Arjantin’de otomobil parçaları üreten Lear şirketinin resesyonu bahane ederek kitlesel işçi çıkarmalara girişmesi üzerine otomobil işçileri geçtiğimiz günlerde sokaklara döküldüler. Buenos Aires’e giden büyük otoyolu kesen ve polisle çatışmaya giren işçilerin çizdiği tablo, 13 yıl önce Arjantin’de devletin resmen iflas etmesi sonucu başlayan kitlesel eylemler dalgasının önemli bir boyutunu oluşturan piqueteros eylemlerini andırıyordu.
İşin aslı Arjantin 13 yıl sonra bir kez daha resmen iflas ettiğini açıklamak zorunda kalmıştır. Hem de, dolaysız biçimde, ta o günlerden kalan borçlar yüzünden. Arjantin’in 2002’de iflasını ilan etmesinden sonra alacaklıların bir kısmı faizlerin düşürülmesi ve vadelerin uzatılması gibi düzenlemelerle borçların yeniden yapılandırılmasını kabul etmişti. Ama alacaklıların diğer bir kısmı bunu kabul etmeyerek sonrasında Arjantin’i ABD mahkemelerine vermişti. Küresel kapitalizmin günümüzde nasıl işlediğini çarpıcı biçimde gözler önüne seren süreçte, söz konusu alacaklı yatırım fonları mahkemeden Arjantin’in başka alacaklılarla anlaşmaya varıp borçlarını ödeyemeyeceği yönünde bir karar çıkarttılar. Yani, “benim şartlarımla benim borçlarımı öncelikle ödemezsen başkalarının borçlarını da ödetmem” deniyordu. Hatta bu karar doğrultusunda, Arjantin’in o sırada başka fonlara borç ödemesi kapsamında bir bankaya transfer ettiği para da bloke edildi. Bir ülkenin kaderine küresel yatırım fonlarının ve başka bir ülkenin ulusal mahkemelerinin karar verdiği ve parasının gasp edildiği bir ahir zaman tablosu!
Şimdi Arjantin Temmuz ayının son günü itibariyle söz konusu borçları alacaklıların koştuğu şartlarda ödeyemeyeceğini ilan ederek, resmen iflasını açıklamış bulunuyor. Ancak bu borçları ödemeyi kabul etseydi de hazine çevrilemeyecek ölçüde boşalmış olacaktı. Yani her halükârda iflas söz konusudur. Bu durum 12-13 yıl önceki büyük borç krizi ve buna eşlik eden büyük kitle seferberliklerinden bu yana sanki sorunun atlatıldığını, hatta yeni bir “başarı” öyküsünün yazıldığını anlatan palavra balonunun da ironik biçimde patlaması anlamına gelmekte.
Arjantin’de işlerin pek iyi gitmediğinin nice alâmetleri son birkaç yıldır zaten mevcuttu. Son iki yılda Arjantin’de gerçek enflasyon hızla yüzde 25-30’lar düzeyine sıçramış, ama hükümet resmi rakamlara bunu aksettirmeyerek yüzde 10’lar düzeyinde gösterir olmuştu. Enflasyon altında gitgide ezilen çalışanların tepkilerine ilk tercüman olan çok ilginç biçimde polisler oldu. 2013’ün son günlerinde polisler birçok eyalet ve şehirde enflasyona uygun ücret artışı talebiyle greve gitmeye başladılar. Yoksul halk tabakalarının bir bölümü ise bu durumdan yararlanarak marketleri yağmalamaya başladı ve ülke çapında yaşanan çatışmalarda birçok yoksul emekçi hayatını kaybetti. 2013’ün Nisan ayında da hükümete yönelik geniş protesto eylemleri yapılmıştı. Kitle eylemleri hükümetin yargıyı kontrol altına alma girişimini protesto amacıyla örgütlense de, yoksul emekçiler bu eylemlerde gerçek sorunları olarak hayat pahalılığını, yoksulluğu, işsizliği vb. dile getiriyorlardı. Nitekim 2013 yılı içinde Arjantin’de yoksul insan sayısında 1,25 milyon artış yaşandığı bizzat resmi verilerle ortaya konmakta. Gelinen noktada nüfusun yaklaşık yüzde 30’unu oluşturan 12 milyon Arjantinli resmi yoksulluk sınırının altında.
