak gerekiyor ki, sonuçta somut hedefleri bakımından bu kanlı müdahalelerin başarıya ulaşmadığı durumlarda bile, müdahaleye maruz kalan ülkelerde işçi sınıfı ve genelde yoksul emekçi kitleler büyük acılar çekmişler ve ağır bedeller ödemişlerdir.
Suriye-Irak
ABD emperyalizmi Suriye’deki Esad rejimini devirmek üzere geçtiğimiz yıla kadar aktif bir çaba içindeydi. Şimdiye kadarki süreçte Suriye’de rejime karşı savaşan ve çoğunluğu İslamcı olan güçlere yapılan çeşitli yardımlar ve sunulan destek esasen Ortadoğu’daki müttefik aracılar (Türkiye, Suudi Arabistan, Katar vs.) üzerinden yürütülüyordu. Aslında bu yöntem de tanıdık bir yöntem. Nikaragua’daki savaşta da, kontralara yapılan yardımlar ilk önce Arjantin’teki faşist askeri diktatörlük aracılığıyla gerçekleştirilmişti. Ve 1981 ile 1988 arasında 360 milyon dolar kadar bir yekûn oluşturan bu gizli yardımlar Amerikan Kongre’sinde açık biçimde oylanıp kabul edilmişti.
Şimdi Suriye ve Irak’ta savaşın yeni aşamasını yürütmek üzere yine milyon dolarlar ayrılmış durumda. Aslında 2003’te Irak’a yönelik saldırı ve işgalden bu yana Ortadoğu’da fitili ateşlenen savaşta ABD emperyalizmi daha şimdiden milyonlarca insanın canını almış ya da buna sebebiyet vermiştir. Şimdi yeni bütçeler ayrılan yeni aşamada bu tablo daha da ağırlaştırılacaktır.
Bu yeni savaş fonlarının güya “ılımlı isyancı”ların eğitilip donatılmasına ayrılacağı söyleniyor. Ve dikkat çekici biçimde, Amerikan savaş makinesinin tepesindeki yüksek rütbeli zevat bu işin uzun sürecek bir iş olduğunu belirtiyor. Bunun anlamı bölgeyi sarmakta olan savaşın uzun süreceğinden başka bir şey değildir. IŞİD’in vahşi katliamları, kadınları pazarda cariye olarak alıp satması gibi barbarlıklarının Batı toplumlarında uyandırdığı dehşet ve tiksinti karşısında ABD, “ılımlı” sözünün teskin edici bir rol oynamasını ümit ediyor. Ancak konunun uzmanları Suriye toprağındaki gerçek duruma bakıldığında ortalıkta dolaşan yüzlerce grubun büyük ölçüde yozlaşmış çeteler durumunda olduğu ve savaşan gruplar arasında oynak geçişlerin oldukça yaygın olduğunu belirtiyorlar. Rejim değiştirme hevesiyle emperyalistlerin ve bölge güçlerinin akbabalar gibi Suriye üzerine çullanmaları neticesinde ortaya belirsizliğin kol gezdiği bir ortam çıkmıştır. Esad’ın başlangıçta umulandan çok daha dayanıklı çıkması, kolay ikbal hevesindeki birçok grubu hızla yozlaştırmıştır. Bu ortamda El Nusra ve IŞİD gibi radikal ve daha örgütlü birkaç grup, belli bir noktadan sonra öne çıkmış ve çekim odağı oluşturmuşlardır.
Böylesi bir durumda ABD’nin ve Türkiye’nin “ılımlı” diyerek kimleri örgütleyeceği ve bunların daha sonra ne olacağı tümüyle belirsizdir. Dahası ABD ile Türkiye arasında Suriye konusundaki politika farklılıkları ve anlaşmazlıkları hesaba katıldığında, bu grupların içinde her türlü ajanın ve farklı çıkarları güden unsurların cirit atacağını tahmin etmek de zor değildir.
Tüm bu tablo Suriye ve Irak başta olmak üzere Ortadoğu’da yeni kan banyolarına davetiye çıkartacak bir tablodur. Emperyalistlerin örgütlediği yoz unsurların her türlü vahşete ve barbarlığa teşne olacağı geçmiş deneyimlerle sabittir. Bu tür unsurların Ortadoğu’nun acı çeken emekçi kitlelerine kan ve gözyaşından başka vereceği bir şey yoktur. Sözümona IŞİD’den kurtulma adına, ortaya, ondan geri kalmayan yeni canavarların çıkması işten değildir. Tüm kirli planların ve yapılanmaların ceremesini çeken emekçi kitleler haklı olarak barışçıl ve müreffeh bir yaşama özlem duyuyorlar. Bu özlemlerinin gerçekleşebilmesinin tek hakiki yolu, kendi sınıf çıkarları doğrultusunda bu belâlara ve onların kaynağı olan emperyalist-kapitalist sisteme karşı örgütlenmeleri ve mücadeleye yönelmeleridir.
link: Deniz Moralı, Emperyalistlerin “Eğit-Donat” Projeleri, 1 Kasım 2014, https://marksist.net/node/3619
Soma'dan Karaman'a Madenci Katliamı Devam Ediyor
Devrimci Marksizm: Teori ve Pratiğin Örgütlü Birliği