Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle kapitalistler zafer naraları atıyor, tarihin sonunun geldiğini, bundan sonra savaşların, ekonomik krizlerin yaşanmayacağını, insanların mutlu, barış içinde bir yaşam süreceğini söylüyorlardı. Bu tozpembe yalanların üzerinden çok geçmeden kapitalizmin ekonomik krizi baş gösteriyor, ABD krizini atlatmak için “terörle mücadele” ve “demokrasi” bahanesiyle önce Afganistan’a, ardından Irak’a saldırıyor, yüz binlerce insanın ölümüne, milyonlarcasının da evsiz barksız kalmasına neden oluyordu. Gözü dönmüş emperyalist devletlerin kışkırttıkları bölgesel savaşlar dünyanın dört bir yanını ateşe veriyordu. Balkanlar’da, Kafkasya’da, Afrika’da milyonlarca insan ölüyor, milyonlarcası da bu savaşlar yüzünden yaşam alanlarından kopuyor, kitlesel göçe zorlanıyor ve mülteci durumuna düşüyordu.
Bugün demokrasiden, insan haklarından bahseden Batılı emperyalist güçler, demokrasi adına Libya’ya saldırıp “insaniyet” nutukları çekiyorlar. Ne var ki ikiyüzlülükleri çok geçmeden ortaya çıkıveriyor. Sözde “insanlık” adına Libya’ya müdahale eden ve bomba yağdıran emperyalist güçler, gözlerinin önünde batmakta olan bir tekneye yardım etmeye bile lüzum görmüyorlar. 25 Martta, içinde İtalya’ya ulaşmaya çalışan 72 kişinin bulunduğu bir teknenin, batmak üzereyken İtalya sahil güvenliği ve NATO’dan yardım istediği halde yardım çağrısının karşılıksız bırakılması ve içindekilerin ölüme terk edilmesi bunun bir örneği. Her gün onlarca insan Libya’dan ve Tunus’tan teknelerle İtalya kıyılarına ulaşmak için ölüm yolculuğuna çıkıyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından yapılan açıklamaya göre, son dönemde batan teknelerde Avrupa sahillerine varamadan ölenlerin sayısı 800’ü buluyor.
Ekonomik krizden dolayı iş bulma umuduyla her yıl binlerce işçi, konteynırlarda, kamyon kasalarında üst üste yığılarak bir başka ülkeye gitmeye çalışırken ölüyor. Örneğin her yıl 400 kişi ABD sınırını geçmeye çalışırken vurularak öldürülüyor. Unutmamak gerekiyor ki krizsiz, savaşsız bir kapitalizm düşünmek mümkün değildir. Kapitalizmin tarihi, açlık, yoksulluk, savaş ve kıyımla damgalanmıştır.
Savaş, kriz, işsizlik ve göçmen işçilik
Bugün milyonlarca insan, kapitalizmin yaratmış olduğu sorunlar yüzünden göç etmek zorunda kalıyor. Her yıl insanlar köylerden metropol kentlere, az gelişmiş ülkelerden emperyalist ülkelere daha iyi bir yaşam umuduyla göç ediyor. Açlıkla, yoksullukla baş başa bırakılan milyonlarca insan sermayenin ucuz işgücü ihtiyacını karşılamak üzere yaşam alanlarından kopuyor. Sermaye bir taraftan ucuz işgücü ihtiyacını karşılarken diğer taraftan da yedek işgücü oluşturarak işçi sınıfına en ağır şartları dayatmış oluyor.
Bugün dünya üzerinde göçmen durumundaki nüfus 300 milyonu geçiyor. Uluslararası Göçmen Teşkilatı IOM’nin yayınladığı raporda bu sayının 2050 yılında 400 milyonu geçeceği belirtiliyor. Ne var ki verilen rakam kapitalizmin gerçekleriyle uyuşmuyor. Bir taraftan emperyalist savaş süreci kızışıyor, diğer taraftan krizle birlikte kapitalizmin ucuz işgücüne ihtiyacı gittikçe artıyor. Bu da gösteriyor ki, daha fazla insan göç etmek zorunda kalacaktır. Bugünkü koşullarda bile dünya nüfusunun %5’i göçmen durumundadır. 300 milyonluk göçmen nüfusun 12,5 milyonu yarı-köle, 2,5 milyonu insan ticareti mağduru, 30 milyonu “kaçak” ve 50 milyonu da mülteci konumunda bulunuyor. Mülteci konumunda ve yarı-köle konumunda olan göçmen emekçilerin büyük bir bölümünü bizzat bölgesel savaşlar yüzünden göç etmek zorunda kalanlar oluşturuyor. Sayısı birçok ülkenin nüfusundan fazla olan 12,5 milyonluk yarı-köle işçiler, kapitalizmin ikiyüzlülüğünü ve çürümüşlüğünü yeterince ortaya koymuyor mu? İnsanlık nutukları atan asalaklar bu gerçekleri neyle açıklayabilirler? Demokrasi, özgürlük bunun neresinde? Libya’ya, Irak’a, Afganistan’a demokrasi götürdüklerini söyleyenler, insanları yarı-köle olarak kullanıyorlar.