Tüm bu süreç Arjantin’de yeni bir krizin gelmekte olduğunu ve kitlelerin hoşnutsuzluğunun yeniden artmakta olduğunu ortaya koyuyor. Eğer Arjantin devleti sözgelimi Çin gibi kaynaklardan uygun koşullarda yeni para bulamayıp durumu düzeltemez ve diyelim çalışanların, emeklilerin maaşlarını ödeyemez, kamu hizmetlerini sürdüremez hale gelirse, bunun büyük kitle kalkışmalarına yol açacağını görmek zor değildir. Ancak yeni para bulunup kritik darboğaz atlatılsa bile, sokaklara dökülen otomobil işçilerinin de açığa vurduğu gibi, geniş emekçi kitlelerin sorunu hallolmayacaktır. Mevcut dünya krizi koşullarında ve olanca borç batağı içinde hayat pahalılığı, yoksulluk, işsizlik gibi derin sorunların ağırlığı artacaktır.
Dahası son birkaç yıldır sadece Arjantin’de değil Latin Amerika’nın diğer bazı ülkelerinde de benzer sorunlar artmaktadır. Bu yaz dünya ahalisi ilk kez bir Dünya Kupasını sadece futbol ile değil, kupa ile alâkalı kitlesel protestolarla da konuştu. Böylesi büyük bir şov organizasyonunun şaşaasını delmeyi başaracak ölçüde hissedilen bir protesto dalgası Brezilya’dan yükseldi. Protestolar bu dev şov organizasyonuna giden muazzam ölçekteki paraların halkın temel ihtiyaçları için kullanılmasını talep ediyordu. Brezilya gibi futbolun adeta ulusal bir din haline gelmiş olduğu bir ülkede bunların olması konuyu çok daha manidar kılıyordu. Yaklaşık son on yıldır ekonomik açıdan bir başarı öyküsü olarak sunulan ve yeni yükselen yıldız konumundaki Brezilya’da bir şeyler yolunda gitmiyordu.
Çeşitli farklılıklarla Şili, Venezuela, Bolivya gibi Latin Amerika’nın diğer bazı ülkelerinde de son birkaç yıldır ekonomik tıkanmalar ve kitlelerde benzer türde hoşnutsuzluk ve hareketlenmeler gözlenmekte. Kapitalist dünya ekonomisinin 2008 krizinden bu yana sergilediği sallantılı seyir düşünüldüğünde, bu gelişmeler Latin Amerika’da önümüzdeki dönemde yeni bir mücadele dalgasının yükselmesine ilişkin alâmetler olabilir. Her halükârda, Latin Amerika’nın yakın dönem siyasal tarihinde önemli gelişmelere sahne olan 2000’li yılların ardından, kıtada toplumsal ve siyasal çelişkilerin yeni bir birikiminin yaşandığı açıktır. Kıtanın emekçilerinin genelde mücadele gelenekleri ve özelde 2000’li yılların mücadelelerinin oluşturduğu deneyimlerin ışığında, bu birikimin çok uzak olmayan bir gelecekte yeni patlamalarla kendini dışa vuracağı da o denli aşikârdır.
2000’li yıllar ve sınıf mücadelesi
Latin Amerika 2000’li yıllarda politik olarak genel bir sola kayış yaşamış ve bu kayış sonucu kıtanın hemen tüm ülkelerinde şu ya da bu biçimde sol yönelimli yönetimler başa gelmişti. Bu, kimi yerlerde devrimci durumlar dahi doğuracak denli yükselen emekçi kitle hareketleri üzerinden, kimi yerlerde ise daha ılımlı seçim süreçleri sonucunda gerçekleşmişti.
Yeni hükümetler kitlelerin özlem ve ümitlerinin çarpık bir ifadesi olarak hayat buldular. Bu hükümetler, aralarında bazı farklar olmakla beraber, genel olarak uyandırdıkları beklentilerin ancak sınırlı bir bölümünü gerçekleştirdiler. Reformist ya da sol popülist nitelikteki bu burjuva hükümetler kaçınılmaz olarak sınıfsal doğalarının gereğine uygun davranıp kitleleri düş kırıklığına sürükleyeceklerdi ve son birkaç yıldır yaşananlar bunun tecrübe edilmekte olduğuna işaret etmektedir.
Öte yandan 2000’li yıllarda Latin Amerika’da yaşanan kabarmanın bir başka yönü daha bulunuyordu. Bu kabarma salt Latin Amerika’nın sorunlarının bir ifadesi değil, dünya kapitalizminin bünyesinde büyüttüğü sorunların Latin Amerika’da patlak vermesiydi. Söz konusu sorunlar sadece Latin Amerika’da daha keskin ve özgül biçimlerde kendini ortaya koymuştu. Bu kabarma süreci, 2000 yılına girmek üzereyken Seattle’da patlak veren ve sonraki yıllarda özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde birçok kitlesel gösterilerle devam eden süreçle paralel biçimde, dünya kapitalizminin içine girdiği yeni kriz sürecinin bir ifadesi oluyordu.
Bu iki ana koldan ilerleyen kitle mücadeleleri 1980’lerden beri yaşanan gerileme sürecinin de artık bir sona vardığını ve emekçi kitleler üzerindeki ölü toprağının kalkmakta olduğunu gösteriyordu. Bu değişim, kendi içinde ne denli iniş-çıkışlar, ne denli gerilemeler yaşayacak olsa da dünya tarihi açısından yeni bir sınıf mücadeleleri evresinin açılmakta olduğu anlamına geliyordu. Bunun altını bir kez daha net biçimde çizmekte yarar var. Dünya 2000’li yıllarla birlikte, birbiriyle bağlantılı olarak hem kapitalizmin tarihsel anlamda derin bir krize hem de emekçi kitlelerin değişik biçimler altındaki mücadelelerinde yeni yükselişlerin görüleceği bir sürece girmiştir.
Nitekim küreselleşme karşıtı hareket olsun Latin Amerika’daki kabarma olsun, her iki dinamik de kabaca 2000’li yılların ortalarında hız kestiği halde, 2008’deki krizin yeni bir itilim vermesiyle birlikte dünyada yeni hareketlenmeler yeni kabarmalar patlak verdi. Böylece, 2000’li yılların sonları ve 2010’ların başlarında, esasen Akdeniz havzasında kabarışlar yaşanmaya başladı. Yunanistan’da kriz devrimci durum doğurma noktasına kadar ilerlerken, Kuzey Afrika’da Arap halklarının büyük kitle kalkışmaları otoriter diktatörlerin devrildiği sarsıcı süreçlerin yaşanması noktasına vardı. Ancak son birkaç yıldır bu iki dinamik de sönümlenmiş durumdadır.
Latin Amerika’ya dönecek olursak. Emekçi kitleler 2000’li yılların özellikle ilk yarısında verdikleri mücadelelerle sınıf mücadelesinin ve işçi sınıfının ölmediğini dosta düşmana göstermişlerdi. Ancak bu mücadeleler gerçek mantıki sonuçlarına varamayıp, reformist ve sol popülist yönetimlerin başa gelmesiyle sonuçlandı. Bir yandan kitle mücadelesi yorgunluk evresine girerken diğer yandan bu hükümetlerin mecburen yaptıkları kimi reformlar yatıştırıcı bir etki gösterdi. Deyim yerindeyse bu hükümetlere bir kredi açıldı. Ancak bu kredi büyük oranda tükenmiştir. İşte şimdi belki de Latin Amerika’da yeni bir yükselişin ilk işaretlerini gözlemlemekteyiz.
Yeni mücadeleler yolda
2000’li yılların öyküsünde Arjantin aslında adeta sembolik bir başlama noktası anlamına gelmektedir. Şimdi 13 yıl aradan sonra Arjantin’in yeniden resmen iflas etmesi, Latin Amerika’da son birkaç yıldır yaşananlarla birlikte ister istemez yeni bir döngünün başlamakta olduğu düşüncesini akla getirmektedir.
2001’de Arjantin 100 milyar doları aşan dış borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmişti. Bu tarihin en büyük iflasıydı. Bugün ise Arjantin’in tüm hesabı masaya yatırıldığında 250 milyar dolar düzeyinde bir borcunun çıkacağı hesap edilmekte. Bu şartlarda Arjantin’in yeni bir borç krizi batağına saplanmasının etkileri geçmişi aratmayacaktır. Dahası bölgenin büyük abisi konumundaki komşu Brezilya’da kitle hoşnutsuzluğunun tırmanmasının da katalizör etkisi olabilecektir. Venezuela’da da halkın ekonomik sıkıntıları ve artan kitle gösterileri Chavezciliğin barutunun iyiden iyiye tükendiğinin belirtilerini oluşturmakta. Bugün Venezuela’da enflasyon yüzde 40-50’lerde dolaşmakta, mal kıtlıkları yaşanmakta. Chavez’in ölümünün ardından onun veliahtı olarak zar zor seçimi kazanabilen Maduro’nun kitlelerde yeni hayal kırıklıkları yarattığı açıkça görülüyor.