Sermayenin neo-liberal saldırıları ve emperyalist savaşın kızışmasıyla birlikte göç oranında büyük bir artış yaşanmıştır. Örneğin 1985 yılında 105 milyon olan göçmen sayısı son yirmi yılda iki kat artarak 300 milyonu aşmıştır. Son yirmi yılda Balkanlar’da, Kafkasya’da, Ortadoğu’da, Afrika’da meydana gelen bölgesel savaşlarla milyonlarca insan mülteci durumuna düşmüş, on binlercesi de tıpkı Libyalı göçmenler gibi göç sırasında hayatlarını kaybetmişlerdir.
Burjuvazi göçmen emekçilerin sırtından büyük kârlar elde ederken bir taraftan da derinleşen krizin sonucu gelişecek toplumsal patlamalara karşı göçmen işçileri günah keçisi ilan ediyor. Milliyetçilik, ırkçılık, yabancı düşmanlığı gittikçe tırmandırılırken, bundan en çok zarar görenler göçmen işçiler oluyor.
Göçmen işçilerin sorunları
Gerek açlık, yoksulluk nedeniyle, gerekse savaş nedeniyle yaşam alanlarından kopan milyonlarca göçmen işçi, göç ettikleri yerlerde büyük sıkıntılar, acılar ve trajediler yaşamaktadırlar. Büyük umutlarla geldikleri metropollerde, insani olmayan koşullarda, en ağır işleri yapmak zorunda kalıyorlar. Hiçbir iş güvencesi olmadan, çok düşük ücretlerle, uzun saatler, en ağır işlerde çalıştırılıyor göçmen işçiler. En ufak bir itirazda hiçbir hakkı verilmeden kapı önüne koyuluyorlar. Bir de “kaçak” statüsünde olanlar ise sağlık, eğitim, sosyal ve siyasal haklardan tamamen yoksun yaşıyorlar. Sadece düşük ücretler ve sosyal haklardan yararlanamamakla kalmıyorlar, bir de aşağılanma, dil ve kültürel farklılıklardan kaynaklı sorunları da sıkça yaşıyorlar.
Burjuvazi en ağır koşullarda çalıştırdığı göçmen işçileri, artan işsizliğin asıl suçlusu olarak göstererek işçi sınıfı karşısında bu kesimi günah keçisi ilan etmektedir. Böylece, işsizlikle birlikte artan açlık, yoksulluk ve sefalet sonucu biriken öfke, bunları yaratan kapitalizme değil göçmen işçilere yönelmektedir. İşsizliğin sebebi kapitalizm değil göçmen işçilerin ucuza çalışması olarak gösterilmektedir. Bu sayede burjuvazi milliyetçiliği şovenizmi, ırkçılığı körükleyerek kitlelerin gözünü kör edip gerçeği görmelerini engellemiş oluyor.
İşçi sınıfının enternasyonal bayrağını yükseltelim
Özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde sağcı partilerin söyleminin ana eksenini göçmen karşıtlığı oluşturuyor. Bu partiler bu yolla oy oranlarını da artırıyorlar. Libya’ya bombalar yağdıran koalisyon güçlerinin baş aktörlerinden Fransa’da, baskıcı yasalar yürürlüğe konulmuş ve göçmen işçilerin ülkeye girişi zorlaştırılmıştır. Yine bu ülkelerde faşist-ırkçı gruplar göçmen işçilere saldırmakta, tacizde bulunmakta, kolluk güçleri ise bunlara göz yummaktadır. Artan milliyetçilik, ırkçılık, yabancı düşmanlığı karşısında işçi sınıfının birliği temelinde sağlam tutumlar almak gerekiyor. Ancak Avrupa’da sendikalar milliyetçi söylem ve yaklaşımlarıyla bunun tersine yapıyor ve işçi sınıfının birliğine ağır darbeler indiriyorlar. Öte yandan solun önemli bir kesimi de aynı zafiyeti göstermektedir. Bunlar 2005 yılında göçmen işçilerin Fransa’da başlattıkları isyanı desteklememiş ve göçmen işçilerin isyanını kontrolsüzlükle eleştirmişlerdir.
Kapitalistlerin körüklediği milliyetçiliğe, ırkçılığa, yabancı düşmanlığına karşı dünyanın her ülkesinde yerli işçi sınıfı göçmen işçilerin sorunlarına sahip çıkmalı, siyasal, ekonomik ve sosyal haklar için hep birlikte örgütlenmelidir. İşçi sınıfının birliği farklı ülkelerin işçileri arasında her türlü ırksal, dinsel, mezhepsel ayrımların ortadan kalkmasına bağlıdır. Kapitalizmin yaratmış olduğu ve körüklemekten hiç geri durmadığı bu ayrımların ve köhnemiş ikiyüzlü bu sömürü düzeninin ortadan kalkması için işçi sınıfının enternasyonal devrimci bayrağını yükseltelim.
link: Hakan Sönmez, Batı’nın İkiyüzlülüğü ve Göçmen Emekçiler, Haziran 2011, https://marksist.net/node/2673
Düzen Partilerine Oy Yok!
Bin Ladin'in Ardındaki Gerçek