Dünya kapitalizmi 2000’li yıllarla birlikte tarihsel önemde genel bir bunalım sürecine girmiştir. Bu durum somutta 2008 kriziyle yeni bir kanıt sunmuştur. 2008 krizinden bu yana dünya kapitalizmi belini doğrultabilmiş değildir. Burjuva ekonomist ve ideologların çoğunluğu çeşitli aşamalarda işlerin artık düzeldiği yolunda propaganda yapsalar da bu gerçeği yansıtmamakta, aynı sınıfın başka ideolog ve uzmanları bile bunun aksini savunmaktadırlar. Hatta bu “kötümserlerin” sayısı giderek artmaktadır.
Almanya’nın önemli gazetesi Die Welt geçtiğimiz aylarda Davos toplantıları öncesinde dünyanın çeşitli önde gelen şirket yöneticileri ve politikacılarından 1500 kişiyle yaptığı bir anket çalışmasının sonuçlarından birini, “küresel elitler kitlelerin ayaklanması korkusu taşıyor” ifadesiyle duyuruyordu. Korkmaları için yeterince sebep var. Dünya, kapitalizmin zafer sarhoşluğu içinde yürüyüş yaptığı 80’li ve 90’lı yılların ardından eşitsizliğin, yoksulluğun, işsizliğin, mahrumiyetin, zulmün, savaşların ve sömürünün çok daha vahim boyutlara çıktığı bir yer haline gelmiştir. Bundan mağdur olan emekçi yığınların temelde örgütsüzlük nedeniyle içine sürüklendiği suskunluğun ilelebet süremeyeceğini Marksistler biliyorlardı ve haklı çıktılar. Şimdi küresel efendilerin kaygılarından da anlaşılacağı üzere kitlelerin mücadelelerinde yeni bir kabarmanın yaşanması olasılığı söz konusu. Ve sembolik biçimde Latin Amerika ve Arjantin kabarmanın bir kez daha başlama noktası olabilir.
2000’li yılların başlangıcından farklı olarak günümüzde emperyalist savaş süreci büyük yıkımlara, acılara yol açmış durumda. Bu savaş sürecinin acıları özellikle ilgili coğrafyalarda önümüzdeki kitle mücadelelerinde daha büyük bir rol oynayacaktır.
Öte yandan 2000’li yıllar ve devamında yaşanan mücadeleler uzak geçmişe ait mücadeleler olmadığı gibi, genel olarak ezilme ve yenilgiyle sonuçlanan mücadeleler olmamıştır. Bir yenilgi ezikliği ve bu temelde bir demoralizasyondan söz edilemez. Sadece mücadeleler yeterli ve tatminkâr sonuçlara ulaşamamışlardır. Dahası bu mücadelelerle kitleler ısınmış ve belirli deneyimler kazanmışlardır. Bu etmenler hafızanın belli ölçüde canlı kalmasına yol açmakta ve yeni mücadeleler için bir avantaj oluşturmaktadır.
Ancak asıl önemli olan, bu kitle mücadelelerinin kapitalizmi yıkacak devrimci bir çizgiye çekilebilmesidir. Yalnızca kitlelerin devrimci mücadelesiyle kurulacak bir işçi devleti sorunların gerçek çözümü yolunda anlamlı adımlar atabilir. Bir kez daha reformist, sol-popülist akımların aldatmacalarına maruz kalmamak için devrimci örgütlenme yolundaki çabaları güçlendirmek gereklidir. Zamanında Chavez fenomeni ortaya çıktığında solun çoğunluğu sarhoşluk içinde onun peşinden sürüklenirken, enternasyonalist komünistler ısrarla bu “tatsız” gerçeklere dikkat çektiler. Şimdi Venezuelalı işçi-emekçiler bu eksikliğin acısını daha yakından çekmektedirler. Önümüzdeki dönemde yükselebilecek yeni mücadelelerin de aynı şekilde ya da hatta daha kötü sonuçlanmaması için proleter devrimcilere büyük görev ve sorumluluk düşmektedir.
link: Levent Toprak, Latin Amerika’da Yeni Yükseliş Alâmetleri, Ağustos 2014, https://marksist.net/node/3506
Cumhurbaşkanı Seçimi ve AKP’nin “Yeni Türkiye”si
Ferguson’da Irkçılık, Polis Terörü ve Amerikan Demokrasisi